Kamuoyu mu haklı kamu vicdanı mı?
02 MAYIS 2007
Dün sabah Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Genel Sekreteri dostum Tolga Yücel ile konuşuyordum. Kamuoyunun ve siyasetin nabzını çok iyi tutar. Herhangi bir konuda görüş oluşturmadan önce, pek de anlaşabildiğimiz söylenemese de, mutlaka düşüncelerine başvurduğum insanların başında gelir.
Kamu vicdanı konusunu tespit etmek ise daha kolaydır. Çaycımız Zehra Hanım ve bizim kat görevlisi Ömer Bey anında gereken yansımaları iletirler...
Günlerdir bir soru takılmıştı aklıma. Her iki cepheden kaynaklarıma danıştım. Bunlardan bir tanesi“Sakın yazmayın!” dedi, “Sizin Ak Parti’ye yakın olduğunuzu zannederler!”; diğeri ise “Çok haklısınız; mutlaka yazın!” ...
Hangi fikri kamuoyu, hangisini kamu vicdanı tarafı savundu, söylemeyelim. Siz tahmin edin.“Yazın!” diyen tarafı dinleyerek soruyu aşağıya alıyorum:
“Ak Parti ve/veya yandaşı sivil toplum kuruluşları kalksalar ve bir miting düzenleseler; adını da ‘Cumhuriyet ve Demokrasi Mitingi’ koysalar; şu ana kadarki mitinglerde toplanan insanlardan daha fazlası mı toplanır, daha azı mı?”...
Bu soruya iki tarafın da verdiği yanıt aynı: Daha fazlası toplanır...
Peki, o zaman ne olur?.. Ak Parti Allah’tan böyle bir toplumsal gerginliği tahrik etmiyor...
Siyaset iş dünyasından öğrenmeli
İş dünyasında siyasetten çok farklı olarak palavraya yer yoktur. Rakamlar konuşur. Başarılı mısın değil misin, hemen anlaşılır. İşte Brandfinance ile Capital dergisinin yaptıkları araştırma. 2002-2006 yılları arasındaki 5 yıllık dönemi kapsayan Net Satış Hasılatı ve Net Faaliyet Kârlarına göre 211 kuruluş değerlendirmişler. Markaların sektörlere dağılımı şöyle olmuş: Gıda 21, Tekstil 17, Ev Eşyaları 15, Perakende 14 ve Bankacılık 12 marka... Örneğin inşaat sektörü yırtınsa, girebilir mi bu listeye? Giremez... Ama siyasette tam tersi olabiliyor...
Araştırmaya göre, Türkiye’nin en değerli markası 2,28 milyar YTL’lik marka değeri ile Ford Otomotiv olmuş. İkincilik, 1,95 milyar YTL’lik marka değeri ile Turkcell’de. Üçüncü sırada ise 1,9 milyar YTL’lik marka değeri ile Petrol Ofisi var.
Haydi bakalım zübürdük şirketi kalksın da o öyle değil böyle desin...
İş dünyasında son derece net parametreler var: Satış, kârlılık, verimlilik (adam başına ve/veya metrekare başına satış/üretim), beğeni (itibar)...
Bunların içinde en önemlisi, sonuncusu. Ticari başarıyı doğrudan etkiler. Bütün rakamlar pozitif olabilir; fakat itibar düşükse o yöneticiden ağır hesap sorarlar...
Bu kriterleri siyasete uygulasalar, kaç lider partilerinin başında kalırdı acaba?..
Sayın Baykal’a hayranım
Pazartesi günü CHP Başkanı Deniz Baykal’ın konuşmasını dikkatle dinledim. Üç söylem dikkatimi çekti.
Bir: Anayasa Mahkemesi ret kararı verirse çatışma artar. İki: Her iki mitingde onca insanın sokaklara dökülmesi, bizim doğru stratejilerimiz sayesinde mümkün olmuştur. Hedef, şimdi bu hareketin sandığa yansımasını sağlamaktır. Üç: Kitlelerin ‘Birleşin’ mesajını anladık. Gelin CHP’de benim başkanlığımın altında birleşin...
Bu üç kilit mesaj, müthiş bir siyasi iletişim dehası göstergesidir... Sayın Baykal kesinlikle Anayasa Mahkemesi’ni etkilemeyi düşünmemiştir. Mitinglere katılan yüzbinlerce insanın onun hitabet kabiliyetine kapılarak meydanları doldurduğuna inanmaktadır. Ve nihayet herkesin gelip biat edeceği tek liderin kendisi olduğunu düşünmektedir.
Sayın Başkan’ın gösterdiği feraset, dirayet ve ileri görüşlülük karşısında bir kez daha hayranlığımı gizleyemedim doğrusu...
Eşref Kolçak kafasındaki huniyi boşuna taşımıyormuş
Pakpen reklamında bir arıza olduğunu düşünüyordum. Hani Eşref Kolçak’ın oynadığı film. Kafasında huni şeklinde yandan püsküllü kırmızı bir şapka var. “Duvarım, kapım, çitim, pencerem Pakpen. Hem de evladiyelik” diyor...
Akli dengesi yerinde olmayan birini canlandırıyor izlenimi yaratılan bu rolde Eşraf Kolçak usta niye oynamış, diye merak edip dururken, aklıma www.reklamlar.tv sitesine gözatmak geldi. O zaman mesele anlaşıldı. Meğer bu reklam filminin başı ve sonu varmış... Halit Akçatepe elinde pasta ile Kolçak’ın yaş gününü kutlamaya geliyormuş. “Öbür tarafa koşa koşa gidersin” diye bir de baston hediye ediyormuş... O zaman kafadaki huni anlam kazanıyor.
