Karar vermek bir şiddet olayıdır…
14 Kasım 2017 - Yeni Şafak
Bu yılki Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü sahiplerinden sinemacı ve reklamcı Yavuz Turgul’un yönetmenliğini üstlendiği filmler, ülkemiz sinema dünyasında ciddi yer etmiş yapımlardır. Bunların içinde sinema tarihimizde bir kırılma noktasına işaret eden Eşkıya (1996) özel bir yer tutar. Onu izleyen üç filmi de Gönül Yarası (2005), Kabadayı (2007), Av Mevsimi (2010), hepsi mesajları tartışılmış, Türk seyircisinin teveccühü ile karşılanmış, iyi iş yapmış ve sinema tarihimize altın harflerle kayıt düşülmüş nitelikli eserlerdir.
Hem sinema sanatı açısından ciddî kaygılar taşıyan, meselesi, tezi olan eserler ortaya koymak, hem de geniş kitlelere ulaşıp ticari başarı elde etmek, kolay iş değildir. Bunu bir tek pop klasikleri başarırlar. Yavuz Turgul’un eserleri de bize göre birer pop klasiğidir… Son filmi Yol Ayrımı da (2017) yeni bir pop klasiği olmaya adaydır. Hem Şener Şen’in ve Çiğdem Selışık Onat’ın muhteşem oyunculuklarıyla, hem kamera, ışık, dekor ile birlikte atmosfer yaratımıyla hem de büyük bir beğeniyle izlediğimiz Anjelika Akbar’ın besteleyip çaldığı olağanüstü müzikleriyle…
Yavuz Turgul’un tezi vardır. Tezi olan insan karşısında mutlaka anti tez oluşturur. Aynen siyasette olduğu gibi… Bu da o insanı seven – beğenenlerin yanı sıra bir o kadar da sevmeyen – beğenmeyenlerin oluşmasına neden olur. Aslında bu tür sanatçıları tezlerinden dolayı eleştirmek kadar yanlış bir şey olamaz. Bakılması gereken yer, o tezlerini hangi biçim – içerik – fenomen – öz dörtlüsü içinde anlatma becerisidir. Aslolan, eğer oluşmuşsa, sanatçının, o dörtlüğe üslubuyla damgasını vurarak ustalığa evrilmiş becerisiyle haşır neşir, hal hamur olmak ve bunun tadına varmak, sanatçı – sanat – izleyici arasındaki gelişmiş köprüyü keşfetmektir… Bu bağlamda Yavuz Turgul insana keşfedecek pek çok alan bırakmaktadır.
Yol Ayrımı’nda bazı Hollywood yapımlarında kullanılmış metaforlarla ille de bağlantı aramak (Bisiklet Hırsızları’ndan bisiklet, Yurttaş Kane’den kızak/Rosebad vb.), ya da filmi bir servet düşmanlığının eseri gibi görmek, ne yazık ki Turgul sinemasının tadına varmayı engelleyen entelektüel muhabbetlerden öteye gitmeyecektir.
Oysa o zaman Yavuz Turgul'un filmi boyunca bu kez sanki ‘Gözleriyle oynayan’ bir Şener Şen’i izlemenin keyfini kaçırabilir insan. Ruhsuzlaşmış ya da (Chomsky’nin ABD için söylediği gibi) maneviyatını kaybetmiş bir tekstil imparatoru Mazhar Kozanlı’nın kaza öncesi ve sonrasındaki duygular dünyasını Şen’in sadece gözlerinden okuyarak da takip edebiliyorduk. Buzdan bakışlar ve kaza sonrasında kendisini vicdanla tanıştıran ‘yeni hayat’ın biraz da hayret, yüklü sıcak bakışları…
Yol Ayrımı, dünyayı dünya olmaktan çıkaran vahşi kapitalizmin bir sistem olarak dayattığı ahlâki deformasyon ile vicdanı, merhameti, mukaddesleriyle var olabilecek olan insanı tahterevallinin iki ucunda buluşturmuş. Ama ne buluşturma! İkisi aynı tahta üzerinde var olabilirler mi ki?
