Kapalıçarşı’nın vaadi aynı zamanda kimliğidir
30 TEMMUZ 2011
Geçen Pazar Milliyet’te üstad gazeteci Güngör Uras’ın imzasıyla “Kapalıçarşı, Louis Vuitton’a Karşı” başlıklı bir haber yayımlandı. Bu haberde Louis Vuitton’un Kapalıçarşı’da büyük bir mağaza açma hazırlığı içinde olduğu ve Kapalıçarşı Esnaflar Derneği Başkanı Dr. Hasan Fırat Beyefendi’nin de, ‘Kapalıçarşı’nın kendisi marka. Yabancı markaların burada ne işi var?’ dediğini okuduk. Küresel rekabetin sermayeyi yersiz yurtsuz kıldığı günümüzün muazzam çetinlikteki rekabet ortamında nasıl “çay simit gazeteciliği” ortadan kalkıp, TRT’nin memur televizyonculuğu yerini nasıl Uğur Dündar, Ali Kırca, Acun, Beyaz, Okan Bayülgen tarzı mega starlara bıraktıysa, dünyanın tüm büyük markaları ülkemizde müşterileriyle buluşurken, iş ve iletişim süreçlerindeki “feodal zihniyet” artığı tutum ve davranışlar da yerlerini gelişmiş üretim ilişki biçimlerine terk ettiler. Markaya yatırım yapan hep kazanmadı mı?
Diğer yandan yerli ya da yabancı tüm markaların değişmez iki unsurunu hiç akıldan çıkarmamak gerek: Vaat... Ve güven. Tüm satın alma davranışları, vaade ve vaatte bulunanın sözünü tutup tutmayacağı yolunda yarattığı güvene kilitlidir.
“Kapalıçarşı” sözcüğünü duyar duymaz zihnimde otomatik olarak Önder Küçükerman hocamın bilgece gülümseyen yüzü canlanıyor. Kapalıçarşı, onun deyişiyle “Herhangi bir kapısından girip herhangi bir kapısından çıkarken bugünkü karşılığıyla 1.8 milyar dolarlık varlığın içinden geçildiği” bir yer. Prof. Dr. Önder Küçükerman ve Prof. Dr. Kenan Mortan, birlikte yazdıkları o haşmetli “Kapalıçarşı” kitabıyla 550 yıllık serüveni tüm boyutlarıyla gözler önüne sermişlerdi. Bu akıl sır ermez büyülü mekânda şimdi Louis Vuitton’un açmaya çalıştığı kapıdan gireceği var sayılan yabancı markalar, kendilerine uygun bir iklim bulabilecekler mi? Bu sorunun yanıtı, her iki markanın –Kapalıçarşı ve Louis Vuitton’un- marka vaadleri açısından bakıldığında “hayır” olmak durumunda. Kapalıçarşı’nın marka vaadi, Türkiye’nin halıdan baharata uzanan çok geniş bir yelpazede tüm “yerel ürünleri”ni, ucuz fiyatlarla İstanbullular’a ve turistlere satmaktır. Tanınmış yabancı markaların sözlüklerinde ise “ucuz” (ya da daha modern deyişle ‘ekonomik’) kelimesine yer yoktur. Üstelik her yabancı marka için “çakma” ürünler, üzerlerinde bir tür “korsan allerjisi” yaratır. Marka vaadi açısından durum böyle. Hedef kitleleri de tamamen farklı. O zaman Dr. Hasan Fırat Bey’in içi rahat etsin. Kendisinin deyişiyle “3 bin 600 dükkânı olan, 22 kapısı, 64 cadde ve sokağı bulunan, halı, deri, gümüş, altın, çini gibi 97 farklı tür eşya satan mağazalarda 25 bin kişinin çalıştığı, Her gün yerli yabancı 300-400 bin kişinin gezdiği” Kapalıçarşı, tüm şöhretini ve değerini simgeleyen ne varsa hepsini korumaya devam edecek demektir. Kapalıçarşı’nın, bir anlamda marka vaadini oluşturan “kendisine has değerleri”, özetle kimliğini korurken, diğer yandan da “çakma ürünlerin cenneti” olma tehlikesiyle de baş edebilmesi gerekiyor. “Business” sözcüğünün itibar görmediği, her milletten satıcının, üstelik inanç ayrımını akıllarına bile getirmeden birarada, birbirlerini kollayarak, sadece ve sadece biraz daha fazla kazanabilmek amacıyla her sabah dükkânlarını açtıkları, tamamen kendine özgü bir sosyolojik, ekonomik, psikolojik yapılanma arz eden bu tarihi çarşıyı geleceğe bu özellikleriyle birlikte taşımak hepimizin görevi. Unutulmasın ki, markayı oluştururken işe önce kimliğinden başlanır. Kapalıçarşı, marka vaadini asırlar önce belirlemiş... Yves Saint Laurent yarım asır, Louis Vuitton birbuçuk asır önce….
