Keşke haklı çıkmasaydım...
12 KASIM 2006
Tersi olsaydı beni tefe koyarlardı... Yani Deniz Akkaya’nın ‘Marka Müdürlüğü’nü üstlendiği dergisi Dishy kapanmasaydı, başarıdan başarıya ulaşsaydı, beni ‘şeamet tellallığı’ ve ‘kötü niyetli’ olmakla suçlayacaklardı... Ya da Hülya Avşar’ın zeytin yağları, sabunları ve diğer Hülya Avşar markalı ürünler deli gibi satsaydı...
Tam da bu ‘ünlüleri’ bize biraz da kendileri ‘marka imiş’ gibi sundukları, o seminere bu panele ‘konuşmacı’ olarak davet ettikleri günlerde kalkıp “Bu arkadaşlar belki ünlüdür, ama asla marka değildir!” dediğimizde, risk aldığımızı biliyorduk. Bu çok başarılı, kendi alanında Türkiye çapında şöhreti yakalamış popüler sanatçıları ille de ‘marka’ olduklarını o günlerde iddia edip bizi eleştirmiş olanlar, bugün neredeler, çok merak ediyorum...
10 Temmuz 2005’de yazmışım Dishy’nin başına gelecekleri... Şöyle demişiz: “Şaka gibi ama, değil. Tasarımı çok hoş, baskısı pırıl pırıl bu derginin ticari başarısından çok bizi tabii ki şu meşhur marka meselesi ilgilendiriyor. Deniz Hanım kendini marka müdürü olarak atamasa, içinde markalaşmadan dem vurmasa ilgileneceğimiz yoktu. Yine de umarız, pek çok insanın ekmek yediği dergi başarılı olur.”
Umudumuz oluşmamış; korktuğumuz ama tahmin ettiğimiz gerçekleşmişti: Dishy iki yaşını doldurmadan kapandı. Yazık değil mi? Oysa mesele baştan doğru konsa bu tür hüsranların yaşanmasına hiç gerek yoktu...
Bir de bazıları kalkıp şu bireysel marka konusunda yanılmışız, diye sağlam bir tahlil yapsalar; hiç değilse bundan sonra oluşacak bazı hüsran durumları bir miktar engellenmiş olur...
Ucuz maliyet; düşük fiyat; yüksek satış rakamları
Çok konuşuldu, çok tartışıldı. Hemen hemen her gazetede, TV’de haberi yer aldı. Hak ediyordu da. Benim önce sevgili ilkokul arkadaşım, sonra silah arkadaşım(!) ve nihayet meslektaşım İpek Çalışlar ve onun büyük emek verdiği çalışması ile gün yüzüne çıkarılmaya çalışılan Latife Hanım. Aylarca tartışmaların odak noktasından inmedi...
Atatürk’le ilgili neredeyse hangi kitabı okursanız okuyun mutlaka bir yerlerinde Latife Hanım’ın ve dolayısıyla evliliklerinin gidişatına, hatta gidemeyişatına (!) dair satırlarla karşılaşırsınız. Çoğunda iyi eğitimli ve zengin bir aile olan Uşakizadeler’in kızı Latife, satır aralarında kaprisleri ve talepleri ile bir çok kişiyi hayrete düşürmüş, Ata’nın sınırlarını zorlamış, boşanma kararını çoktan hak etmiş bir tablo ile durur karşımızda. Belgeselde o satır araları yok...
İpek Çalışlar’ın kitabı da çok iyi satmıştı... Bu son sunuluş biçimi ise, Alkım Yayınları’nın önünü açtığı pazarlama anlayışını çağrıştırıyor. Ucuz maliyet; düşük fiyat; yüksek satış rakamları... Bu kez pazarlama da ek bir yönteme daha başvurulmuş. Ürüne Mehmet Ali Birand ve Rıdvan Akar’ın yapımcılığında hazırlanan bir belgesel eklenmiş... Tam sayfa gazete reklamlarıyla ortalık yıkılıyor. Ben de parasını verip aldım... Pakette kitabı uzun bulanlar düşünülmüş... İnce bir özet kitap yer alıyor. Keşke kitabın özet olduğu reklamlarda daha belirgin bir şekilde vurgulansaymış... DVD ile beraber 9.99 YTL... Belgesel kalitesi usta ellerden çıktığı için çok iyi. Hangisi hangisine eklemlenmiş belli değil...
