Kayıkçı kavgasından ancak bu çıkar
30 Mart 2009 Akşam Gazetesi
Seçimleri üç aşamada değerlendirmek gerekir. Öncesi, sırası ve sonrası... Değerlendirme ancak 'kıyaslama' ile (benchmarking) yapılabilir. Çünkü ortalama insan aklı, soyutlama ile maluldür ve ancak metaforlarla, benzetmelerle, kıyaslamalarla çıkarsamalara varabilir. 'Türkiye'de siyasi partiler, iletişim biliminden bihaberdir, daha da kötüsü bilmediklerini de bilmezler; onun için de seçimlerde insan, zaman ve para kaynağını maksimum verimlilikte kullanmayı beceremezler' demek yetmez... Kıyaslamalarla anlatmak gerekir...
Örnek alıp kıyaslayabileceğimiz üç seçim stratejisine bakmakta yarar olabilir.
Bir: 1950 seçimlerinde DP'yi iktidara taşıyan yaklaşım. İki: Yıllar önce Tony Blair'i iktidara getiren kampanya. Üç: Tabii ki, Barack Obama'nın kampanyası.
'Kıyaslama' (benchmarking) derken kastımız, 'kopyala-yapıştır' değildir. Ülkelerin kültür ve değerleri değişiktir, kampanya içerikleri birebir devralınamaz (Sarıgül'ün posterlerinde Obama'yı taklit etmesi gibi)...
Bir: Üç kampanyada da seçmen, seçimin bir parçası haline getirilmiştir. Bu seçimde ise liderler konuşmuş parti mensupları ve seçmenler dinlemiştir.
İki: Üç seçimde de günün en etkili mecraları en verimli şekilde kullanılmıştır. Obama'nın seçimi kazanmasında ve fon oluşturmasında müthiş bir araç olarak devreye sokulmuş olan internet bu seçimde keyfe keder yan unsur olarak ele alınmıştır.
Üç: Gerek DP, gerek Blair gerekse Obama kampanyalarında, tipik 'çift yönlü simetrik' iletişim yaklaşımı söz konusu olmuştur. (Karşılıklı değişimi kabullenmek)... Oysa bu seçimdeki tipik bir 'tek yönlü asimetrik' (saldım çayıra mevlam kayıra) duruşudur. Kürsüden, TV'lerden konuş; sakın halkın nabzına göre yönünü değiştirme... Seçmeni unut; rakibe saldırarak oradan oraya koştur...
Dört: Emir kipinde sloganların hiçbir işe yaramadığını Mısır'daki sağır sultan da bilir; iletişim fakültesi birinci sınıf öğrencisi de. Trafikte ölümlü kazaların arttığı yıllar, 'Trafik Canavarı Olmayın' kampanyasının yürütüldüğü yıllardı. Emir kipinde maçların nasıl izlenmesi, oynanması gerektiğini sert bir ses tonuyla anlatan 'Lütfen!' kampanyasının başladığı yıl, futbol sahalarında şiddetin azdığı yıl oldu... Bu seçimdeki sloganların bir iki tanesi dışında tamamına yakını emir kipindeydi: 'Büyük düşün!', 'Yüreğini koy', 'Kararlı kararsız herkes yarın sandık başına', 'Uyan artık İstanbul'...
Beş: Sloganlar öylesine asimetrik ve tek yönlüydü ki, seçimden bir iki gün önce Era Research & Consulting firmasının yaptığı araştırmada da ortaya çıktığı gibi, kimse sloganları hatırlamıyordu. Çünkü bunlar mesaj hüviyetinde değildi ve seçmenin her zaman bilinçaltından sorduğu 'bunun sonunda benim çıkarıma ne var?' sorusuna yanıt vermiyordu. Oysa o seçmenin hatırı sayılır bir kısmı, üstüne vazife olmamasına rağmen Obama'nın 'değişim' sloganını (Change we believe in) biliyordu.
Altı: Seçmenle bütünleşmek bir kenara bırakıldı. AK Parti'yi bir zamanlar iktidara taşımış olan İstişare - İkna - İttifak üçlemesi (3İ) -James Grunig'in simetrik iletişim dediğine benzer bir yöntem-, bizzat AK Parti tarafından neredeyse tamamen unutuldu. 'Ben bilmem Başkan bilir!' havası diğer partiler gibi onlara da bulaştı. Neticede iş seçmenlerin katıldığı geniş bir platformundan çok liderlerin 'kayıkçı kavgası' halinde tezahür etti... Oysa Blair 'Sosyal Paydaş yaklaşımı' ile Obama internet vasıtasıyla devreye soktuğu gençlerden oluşan destekçi ordusuyla iktidara hep birlikte yürümüşlerdi. Bir zamanlar DP'nin, hatta AK Parti'nin yaptığı gibi...