Pakpenciler herhalde tasarruf etmek için o filmi kırpmışlar. İnsanlar filmin tamamını izlemiş olmak ve sürekli iki filmi kafalarında birleştirmek zorunda olmamalılar, değil mi?
Kamu vicdanı konusunu tespit etmek ise daha kolaydır. Çaycımız Zehra Hanım ve bizim kat görevlisi Ömer Bey anında gereken yansımaları iletirler...
Günlerdir bir soru takılmıştı aklıma. Her iki cepheden kaynaklarıma danıştım. Bunlardan bir tanesi“Sakın yazmayın!” dedi, “Sizin Ak Parti’ye yakın olduğunuzu zannederler!”; diğeri ise “Çok haklısınız; mutlaka yazın!” ...
Hangi fikri kamuoyu, hangisini kamu vicdanı tarafı savundu, söylemeyelim. Siz tahmin edin.“Yazın!” diyen tarafı dinleyerek soruyu aşağıya alıyorum:
“Ak Parti ve/veya yandaşı sivil toplum kuruluşları kalksalar ve bir miting düzenleseler; adını da ‘Cumhuriyet ve Demokrasi Mitingi’ koysalar; şu ana kadarki mitinglerde toplanan insanlardan daha fazlası mı toplanır, daha azı mı?”...
Bu soruya iki tarafın da verdiği yanıt aynı: Daha fazlası toplanır...
Peki, o zaman ne olur?.. Ak Parti Allah’tan böyle bir toplumsal gerginliği tahrik etmiyor...
Siyaset iş dünyasından öğrenmeli
İş dünyasında siyasetten çok farklı olarak palavraya yer yoktur. Rakamlar konuşur. Başarılı mısın değil misin, hemen anlaşılır. İşte Brandfinance ile Capital dergisinin yaptıkları araştırma. 2002-2006 yılları arasındaki 5 yıllık dönemi kapsayan Net Satış Hasılatı ve Net Faaliyet Kârlarına göre 211 kuruluş değerlendirmişler. Markaların sektörlere dağılımı şöyle olmuş: Gıda 21, Tekstil 17, Ev Eşyaları 15, Perakende 14 ve Bankacılık 12 marka... Örneğin inşaat sektörü yırtınsa, girebilir mi bu listeye? Giremez... Ama siyasette tam tersi olabiliyor...
Araştırmaya göre, Türkiye’nin en değerli markası 2,28 milyar YTL’lik marka değeri ile Ford Otomotiv olmuş. İkincilik, 1,95 milyar YTL’lik marka değeri ile Turkcell’de. Üçüncü sırada ise 1,9 milyar YTL’lik marka değeri ile Petrol Ofisi var.
Haydi bakalım zübürdük şirketi kalksın da o öyle değil böyle desin...
İş dünyasında son derece net parametreler var: Satış, kârlılık, verimlilik (adam başına ve/veya metrekare başına satış/üretim), beğeni (itibar)...
Bunların içinde en önemlisi, sonuncusu. Ticari başarıyı doğrudan etkiler. Bütün rakamlar pozitif olabilir; fakat itibar düşükse o yöneticiden ağır hesap sorarlar...
Bu kriterleri siyasete uygulasalar, kaç lider partilerinin başında kalırdı acaba?..
Sayın Baykal’a hayranım
Pazartesi günü CHP Başkanı Deniz Baykal’ın konuşmasını dikkatle dinledim. Üç söylem dikkatimi çekti.
Bir: Anayasa Mahkemesi ret kararı verirse çatışma artar. İki: Her iki mitingde onca insanın sokaklara dökülmesi, bizim doğru stratejilerimiz sayesinde mümkün olmuştur. Hedef, şimdi bu hareketin sandığa yansımasını sağlamaktır. Üç: Kitlelerin ‘Birleşin’ mesajını anladık. Gelin CHP’de benim başkanlığımın altında birleşin...
Bu üç kilit mesaj, müthiş bir siyasi iletişim dehası göstergesidir... Sayın Baykal kesinlikle Anayasa Mahkemesi’ni etkilemeyi düşünmemiştir. Mitinglere katılan yüzbinlerce insanın onun hitabet kabiliyetine kapılarak meydanları doldurduğuna inanmaktadır. Ve nihayet herkesin gelip biat edeceği tek liderin kendisi olduğunu düşünmektedir.
Sayın Başkan’ın gösterdiği feraset, dirayet ve ileri görüşlülük karşısında bir kez daha hayranlığımı gizleyemedim doğrusu...
Eşref Kolçak kafasındaki huniyi boşuna taşımıyormuş
Pakpen reklamında bir arıza olduğunu düşünüyordum. Hani Eşref Kolçak’ın oynadığı film. Kafasında huni şeklinde yandan püsküllü kırmızı bir şapka var. “Duvarım, kapım, çitim, pencerem Pakpen. Hem de evladiyelik” diyor...
Akli dengesi yerinde olmayan birini canlandırıyor izlenimi yaratılan bu rolde Eşraf Kolçak usta niye oynamış, diye merak edip dururken, aklıma www.reklamlar.tv sitesine gözatmak geldi. O zaman mesele anlaşıldı. Meğer bu reklam filminin başı ve sonu varmış... Halit Akçatepe elinde pasta ile Kolçak’ın yaş gününü kutlamaya geliyormuş. “Öbür tarafa koşa koşa gidersin” diye bir de baston hediye ediyormuş... O zaman kafadaki huni anlam kazanıyor.
Pakpenciler herhalde tasarruf etmek için o filmi kırpmışlar. İnsanlar filmin tamamını izlemiş olmak ve sürekli iki filmi kafalarında birleştirmek zorunda olmamalılar, değil mi?