Kemal Bey ‘yönetici’ mi ‘lider’ mi?
26 MAYIS 2010
Bir ara değerlendirme yapmakta yarar var. Günü geldiğinde “Ben demiştim” demek kadar muhataplarım açısından sevimsiz, kendi adıma ise keyifli bir şey olabilir mi?..
1. Sayın Kılıçdaroğlu, çok özel koşullarda CHP’nin başkanlık koltuğuna oturmuştur… Olayların akışını o yönetmemiş, olaylar ve parti içindeki güç dengeleri onu bu noktaya taşımıştır… Yani abartılacak bir durum yoktur ortada…
2. Sıkışmış, patlama noktasına gelmiş bir barajın kapakları açılmıştır… Ve açılan kapakların hemen önünde duran kişi Kemal Bey olmuştur… Kapakları Kemal Bey açmamıştır. Başkaları açmıştır… Akan su, onu önüne katmış götürmektedir…
Bu tespitler, Sayın Kılıçdaroğlu’nun kişiliğinin düzgün ve etkili olmadığı anlamına gelmez… Tam tersine… Kesinlikle büyük bir okulun müdürlüğü veya bir şehrin belediye başkanlığı kendisine emanet edilebilir. Ülkenin geleceği teslim edilebilir mi, onu bilemem… Kemal Bey’in katladığı paraşütle atlanır mı? Atlanır… Tasarruf olsun diye ucuza malzeme kullanmadığından emin olduktan sonra gözü kapalı atlanır… Ez cümle; Kemal Bey mükemmel bir ‘Yöneticidir’, ancak ‘Lider’ değil…
Bakın “Baykal CHP’nin başından giderse, kim gelirse gelsin partinin oyları artar” diye fırsatı geldiğinde avazım çıktığı kadar ya da fısıldayarak ama hiç durmadan tekrarlayıp duran biri olarak söyleyeyim ki, “Baykal kesinlikle liderlik vasıfları olan biriydi”… Bu uzun cümlenin “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu”na uygun düşen bir mantıkla uzaktan yakından ilişkisi olmadığını, cümleyi bir daha okuma lütfunda bulunanlar derhal fark edecektir.
3. Birkaç gün önceki yazımızda demişiz ki, “Kılıçdaroğlu iktidar olur mu olur; Kemal Bey demode kadroları tasfiye eder ve demode siyasi havayı partinin üzerinden atarsa bu iş olur. Ha, bir de Tayyip Bey getirebilir onları iktidara. Durduk yerde saldırıp mağduriyet yaratarak mesela…” İki olay da gerçekleşiyor sanki… CHP’nin vitrini bir hayli yenilendi… Kemal Bey’in yeni kurmayları rahatlıkla umut ışıklarını ateşleyebilecek güçteler… Benim sürekli takıldığım ‘mahşerin dört atlısının’ yerlerinde yerler esiyor… Ve de Tayyip Bey sazı eline aldı… Kızgınlıkla çalıyor… Yani iki öngörümüz de gerçekleşmekte… Ne dersiniz?
4. Liderlik iletişiminin temel kuralıdır: Güçlü olan zayıfı, birinci takipçisini veya taklitçisini ‘görmezlikten’ gelmelidir... Kim kime saldırırsa onu kendine muhatap ve eş değer alıyor demektir… Eğer ikinci ya da taklitçiyseniz, lidere saldırmanız doğaldır. Eğer liderseniz de işinize bakarsınız, sizi tehdit etmeyen ‘unsurlarla’ uğraşmazsınız... Veya, uğraşırsınız da durduk yerde ardınızda duranı öne çıkarırsınız… Şu anda Tayyip Bey ne yapıyor sizce?..
5. Estirilmeye çalışılan milli birlik ve mutabakat havasının zamanlaması mükemmeldir. Bu arada trenin son vagonuna yetişmek isteyenler acele etmelidir. “Bekleyelim görelim!” garanticiliği, bu tür ‘havalarda’ çalışmaz… ‘Sona kalan dona kalır’ sözü tam da böyle durumlar için söylenmiştir…
“Nihayet muhalefet bir alternatif oluşturma kabiliyetine erişti, AK Parti alternatifsizlikten dolayı iktidarda kalamayacak artık” diyenlerin sayısı az değil… CHP kurmayları 1968 model söylemleriyle, köhnemiş sosyal ve ekonomik modellerini üzerlerinden atmayı başarırlarsa, karar verici ve etkileyicileri de yanlarına çekebilirler…
Bir durumun altını bir kez daha çizelim… Hatırlayanlar çıkacaktır, “AK Parti referanduma gitmemeli; iş çok riskli” demiş, Anavatan partisinin ucu ucuna kaybettiği ve hemen ardından ‘Bir kere mağlup her zaman mağlup’ ilkesiyle erimeye başladığı 1987 referandumunu örnek vermiştik… Şimdi AK Parti’nin önündeki en büyük mesele Kılıçdaroğlu falan değildir. Referandumun kendisidir. Ben AK Partililerin yerinde olsam, “Kemal Bey itirazı geri almasın, Anayasa Mahkemesi yasayı iptal etsin” diye dua ederim… Yoksa işler kötüye gider… Referandumu kıl payı olsa da ‘kaybetmiş’ olan bir AK Parti, seçimlere ‘özürlü ve engelli’ olarak girer…
Hoca’ya artık ‘Ankara’ yakışır!..