Yedi: Her dönemde olduğu gibi partiler, bu 'entipüften sözüm ona' siyasi iletişime bile seçimlere bir - iki ay kala başladılar ve kendileri konuşup kendileri dinlediler. Araştırmalar kimsenin aklında bir şey kalmadığını söylüyor... Olur mu böyle siyasi iletişim?
Peki olursa ne olur?
Sonuç: Bir - iki küçük sürpriz dışında bu seçimler hiçbir şeyi 'değiştirmeyecektir'... Herkes bir şekilde sonuçları kendine yontacak ve seçimin galibi olduğunu iddia edecektir.
Türkiye'de bu seçimlerde liderler yarışmıştır; partiler, programlar, projeler, kadrolar, adaylar değil. Örneğin Çağlayan mitinginde Sayın Deniz Baykal'ın kendi adayı Kılıçdaroğlu'na hiç söz vermemesi yadırganmadı bile...
Bu seçimin sonuçları genel seçim sonuçlarıyla karşılaştırılacak. Referandum havası estirilmeye çalışılacak; bu da bir işe yaramayacak; su akıp yolunu bulacaktır...
Diğer bölgelerden çok İstanbul, Ankara, İzmir, Kadıköy, Şişli, Bakırköy, Çankaya, Antalya sonuçlarına bakılacaktır... Siyasi iletişimin bütünselliği unutulacaktır...
Öncesi, sırası ve sonrası bir bütün olarak yönetilmesi gerekirken, seçim sonrası, meydanlarda ve TV'lerde ne denmişse orada kalacak, unutulacak; yeni bir dönem başlayacaktır.
Bu şu demektir: Bu seçimin de gösterdiği gibi, Türkiye'de iktidara gelebilmek için mevcut ve kurulacak partileri müthiş fırsatlar beklemektedir... Obama örneğinde olduğu gibi, halkla bütünleşebilecek, interneti son derece etkili bir biçimde kullanıp, çift yönlü simetrik iletişim kurabilecek; sosyal paydaşlık yaklaşımını, 'Üç İ'yi adam gibi devreye sokacak, halkın sevgi ve güvenini kazanmış bir kariyer ve/veya kahramanlık menkıbesi ile ortaya çıkacak, para, insan ve zaman kaynağını en verimli şekilde kullanmayı bilecek bir lider ve partisi 2011 seçimlerini siler süpürür...
Seçimleri üç aşamada değerlendirmek gerekir. Öncesi, sırası ve sonrası... Değerlendirme ancak 'kıyaslama' ile (benchmarking) yapılabilir. Çünkü ortalama insan aklı, soyutlama ile maluldür ve ancak metaforlarla, benzetmelerle, kıyaslamalarla çıkarsamalara varabilir. 'Türkiye'de siyasi partiler, iletişim biliminden bihaberdir, daha da kötüsü bilmediklerini de bilmezler; onun için de seçimlerde insan, zaman ve para kaynağını maksimum verimlilikte kullanmayı beceremezler' demek yetmez... Kıyaslamalarla anlatmak gerekir...
Örnek alıp kıyaslayabileceğimiz üç seçim stratejisine bakmakta yarar olabilir.
Bir: 1950 seçimlerinde DP'yi iktidara taşıyan yaklaşım. İki: Yıllar önce Tony Blair'i iktidara getiren kampanya. Üç: Tabii ki, Barack Obama'nın kampanyası.
'Kıyaslama' (benchmarking) derken kastımız, 'kopyala-yapıştır' değildir. Ülkelerin kültür ve değerleri değişiktir, kampanya içerikleri birebir devralınamaz (Sarıgül'ün posterlerinde Obama'yı taklit etmesi gibi)...
Bir: Üç kampanyada da seçmen, seçimin bir parçası haline getirilmiştir. Bu seçimde ise liderler konuşmuş parti mensupları ve seçmenler dinlemiştir.
İki: Üç seçimde de günün en etkili mecraları en verimli şekilde kullanılmıştır. Obama'nın seçimi kazanmasında ve fon oluşturmasında müthiş bir araç olarak devreye sokulmuş olan internet bu seçimde keyfe keder yan unsur olarak ele alınmıştır.
Üç: Gerek DP, gerek Blair gerekse Obama kampanyalarında, tipik 'çift yönlü simetrik' iletişim yaklaşımı söz konusu olmuştur. (Karşılıklı değişimi kabullenmek)... Oysa bu seçimdeki tipik bir 'tek yönlü asimetrik' (saldım çayıra mevlam kayıra) duruşudur. Kürsüden, TV'lerden konuş; sakın halkın nabzına göre yönünü değiştirme... Seçmeni unut; rakibe saldırarak oradan oraya koştur...
