Kendi ayaklarına ateş etmek...
02 ŞUBAT 2003
Önce bir telefon geliyor. “Burası ....... dergisi, Genel Müdürünüzle röportaj yapmak istiyoruz!” Dergi adını duyunca bir TV kuruluşu geliyor aklınıza. İşin o TV kurumu ile ilgisi olmadığını ancak çok sonra, o da sorarsanız, öğreniyorsunuz.
Sonra olay iki senaryo üzerinden gelişiyor:
A senaryosu: Öneriyi kabul ettiniz. Gelip efendi gibi röportaj yapıyorlar. Birkaç gün geçmeden röportajı faks’la geçiyorlar. Başlığı görünce, küçük dilinizi yutuyorsunuz: ” XYZ Şirketi iflasın eşiğinde!”... Ya da öyle bir şey. XYZ yerinde sizin şirketin adı var.
Dergiyi arıyorsunuz hemen:”Yahu ne yaptınız... Biz kesinlikle böyle bir şey söylemedik!” Cevap standart: “Herhalde bir yanlış anlama olmuş. Hallolmayacak bir şey değil”...
Aynı gün içinde sizi derginin reklamcısı arıyor. O sayıda kaç sayfa reklam vermeyi düşündüğünüzü soruyor. Konuyu siz getirmezseniz, onlar getiriyorlar yerine: “Yazı işleri ile aranızdaki sorunu(!) çözme konusunda yardımcı olalım!” Kabul ettiniz mi, reklamı kapmış oluyorlar.
B senaryosu: Röportaj önerisini kabul etmiyorsunuz. O zaman bir iki gün sonra aynı kişilerden bir telefon daha alıyorsunuz: “Bir bilgi aldık. Sizin şirket haksız rekabet yapıyormuş!” ya da “Şu ihaleye fesat karıştırmışsınız!”. Açmaza düştünüz mü, A senaryosu yeniden devreye giriyor:“Yazı işleri ile aranızdaki sorunu(!) çözme konusunda yardımcı olalım!”
Tanıkları, tarihleri, belgeleri bizde saklı. Tanık olduğumuz örneklerde 3 büyük şirketin yetkilileri hiç tereddüt etmediler. Hukukçular devreye sokuldu. Tedbir kararı vs...
Son günlerde Internet’de aynı derginin “mağdurları” e-posta ile birbirlerine ‘tecrübelerini’ aktarıyorlar. Bu kadar çok mağduru olmasaydı benim de konuya değineceğim yoktu. Unutup gitmiştim... Bu kez uyarmak gereği duydum.
Ne yazık ki, ‘kendi ayaklarına ateş etme’ yaklaşımının uzaktan akrabası ‘çalışmalara’, ciddî yayın kuruluşlarında da rastlamak nadiren de olsa, mümkün. Bu kez yaklaşım olumlu (!) gibi:“Bize reklam verin, biz de size yazı işleri desteği verelim!”... O yayının itibarı sıfırlanıyormuş, kimin umurunda. Çoğunlukla, üst yönetimin haberi bile yoktur bu işlerden.
Şirketlerin medya nezdinde itibarını yok eden ve özü aynı yerden kaynaklanan diğer bir yaklaşım da reklam verenden gelir bazen: “Bizim hakkımızda olumsuz yazdılar, kesin şunların reklamlarını!”
İşler biraz da gazete sahibinin değerlerine bağlıdır ama, iyi bir yazı işleri ekibi iki durumda da huzursuz olur. Bir kere boyun eğmiş gibi görünse bile ikincisinde tersine dönebilir işler. Giderek kara listeye bile alınır o ‘iktidarını reklamından alan’ müşteri. Çünkü gazeteciler büyük bir çoğunlukla dürüst ve onurlu insanlardır.
Çöpe gitmeyenler
Geçenlerde uluslararası eğitim kuruluşu TMI’ın patronu Ali Emre aradı. Bazı yanlarını eleştirsem de çok başarılı bulduğum müşteri odaklı yayını Fil’i anlattı. Biraz da serzenişte bulundu. İletişim konularını ele alırken bu alanı ihmal etmemi yadırgamış.
Aman, eşi dostu kayırıyor demesinler diye, yakınlarımızı nasıl bilinçli olarak mümkün olduğunca görmezden gelmeye çalıştığımızı anlatmaya kalksak nafile...
