Karadağlı peşimi bırakmıyor
15 AĞUSTOS 2004
Şu Tamer Karadağlı yüzünden başıma neler geldi değil mi? İlk yazıda, yapımcısının, karısının ve bazı dostlarının arkasında olduklarını açıkladıkları Tamer Karadağlı’yı iyice alaya alan bir ifade ile eleştirirken, mizah tamamlansın diye “Ben de arkasındayım” demiştim.
Bunun üzerine e-posta kutum dolup taşmıştı. Oradaki mizahı anlatamamış olduklarım saldırıp duruyorlardı. Hem de “Yazıklar olsun!”, “Senden de zaten böyle bir gerzeklik beklenirdi!” türü ifadelerle.
İletişim Danışmanı arkadaşımız Ozan Özkan’dan duydum. Number One’dan Özlem Fakabasmaz hanımın doğum günü partisinde konu bir şekilde gündeme gelmiş. Işın ve Semen hanımlar da bana kızgınlarmış, Tamer Bey’i ‘tutuyorum’ diye. İşin boyutu büyümüştü. Bunun üzerine geçen hafta nasıl bir mizah anlayışına yaslandığımı anlatmaya çalışan bir ikinci yazı yazdım. Bir daha böyle espriler yapmamaya karar verdiğimi de belirttim.
Artık beni anlamayan kalmayacaktı. Nihayet her şeyi anlatmıştım.
Ama olmadı. ‘Karadağlı’nın laneti’ beni bırakmayacaktı. Çiğlik yapmayı göze alıp espriyi anlatmaya kalktığımın ertesi günü bir iki e-posta daha gelmez mi?.. Bunlardan en veciz(!) olanı şöyleydi:“ Utanmıyonmu len dürzü, Tamer Karadağlı gibi üç paralık pezevengin arkasındayım, demeye? Zibidi herif! Gerçi tabi zibidi zibidiye arka çıkar, ne var bunda değil mi? Haklısın.”... İmza: [email protected]
Kimsenin günahına girmeyelim. Bu ad tamamen uydurma olabilir. Aslında @hotmail.com ya da @yahoo.com uzantılı insanın kendini tamamen gizleyebileceği adreslerden gelen e-postalara hiç itibar etmemek gerek...
Tam ümidimi yitirecektim ki aşağıdakilere benzer bir dizi e-posta geldi:
Çiğdem Özdemir: “Bu yazımı okuma zamanınız olursa umarım köşe resminizdeki tebessümünüz sürer. Hoşgörünüze sığınıyor ve diyorum ki lütfen tepki alan gazeteci okunuyordur zaten lütfen tepki almaya devam edin : )”
Gül ve Denizhan Mutlay: “Tamer Karadağlı ile ilgili yazınızı okudum ve çok beğendim. Daha doğrusu beğendik. Ne olur doubletake'ten vazgeçmeyin, hem sonra kendinizden vazgeçmiş olmaz mısınız?”
Atay SÖZER: “Tamer Karadağlı, yazınıza gelen eleştirilerden sonra insanımızın zeka ve algılama düzeyini düşünüp ürperdim. Bu ülkede mizah yazmaya çalışan biri olarak endişelendim. Aziz ustayı bir kez daha saygıyla andım. Onun verdiği yüzde oranlarının gitgide yükseldiğini görüyorum... Sizin başınıza gelen bir vakitler Aziz Nesin’in başına da gelmişti. ‘Nötron Bombası Uygarlığı Kurtaracak’ başlıklı tersinleme makalesinden sonra ‘Vaaay Aziz Nesin bombayı savunuyor’ diyen yüzde altmışlar çıkmıştı ortaya... İşimiz çok ama çook zor.”
Bu arada unutmadan söyleyeyim, Mehmet Barlas ile Emre Aköz’ün Karadağlı’dan yola çıkarak başlattıkları ‘kadın dırdırı’ tartışmasında Emre Aköz’ü tutuyorum...
Ölümüne Fotomaç!
Uzunca bir süredir İstanbul dışında ve pek TV izlemediğim bir ortamda bulunduğum için olacak ben henüz seyretmedim. Ama seyredenler şimdiden ikiye ayrılmışlar. Fotomaç’ın reklam filmleri öyle sıradan, olsa da olur türünden mesajlar taşımıyor...
