Keşke biraz ‘romantik’ olabilselerdi...
11 MART 2012
Abant Platformu’na CHP ilk kez temsilci göndermiş. CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak ve PM üyesi Muhammed Çakmak birlikte katılmışlar bu toplantıya. Bizim gazetede, Şenay Yıldız’ın izlediği haberin CHP’ye ilişkin bölümü “Kılıçdaroğlu’ndan ‘Abant’ açılımı” başlığıyla verilmiş.
CHP’li Tokmak toplantının açılışında yaptığı konuşmada şöyle demiş:
“Anayasa toplumlar için çok önemli bir metindir; ancak tüm sorunları çözecek nihai bir metin değildir. Bu nedenle insanları Anayasa’ya ilişkin bir romantizme sürüklemeyelim, gerçekçi olalım. Toplumun büyük kesimi ve siyasetçiler, Türkiye’nin yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı olduğu konusunda hemfikir fakat beklentiler farklı. Sorun da buradan çıkıyor. Bir entelektüel uzlaşmayı ortaya koymak istiyoruz. Buradan uyarıda bulunmak istiyorum: İktidar olmak, Türkiye’deki farklı sesleri ötekileştirmek anlamına gelmemelidir.”
Abant Platformu’nda CHP’nin temsil edilmesi ne kadar olumlu bir ‘atak’ ise, bu konuşma da özü itibarı ile o kadar ‘edilgin’ bir tona dayalı bir tür ‘söylem patinajı’. Hani ‘Ben niyete bakarım’ derler ya… Aslında sağduyunun sesi gibidir bu ifade... Mazaretlerin ardında bazen kuzu kuzu bazen tilki tilki yatan, davranış öncesi ruh halini gizleyen o tuhaf gölge... ‘Niyet’, demişiz adına.
Anayasa, tüm sorunları çözecek, nihai bir metin değilmiş. Doğru. Peki tüm sorunları çözebilecek nihai bir metni ömrü hayatı boyunca gören bir Allah’ın kulu var mıymış? O zaman bu cümle ne anlama geliyormuş? Demek ki anlamı yokmuş. Dahası; ‘Romantizme sürüklemeyelim’ demek, akla hemen zıddını, ‘realizme sürükleyelim’ yaklaşımını getirmez mi? Zaten dibine kadar o realizmin içinde değil miyiz?
Farklı sesler, ‘öteki’ veya ‘beriki’ kompleksine kapılmadan, gerçek niyetini saklamadan tartışmaya ne zaman başlayacak dersiniz? Çünkü bu bile ‘oyalanmanın ve patinajın’ ortaya çıkmasını sağlayacak önemli bir adım olurdu.
Arkadaşlar keşke biraz ‘romantik’ olabilseler.
Siyasetçiler ‘ittifaklar’ meselesini anlayamıyor.
Galiba tüm mesele, kendisini ‘öteki’ hissetmenin ya da hissettirilmenin ötesine taşıp, ‘ittifak’ kelimesinin anlamını ve gereklerini idrak etme konusunda düğümleniyor.
Örneğin Meclis’teki Milli Eğitim Komisyonu’ndaki tartışmalar sırasında karşılıklı ‘zorba’lık ithamları arasında Komisyon Başkanı Nabi Avcı’nın “Gerekirse gizli oturum yaparız. Nezaketimi acziyet olarak görmeyin” diyen ‘realist’ ve bir o kadar da ‘zarif’ ifadelerine karşılık CHP’li Muharrem İnce’nin “Yüreğin varsa yap!” diye karşılık vermesine ne demeli?
Mesele açık ya da gizli oturum yapılması değil, bir ‘üslup’ meselesidir. Nabi Avcı’nın bu açık ve zarif ifadesini çevresindeki kaç Ak Partili ya da CHP’li veya MHP’li siyasetçi, yeterince doğru değerlendirebilecek bir hüsnüniyetten nasibini almıştır acaba? ‘İttifak’ meselesini anladıklarına dair en ufak bir işaret vermiyorlar.