“Kurum ve marka yayıncılığı üzerine toplu bir şeyler zaten yazacaktım. Senin Fil’i unutacak halimiz yok” dedik.
Kurum yayıncılığı, iletişim işlerinin en önemlisi olan itibar ve marka yönetiminde ayrıcalıklı bir yer tutar. Ne yazık ki ülkemizde uzmanlığı fazla gelişmediğinden yarısından fazlası çöpe gider. Çoğunlukla da zarfları dahi açılmadan. Onlarla birlikte de milyarlarca lira...
Çünkü pazarlama ve iletişim bilgisiyle yayınlanmazlar. “Bizim de bir tane olsun. Şöyle bol bol kendimizden söz edelim” zihniyeti hâkimdir. Mükemmel güzellikte dergiler yapabilirsiniz. Hiçbir işe yaramayabilir. “Yatakta buz kesilen dünya güzeli bir kadından daha feci bir şey olamaz” derdi yayıncılık hocam.
Oysa çok basit bir ölçütü vardır bu işin. Birkaç sayı sonra “Bu yayını bedava almaya devam etmek istiyorsanız, ilişikteki formu doldurup bize gönderin ya da fakslayın” dersiniz. Kaç tane yanıt gelirse işte o kadar başarılısınızdır.
Bizce türünün en başarılısı THY’nin dergisi Skylife. 80.000 adet basılır ve kapış kapış gider. Hillsider, Fordriver, Koçbank Younique, Mavijeans Maviology, Tekofaks’ın Tekofark, Microsoft.com, Tofaş Gazete, Vestel VS, Status / Beymen Magazin, Koç Bizden Haberler, aklımıza takılan diğer başarılı örnekler. (Unuttuklarım, başarısını kanıtlamış örnekler varsa ve kendilerini hatırlatırlarsa sevinirim)
TMI’ın Fil’i hem bilgilendirme hem de pazarlama aracı olarak hayli ilginç. Hele son sayı bayağı iddialı. ”Krizden çıkarken şirketlerin en önemli sorunu: APATİ” başlığını taşıyor.
Aynı sektörden Baltaş & Baltaş’ın dergisi de Kaynak. Derginin eski sayılarına www.baltas-baltas.com ‘dan ücretsiz olarak ulaşmak ve basılı dergiye ücretsiz abone olmanız mümkün.
Fil’e de www.pdr.com.tr adresinden yine ücretsiz abone olabilirsiniz.
Kıssadan hisse
Küçük Prens İlköğretim Okulu öğretmenlerinden Memnune Şimşek hanımdan bir e-posta geldi. Şöyle demiş hocam:
“Praktiker firmasından ev sahibimizin satın alarak montaj firması Handy Man'e monte ettirdiği mutfak dolapları, içindeki tüm tabak, bardak ve diğer malzemeleri ile önce başıma, daha sonra boynuma ve omuzuma ve sonunda geçen yıl kırılan sol ayağımın üzerine düştü. Yaralandım.”
24 saat hastane. Sonra günlerce yatak... Durumu Praktiker firmasına bildirmişler. Teknik bir ekip gelip inceleme yapmış. Hataların tamamen kendilerinde olduğunu raporlayıp gitmiş. Bir hafta sonra yeni dolap yerine takılmış. Sonra gidiş o gidiş.
Kimse ilgilenmemiş hocamızla. Ne hastalığı ile, ne öğrencilerinden uzak kalışıyla, ne de hastane masrafı, kayıp ders saatleri ve tuzla buz olan Girit menşeli aile yadigârı mutfak malzemeleriyle.
Mektubunu“Üzgünüm” diye bitiriyor Memnune Hocam, “Otuz dört yıllık öğretmenim. Tek amacım duyarlı toplum bireyleri yetiştirebilmekti”...
Mektubu Praktiker Firması Genel Müdürü’ne yönlendirdik.
Kısa süre sonra Genel Müdür Yardımcısı Oğuz İsmail Bey’den yanıt geldi: Sorumluluk aslında montajı yapan firmaya aitti. Buna rağmen Memnune hanımla gereken teması kurmuşlar ve kendilerine göre bütün sorunu çözmüşlerdi. Ve aynen Memnune hanımın yetiştirdiği çocukları gibi kendileri de duyarlıydılar.