‘Futbol ve ölüm – kalım’ temasını işlemek için yürek ister. Futbol ve ölüm kavramlarını yan yana getirmek için Sabah Grubunun reklam ajansı Saatchi & Saatchi’de saatler süren tartışmalar olmuştur mutlaka. Bana fotoğraflarını gönderdiler. Yaratılan atmosfer hayli dramatik... İnsanın ölüm döşeğinde bile futbolla ilgilenmesi, bundan daha çarpıcı anlatılamazdı herhalde. Basının kendisini anlatmak için yaptığı reklamlar her ne hikmetse son derece özensiz ve sıradan olabiliyor. Bu öyle değil. Bu nedenle de tartışmaya açık. Futbolda şiddeti reddederken, ölüm/kalım temasını konsept yapmak riskli mi riskli. Ama risk almadan başarılı da olunmuyor.
İşte bir okurumuzun bu konudaki tepkisi: “Filmde hasta yatağında (hatta yoğun bakımda) yatan bir adam ve etrafında oturan üzgün aile bireyleri görülüyor. Ölmek üzere olan hasta adam son bir gayretle yanındakilerin kulağına bir şeyler fısıldıyor ve son nefesini veriyor. İşte tam burada meşhur ‘dış ses’ sloganı atıyor: ‘Futbol bir oyun değildir, bir ölüm kalım meselesidir!.. Şimdi bu müthiş‘yaratıcılıkla’ ürünle ilgili ne anlatıldığını ve iletişimde ‘ölüm’ kelimesinin kullanılmasını nasıl yorumladığınızı bir uzman olarak herhalde köşenizde ele alırsınız. Futbolda şiddeti tartışırken ‘Görmek istemediğimiz görüntüler... ‘, ‘Umarız bir daha böyle olaylar olmaz...’, ‘Futbolun bir oyun olduğunu unutmayalım...’ gibi laflar ederler... Haydi canım sende. Buyurun işte, milyonlarca insana üstelik bir futbol gazetesi futbolun bir oyun olmadığını ve kazanmak için gerekiyorsa ölümün bile göze alınabileceğini ima eden bir reklam yapıyor, sonra aynı gazetenin yazarları futbolda ‘Şiddete Hayır’ diye millete göstermelik şirinlikler yapıyor... RTÜK’e de yazmak isterdim, ama bu kurum genelde eski Kemal Sunal filmlerindeki küfürlü diyalogları ve Star TV yayınlarını takip etmekle meşgul olduğunu düşünüyorum ve bu tip ‘önemsiz’ konularla ilgileneceklerini hiç zannetmiyorum. Saygılarımla, Emre Yardımcı.”
Hayat bana önüme çıkan her sivriliği hemen reddetmemeyi öğretti. Bu nedenle reklam ajansının bu konuda neler diyeceğini merak ediyorum. Yazarlarsa haftaya burada yayınlarız. Sonra da görüşümüzü dile getiririz.
Sorumluluk fırsatı: Bozcaada!
Türkiye’nin Ege’de üzerinde yaşanan topu topu iki adacığı var. Bozcaada ve Gökçeada. Ben Bozcaadalı sayılırım. 10 yıldır yazlarımız orada geçer. Yunanistan’ın yaklaşık 3000 adasının bulunduğu söyleniyor. ‘Adalar Bakanlığı’ adını verdikleri bir de kurumları var. Yani bu ada meselesine ciddi önem veriyorlar.
Sağ olsun bizim basınımız da Yunan adalarına gereken ciddi önemi veriyor. Mikanos, Rodos, Kos, Midilli, Girit, Santorini diye yıkılıyor ortalık. Bozcaada’dan tık yok... Bozcaada’nın iki dönemdir seçilen Belediye Başkanı Mustafa Mutay yırtınıyor iletişim için. Bir de adada Bayan Lisa adında uzak doğulu bayan paralıyor kendini.