İlber Ortaylı hocanın ‘ittifak’ ile ‘bağlanma’yı birbirinden ayırt etmeyi beceremediğimizi dile getirdiği cümleleri anımsamakta yarar var:
“Yaygın bir durum bu. Politikacılarda var, aydınlarda var. (...) İttifaklar ‘mantık’ gereği olarak kurulur. Duygusal ittifak olmaz.” (Zaman Kaybolmaz / Sayfa: 494)
Hoca bu cümlelerinde bizim ecnebi aydınlarımızı da kastediyor. Ağzı açık Batı hayranlarının tıpkı bir Avrupalı gibi ‘devlete’ duygusal bağlarının olmadığını belirtip bu coğrafyaya olan ilgilerinin ise ‘duygusal’ olduğunun altını çiziyor ki; bence muhteşem bir tespit. Sonra da ‘kendini kapatan’ toplumların ‘ittifak’ ile ‘bağlanma’ ayrımı yapamadığını dile getiriyor.
Bu köşede zaman zaman ‘ittifak kurmasını bilmeyen siyaset yapamaz’ ya da ‘İktidar yolu ittifaklarla açılır’ diye yazarak tepindiğim için olmalı, İlber Hoca’nın sözleri ilaç gibi geldi.
‘Mutluluk araştırmaları’ bize ne söylüyor?
Mutluluk kolay kolay ölçülebilen bir kavram olmadığından mıdır nedir, bu konudaki araştırmalarda ‘kendini iyi hisseden’lerin sayıları fazla çıktıkça herkes kendisinden şüphelenir hale gelebiliyor. ‘Nasıl oluyor da benim dışımda herkesin keyfi yerinde!” diyenler için hemen söyleyelim ki, bu araştırmalar entelektüel ve felsefi bir amaca hizmet etsin diye yapılmıyor.
Dünyadan ne beklediklerine, hayat tarzlarına, hayallerine biraz uygun, şükretmeleri için gerekli birkaç somut veriye sahip her insan kendisini ‘mutlu’ addedebilir. Türkiye’de yapılan tüm araştırmalar, toplumda mutluluk endeksinin arttığını gösteriyor. Örneğin, 3.551 hane halkında bulunan 18 ve yukarı yaştaki 7.368 bireyle yüzyüze görüşen Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) araştırmasının sonuçlarını da bu bakış açısıyla değerlendirdiğimizde durumu gayet net anlayabiliriz.
Bir yandan haftalardır ‘kadına şiddet’i konuşurken öte yandan araştırmaya katılan kadınlarımızda mutluluk oranı %64.6’a yükseldiğini tespit etmek, bizi iki davranış biçimine götürebilir: Ya, ‘Bu araştırma yanlış’ deriz; ya da ‘Bu toplumun kültür ve değerlerini daha yakından öğrenmek durumundayım”... İkincisinin yararı daha çok. Bilmediğimizi itiraf edersek öğrenme şansımız oluşabilir çünkü.
CHP’li Tokmak toplantının açılışında yaptığı konuşmada şöyle demiş:
“Anayasa toplumlar için çok önemli bir metindir; ancak tüm sorunları çözecek nihai bir metin değildir. Bu nedenle insanları Anayasa’ya ilişkin bir romantizme sürüklemeyelim, gerçekçi olalım. Toplumun büyük kesimi ve siyasetçiler, Türkiye’nin yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı olduğu konusunda hemfikir fakat beklentiler farklı. Sorun da buradan çıkıyor. Bir entelektüel uzlaşmayı ortaya koymak istiyoruz. Buradan uyarıda bulunmak istiyorum: İktidar olmak, Türkiye’deki farklı sesleri ötekileştirmek anlamına gelmemelidir.”
Abant Platformu’nda CHP’nin temsil edilmesi ne kadar olumlu bir ‘atak’ ise, bu konuşma da özü itibarı ile o kadar ‘edilgin’ bir tona dayalı bir tür ‘söylem patinajı’. Hani ‘Ben niyete bakarım’ derler ya… Aslında sağduyunun sesi gibidir bu ifade... Mazaretlerin ardında bazen kuzu kuzu bazen tilki tilki yatan, davranış öncesi ruh halini gizleyen o tuhaf gölge... ‘Niyet’, demişiz adına.
Anayasa, tüm sorunları çözecek, nihai bir metin değilmiş. Doğru. Peki tüm sorunları çözebilecek nihai bir metni ömrü hayatı boyunca gören bir Allah’ın kulu var mıymış? O zaman bu cümle ne anlama geliyormuş? Demek ki anlamı yokmuş. Dahası; ‘Romantizme sürüklemeyelim’ demek, akla hemen zıddını, ‘realizme sürükleyelim’ yaklaşımını getirmez mi? Zaten dibine kadar o realizmin içinde değil miyiz?