Ancak tespitimiz şu: İpek Çalışlar’ın Latife Hanım kitabı ilk çıktığında ‘Aslında bildiğiniz gibi biri değil Latife Hanım’ iddiası vardı... Ne yazık ki belgeselde aynı iddiayı yakalamak zor. Latife Hanım, iyi eğitimliydi, Atatürk ile katıldığı gezilerde çağdaş Türk kadınını iyi temsil ederdi, dürüsttü, namusluydu, duyarlıydı, canını verme pahasına Ata’ya aşıktı. Ya sonra? İddia edildiği gibi Mustafa Kemal’e mi aşıktı, Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’e mi? Bir ulusun simgesi olmuş birinin yaşam kültürünü ve değerlerini değiştirmeye çalıştı mı, çalışmadı mı? Talepleri yerine gelmediğinde hayatı zorlaştırıyor muydu, kolaylaştırıyor mu? Kitapta bunlar var; belgeselde eksik sanki...
Bir minik liderlik testi...
Geçen pazar Burçak Güven, İşte İnsan’da nefis bir liste vermiş. “Lideri rezil ve vezir eden anlar” başlıklı yazı Prof. Mark Gouston’un bir çalışmasından derleme. Gelin, Burçak Hanım’ın yaptığını bir miktar ileri götürelim, 10’luk listedeki her tespiti, soru haline getirip, kendimize 10 üzerinden puan verelim. Toplam 100 puan alabileceğimiz bir test çıksın ortaya. Değerlendirme bitince de şunu bilelim: 85-100 arası süperiz... 70-85 fena değiliz... 55-70 kabul edilemez. Kendimize derhal bir ‘yaşam koçu’ bulmalıyız. 55 altı, dökülüyoruz; doğru yer ve işte miyiz, diye düşünmeye başlamanın zamanı geçmek üzere. Yanıtlama ve puanlamada destek almak için internetten Burçak Güven’in yazısına bakılabilir. İşte sorular:
1. Yüzleşmekten kaçındığınız olur mu? 2. Danışman tutup onlara kulak asmadığınıza tanık oldunuz mu? 3. Yanıldığınızı kabul etmekte sorun yaşar mısınız? 4. Zaman zaman gerçekle yüzleşmekten kaçındığınız olur mu? 5. Zarardan dönmek için yeterince beklemediğiniz ya da çok uzun beklediğiniz, söylenebilir mi? 6. Uygulamaya değil stratejiye fazla zaman harcadığınız olur mu? 7. İçgüdüleri ihmal edip raporlara güvenme oranınız yüksek midir? 8. Sizin için “İçgüdülerine fazla güvenir” denebilir mi? 9. Sizinle çalışanlar arasında ayırım yapar, favori çalışanları tercih eder misiniz? 10. Anlayamadıklarınızı önemsizleştirir misiniz? Buna “Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş” durumu da diyebiliriz...
Tam da bu ‘ünlüleri’ bize biraz da kendileri ‘marka imiş’ gibi sundukları, o seminere bu panele ‘konuşmacı’ olarak davet ettikleri günlerde kalkıp “Bu arkadaşlar belki ünlüdür, ama asla marka değildir!” dediğimizde, risk aldığımızı biliyorduk. Bu çok başarılı, kendi alanında Türkiye çapında şöhreti yakalamış popüler sanatçıları ille de ‘marka’ olduklarını o günlerde iddia edip bizi eleştirmiş olanlar, bugün neredeler, çok merak ediyorum...
10 Temmuz 2005’de yazmışım Dishy’nin başına gelecekleri... Şöyle demişiz: “Şaka gibi ama, değil. Tasarımı çok hoş, baskısı pırıl pırıl bu derginin ticari başarısından çok bizi tabii ki şu meşhur marka meselesi ilgilendiriyor. Deniz Hanım kendini marka müdürü olarak atamasa, içinde markalaşmadan dem vurmasa ilgileneceğimiz yoktu. Yine de umarız, pek çok insanın ekmek yediği dergi başarılı olur.”
Umudumuz oluşmamış; korktuğumuz ama tahmin ettiğimiz gerçekleşmişti: Dishy iki yaşını doldurmadan kapandı. Yazık değil mi? Oysa mesele baştan doğru konsa bu tür hüsranların yaşanmasına hiç gerek yoktu...
Bir de bazıları kalkıp şu bireysel marka konusunda yanılmışız, diye sağlam bir tahlil yapsalar; hiç değilse bundan sonra oluşacak bazı hüsran durumları bir miktar engellenmiş olur...
Ucuz maliyet; düşük fiyat; yüksek satış rakamları
Çok konuşuldu, çok tartışıldı. Hemen hemen her gazetede, TV’de haberi yer aldı. Hak ediyordu da. Benim önce sevgili ilkokul arkadaşım, sonra silah arkadaşım(!) ve nihayet meslektaşım İpek Çalışlar ve onun büyük emek verdiği çalışması ile gün yüzüne çıkarılmaya çalışılan Latife Hanım. Aylarca tartışmaların odak noktasından inmedi...