Sürekli rüzgârı nedeniyle insanı teknedeymiş gibi hiç terletmeyen havası, Boğaz’ı andıran serin suyu, nefis şarabı, balığı, Ayazma’da Vahit’in yeri, şehirde Hafız’ın Türk Yemekleri, Çanlı İbo’nun tost ve çayı, Çapraz, Ataol ve Aral çiftlikleri, cenneti medeniyetten uzakta arayanlar için Akvaryum pansiyonu, eski mezbahadan bozma Salhane diskosu, limanda yanyana sıralanmış balık restoranları Şehir, Boruzan, Koreli ile asude tatili tercih eden herkes için bir cennet olan Bozcaada, toplumsal sorumluluk projeleri için kollarını açmış bekliyor.
Belediye, bu yaz Tekofaks/Panasonic, TeknoSA ve Linens’in desteklediği ve Deniz, Cihan, Cemal, adlı üç gencin organize ettiği, Çanakkale Bölge Voleybol hakemlerinin yönettiği bir Beachvolley şampiyonası düzenledi. Büyük de ilgi gördü. Gençler de haytalık yapacaklarına spor yaptılar. Bayan Lisa da kendi halinde bir festival düzenledi bu yaz. Sabah gazetesi, SABAH/Deniz Kuvvetleri Kupası birinci etabı nedeniyle her yaz bir uğrar adaya. Audi de bazı lansmanlarını burada yapar. Hepsi bu. Öte yandan bu yıl sponsor bulunamadığı için “Bağ Bozumu Festivali” iptal edilmiş. Yazık değil mi?
Başkan Mutay ada yararına her türlü sponsorluğa sonuna kadar destek olmaya kararlı. “Örneğin, gelsinler şu naylon poşet meselesini çözelim” diyor, “Üzerlerine kendi adlarını yazacakları kesekâğıtları yapsınlar. Yüzlerce yıl çevreyi kirletecek olan naylon poşetleri sokmayalım adaya. Hem Türkiye’ye örnek olsunlar, hem de dünyaya!”... Hızlı tüketim maddeleri sektöründen ülkesini seven toplumsal sorumluluğunu duyurmak isteyenlere duyurulur!..
Roche’dan 3 ders
Deve kuşu ya da yorgan sendromu iletişimde hiçbir işe yaramaz. Yani etrafta fırtınalar koparken kafayı kuma gömmenin ya da yorganı başından yukarı çekip uyuyormuş gibi yapmanın bir anlamı yoktur iletişimde. Tam da tersi etki yapar. Adamın üstüne üstüne gelirler. Krizin hasarını azaltacağına artırırsın...
Roche ve ilaç sektörünün son bir iki haftadır SSk konusunda başlarına gelenleri, kim haklı kim haksız noktasında ele almak bizim haddimizi aşar. Ama bu dönemde iletişimin nasıl yönettikleri, ya da yönetemediklerinden iletişimcilerin öğrenecekleri çok şey olabilir. Sadece iş dünyası için değil, özel hayat için de...
Ders 1: Roche ‘3i’ kuralının hiçbirini hayata geçiremedi: İstişare, İkna ve İttifak... Tüm sosyal paydaşları ile istişare içinde olmalıydı ve bu da basına yansımalıydı. Olmadı. İkna edebildikleri kişi ve kurumlar kalkıp onlar adına olumlu mesajlar vermeliydi. Olmadı. Başta İlaç İşverenleri Sendikası olmak üzere, Türk Tabipler Birliği, Türk Eczacılar Birliği gibi kurumları yanlarına almaları gerekirdi. Olmadı. Bunları yapabilmek için ‘en büyük benim, ben her şeyi bilirim’ türünden hüsnü kuruntulardan kurtulmak gerekirdi. Görüldüğü kadarıyla o hüsnü kuruntu sürüyor...
Ders 2: Bu sayfayı izleyenler bilir. Gazetelere verilen kamuoyu duyuruları tam ters bir algılama oluşturur. Her gazeteye yarım sayfa ‘Ben masumum’ diye reklam vermek. ‘Demek ki bir yarası var’ algısı uyandırır. Gazeteye tabii ki ilan verilir. Ama savunma ilanı değil... Ve ilan diğer iletişim etkinlikleriyle entegre edilir. Roche ikisini de yapmadı. Polisin genel müdürlüğe düzenlediği baskından sonra yapılan açıklama da talihsizdi. “Hukuki sürecin gereği bir uygulamadır. Saygılıyız.” Malumu ilan. Yok ne yapacaktın... Belli ki krizi iletişimciler değil yöneticiler ya da avukatlar yönetiyor...