Dört: Emir kipinde sloganların hiçbir işe yaramadığını Mısır'daki sağır sultan da bilir; iletişim fakültesi birinci sınıf öğrencisi de. Trafikte ölümlü kazaların arttığı yıllar, 'Trafik Canavarı Olmayın' kampanyasının yürütüldüğü yıllardı. Emir kipinde maçların nasıl izlenmesi, oynanması gerektiğini sert bir ses tonuyla anlatan 'Lütfen!' kampanyasının başladığı yıl, futbol sahalarında şiddetin azdığı yıl oldu... Bu seçimdeki sloganların bir iki tanesi dışında tamamına yakını emir kipindeydi: 'Büyük düşün!', 'Yüreğini koy', 'Kararlı kararsız herkes yarın sandık başına', 'Uyan artık İstanbul'...
Beş: Sloganlar öylesine asimetrik ve tek yönlüydü ki, seçimden bir iki gün önce Era Research & Consulting firmasının yaptığı araştırmada da ortaya çıktığı gibi, kimse sloganları hatırlamıyordu. Çünkü bunlar mesaj hüviyetinde değildi ve seçmenin her zaman bilinçaltından sorduğu 'bunun sonunda benim çıkarıma ne var?' sorusuna yanıt vermiyordu. Oysa o seçmenin hatırı sayılır bir kısmı, üstüne vazife olmamasına rağmen Obama'nın 'değişim' sloganını (Change we believe in) biliyordu.
Altı: Seçmenle bütünleşmek bir kenara bırakıldı. AK Parti'yi bir zamanlar iktidara taşımış olan İstişare - İkna - İttifak üçlemesi (3İ) -James Grunig'in simetrik iletişim dediğine benzer bir yöntem-, bizzat AK Parti tarafından neredeyse tamamen unutuldu. 'Ben bilmem Başkan bilir!' havası diğer partiler gibi onlara da bulaştı. Neticede iş seçmenlerin katıldığı geniş bir platformundan çok liderlerin 'kayıkçı kavgası' halinde tezahür etti... Oysa Blair 'Sosyal Paydaş yaklaşımı' ile Obama internet vasıtasıyla devreye soktuğu gençlerden oluşan destekçi ordusuyla iktidara hep birlikte yürümüşlerdi. Bir zamanlar DP'nin, hatta AK Parti'nin yaptığı gibi...
Yedi: Her dönemde olduğu gibi partiler, bu 'entipüften sözüm ona' siyasi iletişime bile seçimlere bir - iki ay kala başladılar ve kendileri konuşup kendileri dinlediler. Araştırmalar kimsenin aklında bir şey kalmadığını söylüyor... Olur mu böyle siyasi iletişim?
Peki olursa ne olur?
Sonuç: Bir - iki küçük sürpriz dışında bu seçimler hiçbir şeyi 'değiştirmeyecektir'... Herkes bir şekilde sonuçları kendine yontacak ve seçimin galibi olduğunu iddia edecektir.
Türkiye'de bu seçimlerde liderler yarışmıştır; partiler, programlar, projeler, kadrolar, adaylar değil. Örneğin Çağlayan mitinginde Sayın Deniz Baykal'ın kendi adayı Kılıçdaroğlu'na hiç söz vermemesi yadırganmadı bile...
Bu seçimin sonuçları genel seçim sonuçlarıyla karşılaştırılacak. Referandum havası estirilmeye çalışılacak; bu da bir işe yaramayacak; su akıp yolunu bulacaktır...
Diğer bölgelerden çok İstanbul, Ankara, İzmir, Kadıköy, Şişli, Bakırköy, Çankaya, Antalya sonuçlarına bakılacaktır... Siyasi iletişimin bütünselliği unutulacaktır...
Öncesi, sırası ve sonrası bir bütün olarak yönetilmesi gerekirken, seçim sonrası, meydanlarda ve TV'lerde ne denmişse orada kalacak, unutulacak; yeni bir dönem başlayacaktır.
Bu şu demektir: Bu seçimin de gösterdiği gibi, Türkiye'de iktidara gelebilmek için mevcut ve kurulacak partileri müthiş fırsatlar beklemektedir... Obama örneğinde olduğu gibi, halkla bütünleşebilecek, interneti son derece etkili bir biçimde kullanıp, çift yönlü simetrik iletişim kurabilecek; sosyal paydaşlık yaklaşımını, 'Üç İ'yi adam gibi devreye sokacak, halkın sevgi ve güvenini kazanmış bir kariyer ve/veya kahramanlık menkıbesi ile ortaya çıkacak, para, insan ve zaman kaynağını en verimli şekilde kullanmayı bilecek bir lider ve partisi 2011 seçimlerini siler süpürür...