Keşke bizde de olsa
18 eylül 2018 - yeni şafak
Lobicilik deyince bizim ülkemizde genelde insanların aklına başka şeyler geliyor: Rüşvet vermek, ‘adam ayarlamak’, kara propaganda… Oysa lobicilik genellikle merkezi hükümet çevrelerini hem doğru hem de ilgili grubun çıkarına bilgilerle donatmak için kurulan strateji ve uygulamaların bütünüdür.
TÜSİAD’ın Almanya’daki temsilcisi Alper Üçok, Twitter ortamında bir içerik paylaşmış. Buna göre, Avrupa’daki lobicilik faaliyetleri Amerika’yı geçmiş. Bunda ne var, diyebilirsiniz. Tarihsel birkaç örnek ve veriyle bu durumu ele aldığımızda dikkat çekici sonuçlar ortaya çıkıyor.
Amerika, ülke topraklarında çalışan lobicileri kayıt altına almaya 1946 yılında başlamış. Yani, o dönemlerde lobici olmak isteyen, devlet tarafından kayıt altına alınıyormuş. Amerika’ya en yakın dönemde bu ‘kayıt altına’ alma işini yapan ülke ise 1989 yılında Kanada olmuş. Sonra sırasıyla şu ülkeler kayıt işlemine geçmişler: Litvanya (2000), Polonya (2005), Tayvan (2007), Avustralya (2008), İrlanda (2008), İsrail (2008), Fransa (2009), Danimarka (2010), Avrupa Birliği (2011), Büyük Britanya (2011).
Amerika’da 2018’in Temmuz ayı itibariyle 10 bin 840 lobi faaliyetçisi bulunuyormuş. Bu faaliyetler için harcanan yıllık rakam ise 3 milyar dolar civarındaymış.
Avrupa’ya bakıldığında ise harcama toplamı Amerika’nın gerisinde kalıyor; fakat lobici sayısı da 11 bin 840 ile Amerika’yı geçiyor.
Amerika’da bazı şirketlerin 2017 yılı içerisindeki lobicilik bütçeleri ise şöyle: AT&T (16,9 milyon euro), Alphabet (15,5 milyon euro), Boeing (14,3 milyon euro), Dow Dupont 13,6 milyon euro), Bayer (12,7 milyon euro), Amazon (11,1 milyon euro), Oracle (10,6 milyon euro).
Avrupa’daki şirketlerin ayırdıkları bütçeler biraz daha kısıtlı: Alphabet (5,4 milyon euro), Microsoft (4,6 milyon euro), Royal Dutch Shell (4,6 milyon euro), Exxon Mobil (3,9 milyon euro), BASF (3,3 milyon euro), Siemes (3,2 milyon euro), BP (2,9 milyon euro), General Electric (2,9 milyon euro).
Avrupa Birliği’nin bir dönem iletişimden sorumlu Komiseri (Bakan) bir keresinde “Burada 30 bin lobi firması var. Onlar olmasa yandık!” demişti. Devlet lobicileri bütün dünyada doğru enformasyon edinmek için kullanıyor. Halbuki bizde lobicinin ne itibarı var ne de adam gibi faydası…
Peki, bu rakamları niye verdik? Aslında lobiciliğin Amerika ve Avrupa’da çok yaygın olduğunu, gayet yüksek itibara sahip şirketlerin bunun için çok ciddi bütçeler ayırdığını, bu sürecin özellikle devlet kurumlarında karar alma mekanizmasını hızlandırmak amacıyla kullanılabileceğinin altını çizmek için…
İlaç firmaları, tarım şirketleri, silah sanayii, içki ya da tütün ürünleri firmaları ve tüm sektör dernek ile vakıfları lobiciliği pek tabi ilk kullanacak firmalar arasında olurdu. Ya da örneğin son dönemde perakendeciler ve AVM’cilerin hepsi, kiraların döviz mi yoksa TL mi ödeneceğini sorguluyor; hepsi kendi açılarına göre bir aksiyon alınmasını talep ediyor. İşte, son birkaç haftadır yaşadığımız bu tartışmaya en güzel lobicilik aktiviteleri yanıt verebilirdi; eğer tabi Türkiye’de lobi kültürü gelişmiş olsaydı…
Bundan 11 yıl önce, bu konuyu yazmışız, aradan geçen zaman içerisinde de bu sütunda hatırlatmışız.
İş adamı Sadettin Saran 11 sene önce ABD’ye gitmiş. Herhalde ciddi bir rakam ödeyip Başkan Adayı Hillary Clinton’un New York’taki yemeğine katılmış...
Saran, Hillary’ye demiş ki: “Ermeni tasarısı için desteğiniz bizi çok üzdü.”
Hillary Clinton ise şu yanıtı vermiş: “Ermeni lobisi üç yıldır benimle görüşüyor. Ama Türkler bir kez bile aramadı!”