Ders 3: Düşenin dostu olmazmış. Demek ki, düşmeye başlamadan önce dostlukları garanti altına almak gerek. İlaç İşverenleri Sendikası (İEİS) de, Başkanı Bülent Eczacıbaşı da susup kaldılar... İşin ilginç tarafı bu gibi durumlarda bağlı olduğunuz kurum sustu mu, bu pasif bir şey değil aktif bir suçlama olarak algılanabiliyor. Bu arada İEİS de büyük yara aldı. Üyeleri nezdinde inandırıcılığını tehlikeye attı. Ya üyesini koruma altına almalıydı, ya da gerçeklerin ortaya çıkmasında referans görevi görmeliydi. Nasıl demiryollarında bir şey olunca, onların meslek kuruluşlarının söyledikleri bizim için kritik ise, burada da durum aynıydı. İEİS susarak hiç de iyi bir şey yapmadı.
İlk 5
BU hafta bazı tekrarlar olacak. Olsun. Bazı güzel reklamlar kendilerini tekrarlarsa, bu ancak reklama yarar:
1. Opel: “Çiçekçinin Opeli Combo”. Tuzluk gibi otomobil fotoğrafı koyup reklam yapmadıkları, tersine iç açıcı bir görsel kullandıkları için. 2. Telsim - Cepaile: “Aile arasında dakikaların, kontörlerin hesabı olmamalı”. Cep ve aile kavramını çok başarılı bir görsellikle anlattıkları için. 3. Arçelik: “Çamaşırınız çoksa – Yeriniz darsa”. Çeliksiz meliksiz, net başarılı grafik anlatım... 4. Güneş Sigorta: “Burada sizi ne bekliyor” (İnişli çıkışlı ortası çift sarı çizgili karayolu). Mesajın bu kadar yaratıcı kodlanmasına ender rastlanır 5. Fiat Albea: “Yeşil Panjurlu ev kalsın. Ben Albea isterim”. Yaz aylarını reklamsız geçmedikleri, satış yönelimli reklama taraıcılık kattıkları için.
Bunun üzerine e-posta kutum dolup taşmıştı. Oradaki mizahı anlatamamış olduklarım saldırıp duruyorlardı. Hem de “Yazıklar olsun!”, “Senden de zaten böyle bir gerzeklik beklenirdi!” türü ifadelerle.
İletişim Danışmanı arkadaşımız Ozan Özkan’dan duydum. Number One’dan Özlem Fakabasmaz hanımın doğum günü partisinde konu bir şekilde gündeme gelmiş. Işın ve Semen hanımlar da bana kızgınlarmış, Tamer Bey’i ‘tutuyorum’ diye. İşin boyutu büyümüştü. Bunun üzerine geçen hafta nasıl bir mizah anlayışına yaslandığımı anlatmaya çalışan bir ikinci yazı yazdım. Bir daha böyle espriler yapmamaya karar verdiğimi de belirttim.
Artık beni anlamayan kalmayacaktı. Nihayet her şeyi anlatmıştım.
Ama olmadı. ‘Karadağlı’nın laneti’ beni bırakmayacaktı. Çiğlik yapmayı göze alıp espriyi anlatmaya kalktığımın ertesi günü bir iki e-posta daha gelmez mi?.. Bunlardan en veciz(!) olanı şöyleydi:“ Utanmıyonmu len dürzü, Tamer Karadağlı gibi üç paralık pezevengin arkasındayım, demeye? Zibidi herif! Gerçi tabi zibidi zibidiye arka çıkar, ne var bunda değil mi? Haklısın.”... İmza: [email protected]
Kimsenin günahına girmeyelim. Bu ad tamamen uydurma olabilir. Aslında @hotmail.com ya da @yahoo.com uzantılı insanın kendini tamamen gizleyebileceği adreslerden gelen e-postalara hiç itibar etmemek gerek...