Kıssadan hisse: 1. İşin içinde markanız varsa, müşteri nezdinde tüm sorumluluğu en ince ayrıntısına kadar hatta daha da fazlasıyla yüklenmeniz gerekir. (Bkz. Tansaş kampanyası) 2. Hızlı hareket etmeniz gerekir 3. Konuyu en üst düzeydeki yöneticinizin ele alması gerekir. Çünkü markanın itibarından birinci derecede o sorumludur.
Praktiker şirketi yetkililerini duyarlılıkları için kutluyorum. Ayağı ve kalbi hâlâ biraz kırık olan Memnune Hocama da geçmiş olsun, diyorum.
Haftanın iletişim kazası
Hangi birini yazalım. O kadar çok ki. Dışişleri Bakanımızı izlemek yeter... Ama en tipik olanı “Başka birine ne gerek var. Kendi krizini kendin yarat!” türünden iletişim kazaları... Bunların en İYİ* hastalığına tutulmuş olanları bildiğiniz gibi, “Kamu oyuna duyurulur” ilanlarıdır.
Bu sayfanın okurları bilir: Büyük boy kamu oyu duyuruları etkili fakat bir o kadar da tehlikelidir. O ana kadar pek dikkat çekmemiş bir konunun ‘sağır sultanın’ kulağına kadar gitmesini sağlayabilirsiniz. Yüzde bin haklısınızdır. Yine de “Yarası var ki gocunuyor” diye algılanabilirsiniz.
Onun için ancak reklam ajansları ve iletişim uzmanları tarafından itinayla kaleme alınıp, görsellikleri de itina ile düzenlenmeleri halinde belki işe yarayabilirler. O da belki...
Devlet dairelerinin ihale ilanları gibi hazırlanmış olanları ‘toplu intihara’ tekabül eder.
TURUSGAZ’ın geçen hafta 7 gazetede birden yayınlanmış olan koskoca ilanını görünce “Eyvah!” dedim... “İntiharla sonuçlanacak bir iletişim kazası daha!”...
Oysa adamlar topu topu doğal gaz fiyatları yüksekse bunun sorumlusu biz değiliz, diyecekler. Ve işlerini doğru dürüst yaptıklarını söyleyecekler. Hepsi bu.
Haydi bunlar gazcı. İletişim, uzmanlık alanları değil. Ya, koca koca medya kuruluşlarına ne demeli... Bir kere bir araştırma şirketine ölçtürseler, hemen görecekler: Bir testi bir testiye çarptı mı, hadi biri kırılabilir. Ama öteki de en azından çatlar...
*İdrak Yolları İltihabı
İletişim kapıda başlar
Geçenlerde Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nden İrfan Ateşoğlu’dan bir e-posta aldım:
“İhracatta Marka İmajının Etkisi' isimli çalışmam için İstanbul'daki ihracatçı firmalarla anket çalışması yaptım. Anket yapmak için gittiğim firmalardan birisi de Evyap'tı. Kapıdaki güvenlik görevlisine amacımı açıkladıktan sonra beklemeye başladım. Güvenlik görevlisi, ihracat bölümündeki personelin şu anda toplantıda olduğunu dolayısıyla beni kabul edemeyeceklerini, söyledi. Bunun üzerine, Isparta'dan buralara geldiğimi, toplantı bitinceye kadar bekleyebileceğimi, ya da anket formunu bırakıp daha sonra alabileceğimi veya adresime gönderebileceklerini, söyledim. Ancak, bütün ısrarıma rağmen görevlinin bana verdiği cevap şu oldu: Maalesef size yardımcı olamayız.”
Olayı Evyap’ın patronu İstanbul Erkek Lisesi’nden arkadaşım Fethi Evyap’a açtım. Tabii ki haberi yoktu... Eminim gerekli önlemleri alacaktır.
Fakat hiç üzülmeyiniz İrfan kardeşim, şirket kapılarında olumsuz duygular yaşayan ilk kişi siz değilsiniz. Örneğin ben, iyice tanıştığımız kurumlar dışında, kapıdan kendimi kötü hissetmeden geçebildiğim bir tek güvenlik sistemiyle karşılaşmadım...
Gördüğüm muamele, çoğu kez kendimi bakkal dükkânından şeker çalan çocuklar gibi hissetmeme neden olur. Oysa en iyi güvenlik kendisini hissettirmeyen güvenliktir.