Şener Şen’in bîhakkın üstesinden geldiği Mazhar Kozanlı rolünün başına gelen, bazılarının bir “Yeşilçam Klasiği” diye küçümsediğine tanık olduğumuz, dramı özetlemeye çalışalım:
Tekstil imparatoru Mazhar Kozanlı, kaza sonrasındaki yeni hayatında, yüzde 60’lık hissesini çalışanlarıyla paylaşmaya kalktığında, ömür boyu rahat yaşamalarına yetecek olan yüzde 40’lık hisselerin sahibi ailesinin, başta annesi olmak üzere (Çiğdem Selışık Onat) eşi ve çocuklarının, çevrelerindeki hukukçu ve psikiyatristlerin de desteğiyle kendisini nasıl gözden çıkarabildiklerine tanık olur.
Aile adına aileyi yok eden ihtiraslarla…
Kozanlı ailesinin vakt-i zamanında gadrine uğramış olduğu halde ‘düzeni’ ve dolayısıyla kendisini koruyabilmek için nefret duygularını bastırarak ailenin yanında saf tutan, Holding’in ikinci adamı, Mazhar beyin çocukluk arkadaşı Besim Bey’i (Şerif Erol), ‘Sistemin Sesi’ olarak düşünebiliriz. Sistemin Sesi, çocukluk arkadaşı Mazhar Bey’i uyaracaktır… Ama nafile…
Çünkü Mazhar Bey, başına gelen ve gelebilecek olan her türlü musibeti göğüslemeyi göze aldığı yeni hayatında Vicdanının Sesi’ni dinlemeyi amaç edinmiştir.
Sistemin sesi ile vicdanın sesi arasındaki büyük düelloyu da, Mazhar Bey’in vicdandan daha çok, kendini ve ânı yaşamayı seçmiş olan, hedonist kişiliği ile temayüz eden bir başka çocukluk arkadaşı Altan’ın (Rutkay Aziz) okuduğu şu mısralar gayet iyi özetlemektedir:
“bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben-
ben gittim daha az geçilmişinden,
ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.” (Robert Frost)
Bakın etrafınıza… Siyasette de, bilimde de, sanatta da kimlerin ipi göğüslediğini göreceksiniz. Tezi olanların, o tezlerini hayata geçirmek için cesaretle yollarına devam edenlerin…
Turgul filmde ne vahşi kapitalizme sahip çıkar ne de ‘carpe diem’ci hedonist entelektüel bireyciliğe… Karar vermek, iki seçenekten birini bir tür şiddetle ortadan kaldırmak demektir aslında. Yol Ayrımı da işte o şiddet olayının hikâyesidir…
Süleymaniye’deki 7.3 büyüklüğündeki depremde can verenlerin sayısı bu yazıyı yazarken 419’a yükselmişti. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, ailelerine sabırlar dilerim.
Hem sinema sanatı açısından ciddî kaygılar taşıyan, meselesi, tezi olan eserler ortaya koymak, hem de geniş kitlelere ulaşıp ticari başarı elde etmek, kolay iş değildir. Bunu bir tek pop klasikleri başarırlar. Yavuz Turgul’un eserleri de bize göre birer pop klasiğidir… Son filmi Yol Ayrımı da (2017) yeni bir pop klasiği olmaya adaydır. Hem Şener Şen’in ve Çiğdem Selışık Onat’ın muhteşem oyunculuklarıyla, hem kamera, ışık, dekor ile birlikte atmosfer yaratımıyla hem de büyük bir beğeniyle izlediğimiz Anjelika Akbar’ın besteleyip çaldığı olağanüstü müzikleriyle…
Yavuz Turgul’un tezi vardır. Tezi olan insan karşısında mutlaka anti tez oluşturur. Aynen siyasette olduğu gibi… Bu da o insanı seven – beğenenlerin yanı sıra bir o kadar da sevmeyen – beğenmeyenlerin oluşmasına neden olur. Aslında bu tür sanatçıları tezlerinden dolayı eleştirmek kadar yanlış bir şey olamaz. Bakılması gereken yer, o tezlerini hangi biçim – içerik – fenomen – öz dörtlüsü içinde anlatma becerisidir. Aslolan, eğer oluşmuşsa, sanatçının, o dörtlüğe üslubuyla damgasını vurarak ustalığa evrilmiş becerisiyle haşır neşir, hal hamur olmak ve bunun tadına varmak, sanatçı – sanat – izleyici arasındaki gelişmiş köprüyü keşfetmektir… Bu bağlamda Yavuz Turgul insana keşfedecek pek çok alan bırakmaktadır.