Tam ümidimi yitirecektim ki aşağıdakilere benzer bir dizi e-posta geldi:
Çiğdem Özdemir: “Bu yazımı okuma zamanınız olursa umarım köşe resminizdeki tebessümünüz sürer. Hoşgörünüze sığınıyor ve diyorum ki lütfen tepki alan gazeteci okunuyordur zaten lütfen tepki almaya devam edin : )”
Gül ve Denizhan Mutlay: “Tamer Karadağlı ile ilgili yazınızı okudum ve çok beğendim. Daha doğrusu beğendik. Ne olur doubletake'ten vazgeçmeyin, hem sonra kendinizden vazgeçmiş olmaz mısınız?”
Atay SÖZER: “Tamer Karadağlı, yazınıza gelen eleştirilerden sonra insanımızın zeka ve algılama düzeyini düşünüp ürperdim. Bu ülkede mizah yazmaya çalışan biri olarak endişelendim. Aziz ustayı bir kez daha saygıyla andım. Onun verdiği yüzde oranlarının gitgide yükseldiğini görüyorum... Sizin başınıza gelen bir vakitler Aziz Nesin’in başına da gelmişti. ‘Nötron Bombası Uygarlığı Kurtaracak’ başlıklı tersinleme makalesinden sonra ‘Vaaay Aziz Nesin bombayı savunuyor’ diyen yüzde altmışlar çıkmıştı ortaya... İşimiz çok ama çook zor.”
Bu arada unutmadan söyleyeyim, Mehmet Barlas ile Emre Aköz’ün Karadağlı’dan yola çıkarak başlattıkları ‘kadın dırdırı’ tartışmasında Emre Aköz’ü tutuyorum...
Ölümüne Fotomaç!
Uzunca bir süredir İstanbul dışında ve pek TV izlemediğim bir ortamda bulunduğum için olacak ben henüz seyretmedim. Ama seyredenler şimdiden ikiye ayrılmışlar. Fotomaç’ın reklam filmleri öyle sıradan, olsa da olur türünden mesajlar taşımıyor...
‘Futbol ve ölüm – kalım’ temasını işlemek için yürek ister. Futbol ve ölüm kavramlarını yan yana getirmek için Sabah Grubunun reklam ajansı Saatchi & Saatchi’de saatler süren tartışmalar olmuştur mutlaka. Bana fotoğraflarını gönderdiler. Yaratılan atmosfer hayli dramatik... İnsanın ölüm döşeğinde bile futbolla ilgilenmesi, bundan daha çarpıcı anlatılamazdı herhalde. Basının kendisini anlatmak için yaptığı reklamlar her ne hikmetse son derece özensiz ve sıradan olabiliyor. Bu öyle değil. Bu nedenle de tartışmaya açık. Futbolda şiddeti reddederken, ölüm/kalım temasını konsept yapmak riskli mi riskli. Ama risk almadan başarılı da olunmuyor.
İşte bir okurumuzun bu konudaki tepkisi: “Filmde hasta yatağında (hatta yoğun bakımda) yatan bir adam ve etrafında oturan üzgün aile bireyleri görülüyor. Ölmek üzere olan hasta adam son bir gayretle yanındakilerin kulağına bir şeyler fısıldıyor ve son nefesini veriyor. İşte tam burada meşhur ‘dış ses’ sloganı atıyor: ‘Futbol bir oyun değildir, bir ölüm kalım meselesidir!.. Şimdi bu müthiş‘yaratıcılıkla’ ürünle ilgili ne anlatıldığını ve iletişimde ‘ölüm’ kelimesinin kullanılmasını nasıl yorumladığınızı bir uzman olarak herhalde köşenizde ele alırsınız. Futbolda şiddeti tartışırken ‘Görmek istemediğimiz görüntüler... ‘, ‘Umarız bir daha böyle olaylar olmaz...’, ‘Futbolun bir oyun olduğunu unutmayalım...’ gibi laflar ederler... Haydi canım sende. Buyurun işte, milyonlarca insana üstelik bir futbol gazetesi futbolun bir oyun olmadığını ve kazanmak için gerekiyorsa ölümün bile göze alınabileceğini ima eden bir reklam yapıyor, sonra aynı gazetenin yazarları futbolda ‘Şiddete Hayır’ diye millete göstermelik şirinlikler yapıyor... RTÜK’e de yazmak isterdim, ama bu kurum genelde eski Kemal Sunal filmlerindeki küfürlü diyalogları ve Star TV yayınlarını takip etmekle meşgul olduğunu düşünüyorum ve bu tip ‘önemsiz’ konularla ilgileneceklerini hiç zannetmiyorum. Saygılarımla, Emre Yardımcı.”