Herkes mutabık, “Bir şehir markası ancak böyle yönetilir!” Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, önce herkesin “Bu çölde ot bile bitmez!” dediği bir yere getirip Türkiye’nin en başarılı üniversitelerinden birini ,en keyifli yerleşkesiyle kondurdu; sonra da geçti Belediyesinin başına, o bozkırdan bir cennet yarattı…
Son PR etkinlikleriyle ‘Yeni Eskişehir’i bize bir kez daha hatırlattılar. Banu K. Zeytinoğlu İletişim’den gönderilen bilgi notunda şöyle yazıyordu: “Aşkın ve sevginin yeni şehri olmaya hazırlanan ‘Şehr-i Aşk’ Eskişehir, 22-23 Mayıs 2010 tarihleri arasında iki gün boyunca; sevgileriyle Türkiye’ye örnek olmuş çiftleri ağırlayacak! Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in davetlisi olarak İstanbul’dan Eskişehir’e gidecek olan davetliler, Porsuk Nehri üzerinde bulunan ‘Şehr-i Aşk’ adasının açılışını da gerçekleştirecekler!”
Bir zamanlar kokusundan geçilmeyen Porsuk… İşe bakın… Cennet Adası da varmış içinde… Ne yazık ki geç haberim oldu. Mutlaka giderdim. Bir dolu çift katılmış hocanın davetine… Diğer yandan bakalım hoca siyasetin davetine ne cevap verecek?..
Milli Marş’la didişilmez (!)…
Hadise hadisesi müthiş bir iletişim olayıdır. Ders gibi… Algılama Yönetimi kitabımızın özü, iletişimin milli boyutu ile ilgilidir… ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz’ sözüyle ana fikri özetlenebilir… Amerikalılar milli marşlarını popüler starlarına söyletirler… Hiçbir sorun olmaz… Onlar donlarının ön tarafına bayraklarını da dikerler. Sempatik bile olabilirler o halleriyle.. Ama bizde bunlar yemez…
Hadise milli marşımızı detone olmadan söyleseydi de hadise olurdu… Gelin bu tartışmayı Ali Taran‘ın o muhteşem tespitiyle noktalayalım: “Türk milletinin kültür ve değerleriyle didişmem!..”
1. Sayın Kılıçdaroğlu, çok özel koşullarda CHP’nin başkanlık koltuğuna oturmuştur… Olayların akışını o yönetmemiş, olaylar ve parti içindeki güç dengeleri onu bu noktaya taşımıştır… Yani abartılacak bir durum yoktur ortada…
2. Sıkışmış, patlama noktasına gelmiş bir barajın kapakları açılmıştır… Ve açılan kapakların hemen önünde duran kişi Kemal Bey olmuştur… Kapakları Kemal Bey açmamıştır. Başkaları açmıştır… Akan su, onu önüne katmış götürmektedir…
Bu tespitler, Sayın Kılıçdaroğlu’nun kişiliğinin düzgün ve etkili olmadığı anlamına gelmez… Tam tersine… Kesinlikle büyük bir okulun müdürlüğü veya bir şehrin belediye başkanlığı kendisine emanet edilebilir. Ülkenin geleceği teslim edilebilir mi, onu bilemem… Kemal Bey’in katladığı paraşütle atlanır mı? Atlanır… Tasarruf olsun diye ucuza malzeme kullanmadığından emin olduktan sonra gözü kapalı atlanır… Ez cümle; Kemal Bey mükemmel bir ‘Yöneticidir’, ancak ‘Lider’ değil…
Bakın “Baykal CHP’nin başından giderse, kim gelirse gelsin partinin oyları artar” diye fırsatı geldiğinde avazım çıktığı kadar ya da fısıldayarak ama hiç durmadan tekrarlayıp duran biri olarak söyleyeyim ki, “Baykal kesinlikle liderlik vasıfları olan biriydi”… Bu uzun cümlenin “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu”na uygun düşen bir mantıkla uzaktan yakından ilişkisi olmadığını, cümleyi bir daha okuma lütfunda bulunanlar derhal fark edecektir.
3. Birkaç gün önceki yazımızda demişiz ki, “Kılıçdaroğlu iktidar olur mu olur; Kemal Bey demode kadroları tasfiye eder ve demode siyasi havayı partinin üzerinden atarsa bu iş olur. Ha, bir de Tayyip Bey getirebilir onları iktidara. Durduk yerde saldırıp mağduriyet yaratarak mesela…” İki olay da gerçekleşiyor sanki… CHP’nin vitrini bir hayli yenilendi… Kemal Bey’in yeni kurmayları rahatlıkla umut ışıklarını ateşleyebilecek güçteler… Benim sürekli takıldığım ‘mahşerin dört atlısının’ yerlerinde yerler esiyor… Ve de Tayyip Bey sazı eline aldı… Kızgınlıkla çalıyor… Yani iki öngörümüz de gerçekleşmekte… Ne dersiniz?