Yol Ayrımı’nda bazı Hollywood yapımlarında kullanılmış metaforlarla ille de bağlantı aramak (Bisiklet Hırsızları’ndan bisiklet, Yurttaş Kane’den kızak/Rosebad vb.), ya da filmi bir servet düşmanlığının eseri gibi görmek, ne yazık ki Turgul sinemasının tadına varmayı engelleyen entelektüel muhabbetlerden öteye gitmeyecektir.
Oysa o zaman Yavuz Turgul'un filmi boyunca bu kez sanki ‘Gözleriyle oynayan’ bir Şener Şen’i izlemenin keyfini kaçırabilir insan. Ruhsuzlaşmış ya da (Chomsky’nin ABD için söylediği gibi) maneviyatını kaybetmiş bir tekstil imparatoru Mazhar Kozanlı’nın kaza öncesi ve sonrasındaki duygular dünyasını Şen’in sadece gözlerinden okuyarak da takip edebiliyorduk. Buzdan bakışlar ve kaza sonrasında kendisini vicdanla tanıştıran ‘yeni hayat’ın biraz da hayret, yüklü sıcak bakışları…
Yol Ayrımı, dünyayı dünya olmaktan çıkaran vahşi kapitalizmin bir sistem olarak dayattığı ahlâki deformasyon ile vicdanı, merhameti, mukaddesleriyle var olabilecek olan insanı tahterevallinin iki ucunda buluşturmuş. Ama ne buluşturma! İkisi aynı tahta üzerinde var olabilirler mi ki?
Şener Şen’in bîhakkın üstesinden geldiği Mazhar Kozanlı rolünün başına gelen, bazılarının bir “Yeşilçam Klasiği” diye küçümsediğine tanık olduğumuz, dramı özetlemeye çalışalım:
Tekstil imparatoru Mazhar Kozanlı, kaza sonrasındaki yeni hayatında, yüzde 60’lık hissesini çalışanlarıyla paylaşmaya kalktığında, ömür boyu rahat yaşamalarına yetecek olan yüzde 40’lık hisselerin sahibi ailesinin, başta annesi olmak üzere (Çiğdem Selışık Onat) eşi ve çocuklarının, çevrelerindeki hukukçu ve psikiyatristlerin de desteğiyle kendisini nasıl gözden çıkarabildiklerine tanık olur.
Aile adına aileyi yok eden ihtiraslarla…
Kozanlı ailesinin vakt-i zamanında gadrine uğramış olduğu halde ‘düzeni’ ve dolayısıyla kendisini koruyabilmek için nefret duygularını bastırarak ailenin yanında saf tutan, Holding’in ikinci adamı, Mazhar beyin çocukluk arkadaşı Besim Bey’i (Şerif Erol), ‘Sistemin Sesi’ olarak düşünebiliriz. Sistemin Sesi, çocukluk arkadaşı Mazhar Bey’i uyaracaktır… Ama nafile…
Çünkü Mazhar Bey, başına gelen ve gelebilecek olan her türlü musibeti göğüslemeyi göze aldığı yeni hayatında Vicdanının Sesi’ni dinlemeyi amaç edinmiştir.
Sistemin sesi ile vicdanın sesi arasındaki büyük düelloyu da, Mazhar Bey’in vicdandan daha çok, kendini ve ânı yaşamayı seçmiş olan, hedonist kişiliği ile temayüz eden bir başka çocukluk arkadaşı Altan’ın (Rutkay Aziz) okuduğu şu mısralar gayet iyi özetlemektedir:
“bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben-
ben gittim daha az geçilmişinden,
ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.” (Robert Frost)
Bakın etrafınıza… Siyasette de, bilimde de, sanatta da kimlerin ipi göğüslediğini göreceksiniz. Tezi olanların, o tezlerini hayata geçirmek için cesaretle yollarına devam edenlerin…
Turgul filmde ne vahşi kapitalizme sahip çıkar ne de ‘carpe diem’ci hedonist entelektüel bireyciliğe… Karar vermek, iki seçenekten birini bir tür şiddetle ortadan kaldırmak demektir aslında. Yol Ayrımı da işte o şiddet olayının hikâyesidir…
Süleymaniye’deki 7.3 büyüklüğündeki depremde can verenlerin sayısı bu yazıyı yazarken 419’a yükselmişti. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, ailelerine sabırlar dilerim.