Hayat bana önüme çıkan her sivriliği hemen reddetmemeyi öğretti. Bu nedenle reklam ajansının bu konuda neler diyeceğini merak ediyorum. Yazarlarsa haftaya burada yayınlarız. Sonra da görüşümüzü dile getiririz.
Sorumluluk fırsatı: Bozcaada!
Türkiye’nin Ege’de üzerinde yaşanan topu topu iki adacığı var. Bozcaada ve Gökçeada. Ben Bozcaadalı sayılırım. 10 yıldır yazlarımız orada geçer. Yunanistan’ın yaklaşık 3000 adasının bulunduğu söyleniyor. ‘Adalar Bakanlığı’ adını verdikleri bir de kurumları var. Yani bu ada meselesine ciddi önem veriyorlar.
Sağ olsun bizim basınımız da Yunan adalarına gereken ciddi önemi veriyor. Mikanos, Rodos, Kos, Midilli, Girit, Santorini diye yıkılıyor ortalık. Bozcaada’dan tık yok... Bozcaada’nın iki dönemdir seçilen Belediye Başkanı Mustafa Mutay yırtınıyor iletişim için. Bir de adada Bayan Lisa adında uzak doğulu bayan paralıyor kendini.
Sürekli rüzgârı nedeniyle insanı teknedeymiş gibi hiç terletmeyen havası, Boğaz’ı andıran serin suyu, nefis şarabı, balığı, Ayazma’da Vahit’in yeri, şehirde Hafız’ın Türk Yemekleri, Çanlı İbo’nun tost ve çayı, Çapraz, Ataol ve Aral çiftlikleri, cenneti medeniyetten uzakta arayanlar için Akvaryum pansiyonu, eski mezbahadan bozma Salhane diskosu, limanda yanyana sıralanmış balık restoranları Şehir, Boruzan, Koreli ile asude tatili tercih eden herkes için bir cennet olan Bozcaada, toplumsal sorumluluk projeleri için kollarını açmış bekliyor.
Belediye, bu yaz Tekofaks/Panasonic, TeknoSA ve Linens’in desteklediği ve Deniz, Cihan, Cemal, adlı üç gencin organize ettiği, Çanakkale Bölge Voleybol hakemlerinin yönettiği bir Beachvolley şampiyonası düzenledi. Büyük de ilgi gördü. Gençler de haytalık yapacaklarına spor yaptılar. Bayan Lisa da kendi halinde bir festival düzenledi bu yaz. Sabah gazetesi, SABAH/Deniz Kuvvetleri Kupası birinci etabı nedeniyle her yaz bir uğrar adaya. Audi de bazı lansmanlarını burada yapar. Hepsi bu. Öte yandan bu yıl sponsor bulunamadığı için “Bağ Bozumu Festivali” iptal edilmiş. Yazık değil mi?
Başkan Mutay ada yararına her türlü sponsorluğa sonuna kadar destek olmaya kararlı. “Örneğin, gelsinler şu naylon poşet meselesini çözelim” diyor, “Üzerlerine kendi adlarını yazacakları kesekâğıtları yapsınlar. Yüzlerce yıl çevreyi kirletecek olan naylon poşetleri sokmayalım adaya. Hem Türkiye’ye örnek olsunlar, hem de dünyaya!”... Hızlı tüketim maddeleri sektöründen ülkesini seven toplumsal sorumluluğunu duyurmak isteyenlere duyurulur!..
Roche’dan 3 ders
Deve kuşu ya da yorgan sendromu iletişimde hiçbir işe yaramaz. Yani etrafta fırtınalar koparken kafayı kuma gömmenin ya da yorganı başından yukarı çekip uyuyormuş gibi yapmanın bir anlamı yoktur iletişimde. Tam da tersi etki yapar. Adamın üstüne üstüne gelirler. Krizin hasarını azaltacağına artırırsın...