Farklı sesler, ‘öteki’ veya ‘beriki’ kompleksine kapılmadan, gerçek niyetini saklamadan tartışmaya ne zaman başlayacak dersiniz? Çünkü bu bile ‘oyalanmanın ve patinajın’ ortaya çıkmasını sağlayacak önemli bir adım olurdu.
Arkadaşlar keşke biraz ‘romantik’ olabilseler.
Siyasetçiler ‘ittifaklar’ meselesini anlayamıyor.
Galiba tüm mesele, kendisini ‘öteki’ hissetmenin ya da hissettirilmenin ötesine taşıp, ‘ittifak’ kelimesinin anlamını ve gereklerini idrak etme konusunda düğümleniyor.
Örneğin Meclis’teki Milli Eğitim Komisyonu’ndaki tartışmalar sırasında karşılıklı ‘zorba’lık ithamları arasında Komisyon Başkanı Nabi Avcı’nın “Gerekirse gizli oturum yaparız. Nezaketimi acziyet olarak görmeyin” diyen ‘realist’ ve bir o kadar da ‘zarif’ ifadelerine karşılık CHP’li Muharrem İnce’nin “Yüreğin varsa yap!” diye karşılık vermesine ne demeli?
Mesele açık ya da gizli oturum yapılması değil, bir ‘üslup’ meselesidir. Nabi Avcı’nın bu açık ve zarif ifadesini çevresindeki kaç Ak Partili ya da CHP’li veya MHP’li siyasetçi, yeterince doğru değerlendirebilecek bir hüsnüniyetten nasibini almıştır acaba? ‘İttifak’ meselesini anladıklarına dair en ufak bir işaret vermiyorlar.
İlber Ortaylı hocanın ‘ittifak’ ile ‘bağlanma’yı birbirinden ayırt etmeyi beceremediğimizi dile getirdiği cümleleri anımsamakta yarar var:
“Yaygın bir durum bu. Politikacılarda var, aydınlarda var. (...) İttifaklar ‘mantık’ gereği olarak kurulur. Duygusal ittifak olmaz.” (Zaman Kaybolmaz / Sayfa: 494)
Hoca bu cümlelerinde bizim ecnebi aydınlarımızı da kastediyor. Ağzı açık Batı hayranlarının tıpkı bir Avrupalı gibi ‘devlete’ duygusal bağlarının olmadığını belirtip bu coğrafyaya olan ilgilerinin ise ‘duygusal’ olduğunun altını çiziyor ki; bence muhteşem bir tespit. Sonra da ‘kendini kapatan’ toplumların ‘ittifak’ ile ‘bağlanma’ ayrımı yapamadığını dile getiriyor.
Bu köşede zaman zaman ‘ittifak kurmasını bilmeyen siyaset yapamaz’ ya da ‘İktidar yolu ittifaklarla açılır’ diye yazarak tepindiğim için olmalı, İlber Hoca’nın sözleri ilaç gibi geldi.
‘Mutluluk araştırmaları’ bize ne söylüyor?
Mutluluk kolay kolay ölçülebilen bir kavram olmadığından mıdır nedir, bu konudaki araştırmalarda ‘kendini iyi hisseden’lerin sayıları fazla çıktıkça herkes kendisinden şüphelenir hale gelebiliyor. ‘Nasıl oluyor da benim dışımda herkesin keyfi yerinde!” diyenler için hemen söyleyelim ki, bu araştırmalar entelektüel ve felsefi bir amaca hizmet etsin diye yapılmıyor.
Dünyadan ne beklediklerine, hayat tarzlarına, hayallerine biraz uygun, şükretmeleri için gerekli birkaç somut veriye sahip her insan kendisini ‘mutlu’ addedebilir. Türkiye’de yapılan tüm araştırmalar, toplumda mutluluk endeksinin arttığını gösteriyor. Örneğin, 3.551 hane halkında bulunan 18 ve yukarı yaştaki 7.368 bireyle yüzyüze görüşen Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) araştırmasının sonuçlarını da bu bakış açısıyla değerlendirdiğimizde durumu gayet net anlayabiliriz.
Bir yandan haftalardır ‘kadına şiddet’i konuşurken öte yandan araştırmaya katılan kadınlarımızda mutluluk oranı %64.6’a yükseldiğini tespit etmek, bizi iki davranış biçimine götürebilir: Ya, ‘Bu araştırma yanlış’ deriz; ya da ‘Bu toplumun kültür ve değerlerini daha yakından öğrenmek durumundayım”... İkincisinin yararı daha çok. Bilmediğimizi itiraf edersek öğrenme şansımız oluşabilir çünkü.