Lobicilik ya da modern adıyla kamu ilişkileri; devlet kademelerini ve siyasi otoriteyi bilgilendirerek, doğru karar verilmesini sağlamak, ‘kazan – kazan’ ortamları yaratmak ilkesi üzerine kurulu bir halka ilişkiler disiplini… Keşke bizde de çağdaş biçimiyle yerleşmiş olsa!
TÜSİAD’ın Almanya’daki temsilcisi Alper Üçok, Twitter ortamında bir içerik paylaşmış. Buna göre, Avrupa’daki lobicilik faaliyetleri Amerika’yı geçmiş. Bunda ne var, diyebilirsiniz. Tarihsel birkaç örnek ve veriyle bu durumu ele aldığımızda dikkat çekici sonuçlar ortaya çıkıyor.
Amerika, ülke topraklarında çalışan lobicileri kayıt altına almaya 1946 yılında başlamış. Yani, o dönemlerde lobici olmak isteyen, devlet tarafından kayıt altına alınıyormuş. Amerika’ya en yakın dönemde bu ‘kayıt altına’ alma işini yapan ülke ise 1989 yılında Kanada olmuş. Sonra sırasıyla şu ülkeler kayıt işlemine geçmişler: Litvanya (2000), Polonya (2005), Tayvan (2007), Avustralya (2008), İrlanda (2008), İsrail (2008), Fransa (2009), Danimarka (2010), Avrupa Birliği (2011), Büyük Britanya (2011).
Amerika’da 2018’in Temmuz ayı itibariyle 10 bin 840 lobi faaliyetçisi bulunuyormuş. Bu faaliyetler için harcanan yıllık rakam ise 3 milyar dolar civarındaymış.
Avrupa’ya bakıldığında ise harcama toplamı Amerika’nın gerisinde kalıyor; fakat lobici sayısı da 11 bin 840 ile Amerika’yı geçiyor.
Amerika’da bazı şirketlerin 2017 yılı içerisindeki lobicilik bütçeleri ise şöyle: AT&T (16,9 milyon euro), Alphabet (15,5 milyon euro), Boeing (14,3 milyon euro), Dow Dupont 13,6 milyon euro), Bayer (12,7 milyon euro), Amazon (11,1 milyon euro), Oracle (10,6 milyon euro).
Avrupa’daki şirketlerin ayırdıkları bütçeler biraz daha kısıtlı: Alphabet (5,4 milyon euro), Microsoft (4,6 milyon euro), Royal Dutch Shell (4,6 milyon euro), Exxon Mobil (3,9 milyon euro), BASF (3,3 milyon euro), Siemes (3,2 milyon euro), BP (2,9 milyon euro), General Electric (2,9 milyon euro).
Avrupa Birliği’nin bir dönem iletişimden sorumlu Komiseri (Bakan) bir keresinde “Burada 30 bin lobi firması var. Onlar olmasa yandık!” demişti. Devlet lobicileri bütün dünyada doğru enformasyon edinmek için kullanıyor. Halbuki bizde lobicinin ne itibarı var ne de adam gibi faydası…
Peki, bu rakamları niye verdik? Aslında lobiciliğin Amerika ve Avrupa’da çok yaygın olduğunu, gayet yüksek itibara sahip şirketlerin bunun için çok ciddi bütçeler ayırdığını, bu sürecin özellikle devlet kurumlarında karar alma mekanizmasını hızlandırmak amacıyla kullanılabileceğinin altını çizmek için…
İlaç firmaları, tarım şirketleri, silah sanayii, içki ya da tütün ürünleri firmaları ve tüm sektör dernek ile vakıfları lobiciliği pek tabi ilk kullanacak firmalar arasında olurdu. Ya da örneğin son dönemde perakendeciler ve AVM’cilerin hepsi, kiraların döviz mi yoksa TL mi ödeneceğini sorguluyor; hepsi kendi açılarına göre bir aksiyon alınmasını talep ediyor. İşte, son birkaç haftadır yaşadığımız bu tartışmaya en güzel lobicilik aktiviteleri yanıt verebilirdi; eğer tabi Türkiye’de lobi kültürü gelişmiş olsaydı…
Bundan 11 yıl önce, bu konuyu yazmışız, aradan geçen zaman içerisinde de bu sütunda hatırlatmışız.
İş adamı Sadettin Saran 11 sene önce ABD’ye gitmiş. Herhalde ciddi bir rakam ödeyip Başkan Adayı Hillary Clinton’un New York’taki yemeğine katılmış...
Saran, Hillary’ye demiş ki: “Ermeni tasarısı için desteğiniz bizi çok üzdü.”
Hillary Clinton ise şu yanıtı vermiş: “Ermeni lobisi üç yıldır benimle görüşüyor. Ama Türkler bir kez bile aramadı!”
Lobicilik ya da modern adıyla kamu ilişkileri; devlet kademelerini ve siyasi otoriteyi bilgilendirerek, doğru karar verilmesini sağlamak, ‘kazan – kazan’ ortamları yaratmak ilkesi üzerine kurulu bir halka ilişkiler disiplini… Keşke bizde de çağdaş biçimiyle yerleşmiş olsa!