Roche ve ilaç sektörünün son bir iki haftadır SSk konusunda başlarına gelenleri, kim haklı kim haksız noktasında ele almak bizim haddimizi aşar. Ama bu dönemde iletişimin nasıl yönettikleri, ya da yönetemediklerinden iletişimcilerin öğrenecekleri çok şey olabilir. Sadece iş dünyası için değil, özel hayat için de...
Ders 1: Roche ‘3i’ kuralının hiçbirini hayata geçiremedi: İstişare, İkna ve İttifak... Tüm sosyal paydaşları ile istişare içinde olmalıydı ve bu da basına yansımalıydı. Olmadı. İkna edebildikleri kişi ve kurumlar kalkıp onlar adına olumlu mesajlar vermeliydi. Olmadı. Başta İlaç İşverenleri Sendikası olmak üzere, Türk Tabipler Birliği, Türk Eczacılar Birliği gibi kurumları yanlarına almaları gerekirdi. Olmadı. Bunları yapabilmek için ‘en büyük benim, ben her şeyi bilirim’ türünden hüsnü kuruntulardan kurtulmak gerekirdi. Görüldüğü kadarıyla o hüsnü kuruntu sürüyor...
Ders 2: Bu sayfayı izleyenler bilir. Gazetelere verilen kamuoyu duyuruları tam ters bir algılama oluşturur. Her gazeteye yarım sayfa ‘Ben masumum’ diye reklam vermek. ‘Demek ki bir yarası var’ algısı uyandırır. Gazeteye tabii ki ilan verilir. Ama savunma ilanı değil... Ve ilan diğer iletişim etkinlikleriyle entegre edilir. Roche ikisini de yapmadı. Polisin genel müdürlüğe düzenlediği baskından sonra yapılan açıklama da talihsizdi. “Hukuki sürecin gereği bir uygulamadır. Saygılıyız.” Malumu ilan. Yok ne yapacaktın... Belli ki krizi iletişimciler değil yöneticiler ya da avukatlar yönetiyor...
Ders 3: Düşenin dostu olmazmış. Demek ki, düşmeye başlamadan önce dostlukları garanti altına almak gerek. İlaç İşverenleri Sendikası (İEİS) de, Başkanı Bülent Eczacıbaşı da susup kaldılar... İşin ilginç tarafı bu gibi durumlarda bağlı olduğunuz kurum sustu mu, bu pasif bir şey değil aktif bir suçlama olarak algılanabiliyor. Bu arada İEİS de büyük yara aldı. Üyeleri nezdinde inandırıcılığını tehlikeye attı. Ya üyesini koruma altına almalıydı, ya da gerçeklerin ortaya çıkmasında referans görevi görmeliydi. Nasıl demiryollarında bir şey olunca, onların meslek kuruluşlarının söyledikleri bizim için kritik ise, burada da durum aynıydı. İEİS susarak hiç de iyi bir şey yapmadı.
İlk 5
BU hafta bazı tekrarlar olacak. Olsun. Bazı güzel reklamlar kendilerini tekrarlarsa, bu ancak reklama yarar:
1. Opel: “Çiçekçinin Opeli Combo”. Tuzluk gibi otomobil fotoğrafı koyup reklam yapmadıkları, tersine iç açıcı bir görsel kullandıkları için. 2. Telsim - Cepaile: “Aile arasında dakikaların, kontörlerin hesabı olmamalı”. Cep ve aile kavramını çok başarılı bir görsellikle anlattıkları için. 3. Arçelik: “Çamaşırınız çoksa – Yeriniz darsa”. Çeliksiz meliksiz, net başarılı grafik anlatım... 4. Güneş Sigorta: “Burada sizi ne bekliyor” (İnişli çıkışlı ortası çift sarı çizgili karayolu). Mesajın bu kadar yaratıcı kodlanmasına ender rastlanır 5. Fiat Albea: “Yeşil Panjurlu ev kalsın. Ben Albea isterim”. Yaz aylarını reklamsız geçmedikleri, satış yönelimli reklama taraıcılık kattıkları için.