Diğer yandan yerli ya da yabancı tüm markaların değişmez iki unsurunu hiç akıldan çıkarmamak gerek: Vaat... Ve güven. Tüm satın alma davranışları, vaade ve vaatte bulunanın sözünü tutup tutmayacağı yolunda yarattığı güvene kilitlidir.
“Kapalıçarşı” sözcüğünü duyar duymaz zihnimde otomatik olarak Önder Küçükerman hocamın bilgece gülümseyen yüzü canlanıyor. Kapalıçarşı, onun deyişiyle “Herhangi bir kapısından girip herhangi bir kapısından çıkarken bugünkü karşılığıyla 1.8 milyar dolarlık varlığın içinden geçildiği” bir yer. Prof. Dr. Önder Küçükerman ve Prof. Dr. Kenan Mortan, birlikte yazdıkları o haşmetli “Kapalıçarşı” kitabıyla 550 yıllık serüveni tüm boyutlarıyla gözler önüne sermişlerdi. Bu akıl sır ermez büyülü mekânda şimdi Louis Vuitton’un açmaya çalıştığı kapıdan gireceği var sayılan yabancı markalar, kendilerine uygun bir iklim bulabilecekler mi? Bu sorunun yanıtı, her iki markanın –Kapalıçarşı ve Louis Vuitton’un- marka vaadleri açısından bakıldığında “hayır” olmak durumunda. Kapalıçarşı’nın marka vaadi, Türkiye’nin halıdan baharata uzanan çok geniş bir yelpazede tüm “yerel ürünleri”ni, ucuz fiyatlarla İstanbullular’a ve turistlere satmaktır. Tanınmış yabancı markaların sözlüklerinde ise “ucuz” (ya da daha modern deyişle ‘ekonomik’) kelimesine yer yoktur. Üstelik her yabancı marka için “çakma” ürünler, üzerlerinde bir tür “korsan allerjisi” yaratır. Marka vaadi açısından durum böyle. Hedef kitleleri de tamamen farklı. O zaman Dr. Hasan Fırat Bey’in içi rahat etsin. Kendisinin deyişiyle “3 bin 600 dükkânı olan, 22 kapısı, 64 cadde ve sokağı bulunan, halı, deri, gümüş, altın, çini gibi 97 farklı tür eşya satan mağazalarda 25 bin kişinin çalıştığı, Her gün yerli yabancı 300-400 bin kişinin gezdiği” Kapalıçarşı, tüm şöhretini ve değerini simgeleyen ne varsa hepsini korumaya devam edecek demektir. Kapalıçarşı’nın, bir anlamda marka vaadini oluşturan “kendisine has değerleri”, özetle kimliğini korurken, diğer yandan da “çakma ürünlerin cenneti” olma tehlikesiyle de baş edebilmesi gerekiyor. “Business” sözcüğünün itibar görmediği, her milletten satıcının, üstelik inanç ayrımını akıllarına bile getirmeden birarada, birbirlerini kollayarak, sadece ve sadece biraz daha fazla kazanabilmek amacıyla her sabah dükkânlarını açtıkları, tamamen kendine özgü bir sosyolojik, ekonomik, psikolojik yapılanma arz eden bu tarihi çarşıyı geleceğe bu özellikleriyle birlikte taşımak hepimizin görevi. Unutulmasın ki, markayı oluştururken işe önce kimliğinden başlanır. Kapalıçarşı, marka vaadini asırlar önce belirlemiş... Yves Saint Laurent yarım asır, Louis Vuitton birbuçuk asır önce….