4. Liderlik iletişiminin temel kuralıdır: Güçlü olan zayıfı, birinci takipçisini veya taklitçisini ‘görmezlikten’ gelmelidir... Kim kime saldırırsa onu kendine muhatap ve eş değer alıyor demektir… Eğer ikinci ya da taklitçiyseniz, lidere saldırmanız doğaldır. Eğer liderseniz de işinize bakarsınız, sizi tehdit etmeyen ‘unsurlarla’ uğraşmazsınız... Veya, uğraşırsınız da durduk yerde ardınızda duranı öne çıkarırsınız… Şu anda Tayyip Bey ne yapıyor sizce?..
5. Estirilmeye çalışılan milli birlik ve mutabakat havasının zamanlaması mükemmeldir. Bu arada trenin son vagonuna yetişmek isteyenler acele etmelidir. “Bekleyelim görelim!” garanticiliği, bu tür ‘havalarda’ çalışmaz… ‘Sona kalan dona kalır’ sözü tam da böyle durumlar için söylenmiştir…
“Nihayet muhalefet bir alternatif oluşturma kabiliyetine erişti, AK Parti alternatifsizlikten dolayı iktidarda kalamayacak artık” diyenlerin sayısı az değil… CHP kurmayları 1968 model söylemleriyle, köhnemiş sosyal ve ekonomik modellerini üzerlerinden atmayı başarırlarsa, karar verici ve etkileyicileri de yanlarına çekebilirler…
Bir durumun altını bir kez daha çizelim… Hatırlayanlar çıkacaktır, “AK Parti referanduma gitmemeli; iş çok riskli” demiş, Anavatan partisinin ucu ucuna kaybettiği ve hemen ardından ‘Bir kere mağlup her zaman mağlup’ ilkesiyle erimeye başladığı 1987 referandumunu örnek vermiştik… Şimdi AK Parti’nin önündeki en büyük mesele Kılıçdaroğlu falan değildir. Referandumun kendisidir. Ben AK Partililerin yerinde olsam, “Kemal Bey itirazı geri almasın, Anayasa Mahkemesi yasayı iptal etsin” diye dua ederim… Yoksa işler kötüye gider… Referandumu kıl payı olsa da ‘kaybetmiş’ olan bir AK Parti, seçimlere ‘özürlü ve engelli’ olarak girer…
Hoca’ya artık ‘Ankara’ yakışır!..
Herkes mutabık, “Bir şehir markası ancak böyle yönetilir!” Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, önce herkesin “Bu çölde ot bile bitmez!” dediği bir yere getirip Türkiye’nin en başarılı üniversitelerinden birini ,en keyifli yerleşkesiyle kondurdu; sonra da geçti Belediyesinin başına, o bozkırdan bir cennet yarattı…
Son PR etkinlikleriyle ‘Yeni Eskişehir’i bize bir kez daha hatırlattılar. Banu K. Zeytinoğlu İletişim’den gönderilen bilgi notunda şöyle yazıyordu: “Aşkın ve sevginin yeni şehri olmaya hazırlanan ‘Şehr-i Aşk’ Eskişehir, 22-23 Mayıs 2010 tarihleri arasında iki gün boyunca; sevgileriyle Türkiye’ye örnek olmuş çiftleri ağırlayacak! Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in davetlisi olarak İstanbul’dan Eskişehir’e gidecek olan davetliler, Porsuk Nehri üzerinde bulunan ‘Şehr-i Aşk’ adasının açılışını da gerçekleştirecekler!”
Bir zamanlar kokusundan geçilmeyen Porsuk… İşe bakın… Cennet Adası da varmış içinde… Ne yazık ki geç haberim oldu. Mutlaka giderdim. Bir dolu çift katılmış hocanın davetine… Diğer yandan bakalım hoca siyasetin davetine ne cevap verecek?..
Milli Marş’la didişilmez (!)…
Hadise hadisesi müthiş bir iletişim olayıdır. Ders gibi… Algılama Yönetimi kitabımızın özü, iletişimin milli boyutu ile ilgilidir… ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz’ sözüyle ana fikri özetlenebilir… Amerikalılar milli marşlarını popüler starlarına söyletirler… Hiçbir sorun olmaz… Onlar donlarının ön tarafına bayraklarını da dikerler. Sempatik bile olabilirler o halleriyle.. Ama bizde bunlar yemez…
Hadise milli marşımızı detone olmadan söyleseydi de hadise olurdu… Gelin bu tartışmayı Ali Taran‘ın o muhteşem tespitiyle noktalayalım: “Türk milletinin kültür ve değerleriyle didişmem!..”