En olumsuz yanıt bile, insanların kendilerini kötü hissetmelerine neden olmayacak şekilde verilebilir. Bu, öğrenilebilir bir ‘ilişki yönetimi kültürü’dür...
Kısa... Kısa...
· Müşteri-şirket ilişkisinin bazı açılardan aşka benzediğini anlatmak üzere CRM Institute tarafından Türkiye’ye davet edilen “guru” David Rance, İstanbul’da müşteri olarak ‘ihanete’ uğramış. CRM ustası Rance, yer ayırttığı otelden fiyatı oda-kahvaltı-akşam yemeği dahil olarak almış. Ama ayrılırken odasında içtiği su dahil her şeyin parasını ödemek zorunda kalmış. Bunu konferanstaki bazı katılımcı ve gazetecilere anlatmış. Herhalde gittiği her ülkede de anlatacaktır. Sizce itibarı ciddi boyutlarda sarsan bu krizi kim çözmeliydi? a) Otel b) CRM Institute Turkey c) Her ikisi de...
· Ülker şu sıra bütün ürünleri ile müthiş bir reklam çıkartması yapıyor. Reklam filmlerinin pek çoğu süper. Hem buluşçuluk hem de iletişim kurallarının uygulanması açısından. Ama bir tanesi var ki, ona dokunmadan geçemeyeceğim. Hani “Çikolata aşk gibidir. Araya fıstıklar girebilir” diyen... Onu, “Algılama yönetimi” dersinde ‘hedef kitlenin değerleriyle buluşamama tehlikesi olan’ reklam bölümünde anlatmayı düşünüyorum... Cinsel gönderme, ülkemizde iki kenarı da keskin bıçaktır.
· Herkes Pınar Sucuk reklamını konuşuyor. Şikâyet üzerine yoksul çocukları özendiriyor diye geç saatlere alınmış... Benim de şikâyetlerim var. Beni de en çok Jeniffer Lopez klipleri rahatsız ediyor. Lopez’i ben yattıktan sonra yayınlasınlar... Eğer bu bir iletişim taktiği ise, bulanları kutlamak gerek. İyi konuşturdular milleti. Yok bu bir iletişim taktiği değildi ise, ilgililerde algılama özürlü bir durum var demektir...
· 4 Şubat Salı akşamı Reklam Verenler Derneği’nin Lütfi Kırdar’da bir etkinliği var. “Bugüne kadar Türkiye’nin tanıtımı konusunda ortaya konmuş en yaratıcı projelerden biri” olarak tanımladıkları Miniaturk’u tüm iş ve medya dünyasına tanıtacaklar. Miniaturk dünyada 20’den fazla örneği olan ve üstünde yaşadığımız kültürel mirasın mimari boyutuyla aslına uygun 1/25 oranında küçültülerek birarada sunulduğu bir park. Yılda birkaç milyon insanın gezmesi beklenen bir masal kenti. Haliç Sütlüce’de devasa bir alan üzerinde bitmek üzere. 15 Mart’da açılacak. Reklam Verenler Derneği’ni kutluyoruz. Eş dost sohbetlerinde Türkiye’nin sadece 5 yıldızlı otel standartları, şiş kebap, rakı, göbek dansı, deniz ve güneşle değil eşsiz kültür mirasıyla da tanıtılması gerektiğini savunan ve toplumsal sorumluluk bilincinde olan kuruluşları göreve çağırdığı için.
Bence ilk 10
1) Cep Paket (Y. Erdoğan)
2) Tansaş
3) Ülker Bebe
4) Ülker Gofret
5) Pınar Sucuk
6) Nescafe Üçü Bir Arada
7) Migros (Axess)
8) İstikbal Country Collection
9) Molped
10) Genç Parti – Savaşa Hayır Kampanyası
Sonra olay iki senaryo üzerinden gelişiyor:
A senaryosu: Öneriyi kabul ettiniz. Gelip efendi gibi röportaj yapıyorlar. Birkaç gün geçmeden röportajı faks’la geçiyorlar. Başlığı görünce, küçük dilinizi yutuyorsunuz: ” XYZ Şirketi iflasın eşiğinde!”... Ya da öyle bir şey. XYZ yerinde sizin şirketin adı var.
Dergiyi arıyorsunuz hemen:”Yahu ne yaptınız... Biz kesinlikle böyle bir şey söylemedik!” Cevap standart: “Herhalde bir yanlış anlama olmuş. Hallolmayacak bir şey değil”...