Atatürk’le ilgili neredeyse hangi kitabı okursanız okuyun mutlaka bir yerlerinde Latife Hanım’ın ve dolayısıyla evliliklerinin gidişatına, hatta gidemeyişatına (!) dair satırlarla karşılaşırsınız. Çoğunda iyi eğitimli ve zengin bir aile olan Uşakizadeler’in kızı Latife, satır aralarında kaprisleri ve talepleri ile bir çok kişiyi hayrete düşürmüş, Ata’nın sınırlarını zorlamış, boşanma kararını çoktan hak etmiş bir tablo ile durur karşımızda. Belgeselde o satır araları yok...
İpek Çalışlar’ın kitabı da çok iyi satmıştı... Bu son sunuluş biçimi ise, Alkım Yayınları’nın önünü açtığı pazarlama anlayışını çağrıştırıyor. Ucuz maliyet; düşük fiyat; yüksek satış rakamları... Bu kez pazarlama da ek bir yönteme daha başvurulmuş. Ürüne Mehmet Ali Birand ve Rıdvan Akar’ın yapımcılığında hazırlanan bir belgesel eklenmiş... Tam sayfa gazete reklamlarıyla ortalık yıkılıyor. Ben de parasını verip aldım... Pakette kitabı uzun bulanlar düşünülmüş... İnce bir özet kitap yer alıyor. Keşke kitabın özet olduğu reklamlarda daha belirgin bir şekilde vurgulansaymış... DVD ile beraber 9.99 YTL... Belgesel kalitesi usta ellerden çıktığı için çok iyi. Hangisi hangisine eklemlenmiş belli değil...
Ancak tespitimiz şu: İpek Çalışlar’ın Latife Hanım kitabı ilk çıktığında ‘Aslında bildiğiniz gibi biri değil Latife Hanım’ iddiası vardı... Ne yazık ki belgeselde aynı iddiayı yakalamak zor. Latife Hanım, iyi eğitimliydi, Atatürk ile katıldığı gezilerde çağdaş Türk kadınını iyi temsil ederdi, dürüsttü, namusluydu, duyarlıydı, canını verme pahasına Ata’ya aşıktı. Ya sonra? İddia edildiği gibi Mustafa Kemal’e mi aşıktı, Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’e mi? Bir ulusun simgesi olmuş birinin yaşam kültürünü ve değerlerini değiştirmeye çalıştı mı, çalışmadı mı? Talepleri yerine gelmediğinde hayatı zorlaştırıyor muydu, kolaylaştırıyor mu? Kitapta bunlar var; belgeselde eksik sanki...
Bir minik liderlik testi...
Geçen pazar Burçak Güven, İşte İnsan’da nefis bir liste vermiş. “Lideri rezil ve vezir eden anlar” başlıklı yazı Prof. Mark Gouston’un bir çalışmasından derleme. Gelin, Burçak Hanım’ın yaptığını bir miktar ileri götürelim, 10’luk listedeki her tespiti, soru haline getirip, kendimize 10 üzerinden puan verelim. Toplam 100 puan alabileceğimiz bir test çıksın ortaya. Değerlendirme bitince de şunu bilelim: 85-100 arası süperiz... 70-85 fena değiliz... 55-70 kabul edilemez. Kendimize derhal bir ‘yaşam koçu’ bulmalıyız. 55 altı, dökülüyoruz; doğru yer ve işte miyiz, diye düşünmeye başlamanın zamanı geçmek üzere. Yanıtlama ve puanlamada destek almak için internetten Burçak Güven’in yazısına bakılabilir. İşte sorular:
1. Yüzleşmekten kaçındığınız olur mu? 2. Danışman tutup onlara kulak asmadığınıza tanık oldunuz mu? 3. Yanıldığınızı kabul etmekte sorun yaşar mısınız? 4. Zaman zaman gerçekle yüzleşmekten kaçındığınız olur mu? 5. Zarardan dönmek için yeterince beklemediğiniz ya da çok uzun beklediğiniz, söylenebilir mi? 6. Uygulamaya değil stratejiye fazla zaman harcadığınız olur mu? 7. İçgüdüleri ihmal edip raporlara güvenme oranınız yüksek midir? 8. Sizin için “İçgüdülerine fazla güvenir” denebilir mi? 9. Sizinle çalışanlar arasında ayırım yapar, favori çalışanları tercih eder misiniz? 10. Anlayamadıklarınızı önemsizleştirir misiniz? Buna “Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş” durumu da diyebiliriz...