Aynı gün içinde sizi derginin reklamcısı arıyor. O sayıda kaç sayfa reklam vermeyi düşündüğünüzü soruyor. Konuyu siz getirmezseniz, onlar getiriyorlar yerine: “Yazı işleri ile aranızdaki sorunu(!) çözme konusunda yardımcı olalım!” Kabul ettiniz mi, reklamı kapmış oluyorlar.
B senaryosu: Röportaj önerisini kabul etmiyorsunuz. O zaman bir iki gün sonra aynı kişilerden bir telefon daha alıyorsunuz: “Bir bilgi aldık. Sizin şirket haksız rekabet yapıyormuş!” ya da “Şu ihaleye fesat karıştırmışsınız!”. Açmaza düştünüz mü, A senaryosu yeniden devreye giriyor:“Yazı işleri ile aranızdaki sorunu(!) çözme konusunda yardımcı olalım!”
Tanıkları, tarihleri, belgeleri bizde saklı. Tanık olduğumuz örneklerde 3 büyük şirketin yetkilileri hiç tereddüt etmediler. Hukukçular devreye sokuldu. Tedbir kararı vs...
Son günlerde Internet’de aynı derginin “mağdurları” e-posta ile birbirlerine ‘tecrübelerini’ aktarıyorlar. Bu kadar çok mağduru olmasaydı benim de konuya değineceğim yoktu. Unutup gitmiştim... Bu kez uyarmak gereği duydum.
Ne yazık ki, ‘kendi ayaklarına ateş etme’ yaklaşımının uzaktan akrabası ‘çalışmalara’, ciddî yayın kuruluşlarında da rastlamak nadiren de olsa, mümkün. Bu kez yaklaşım olumlu (!) gibi:“Bize reklam verin, biz de size yazı işleri desteği verelim!”... O yayının itibarı sıfırlanıyormuş, kimin umurunda. Çoğunlukla, üst yönetimin haberi bile yoktur bu işlerden.
Şirketlerin medya nezdinde itibarını yok eden ve özü aynı yerden kaynaklanan diğer bir yaklaşım da reklam verenden gelir bazen: “Bizim hakkımızda olumsuz yazdılar, kesin şunların reklamlarını!”
İşler biraz da gazete sahibinin değerlerine bağlıdır ama, iyi bir yazı işleri ekibi iki durumda da huzursuz olur. Bir kere boyun eğmiş gibi görünse bile ikincisinde tersine dönebilir işler. Giderek kara listeye bile alınır o ‘iktidarını reklamından alan’ müşteri. Çünkü gazeteciler büyük bir çoğunlukla dürüst ve onurlu insanlardır.
Çöpe gitmeyenler
Geçenlerde uluslararası eğitim kuruluşu TMI’ın patronu Ali Emre aradı. Bazı yanlarını eleştirsem de çok başarılı bulduğum müşteri odaklı yayını Fil’i anlattı. Biraz da serzenişte bulundu. İletişim konularını ele alırken bu alanı ihmal etmemi yadırgamış.
Aman, eşi dostu kayırıyor demesinler diye, yakınlarımızı nasıl bilinçli olarak mümkün olduğunca görmezden gelmeye çalıştığımızı anlatmaya kalksak nafile...
“Kurum ve marka yayıncılığı üzerine toplu bir şeyler zaten yazacaktım. Senin Fil’i unutacak halimiz yok” dedik.
Kurum yayıncılığı, iletişim işlerinin en önemlisi olan itibar ve marka yönetiminde ayrıcalıklı bir yer tutar. Ne yazık ki ülkemizde uzmanlığı fazla gelişmediğinden yarısından fazlası çöpe gider. Çoğunlukla da zarfları dahi açılmadan. Onlarla birlikte de milyarlarca lira...
Çünkü pazarlama ve iletişim bilgisiyle yayınlanmazlar. “Bizim de bir tane olsun. Şöyle bol bol kendimizden söz edelim” zihniyeti hâkimdir. Mükemmel güzellikte dergiler yapabilirsiniz. Hiçbir işe yaramayabilir. “Yatakta buz kesilen dünya güzeli bir kadından daha feci bir şey olamaz” derdi yayıncılık hocam.
Oysa çok basit bir ölçütü vardır bu işin. Birkaç sayı sonra “Bu yayını bedava almaya devam etmek istiyorsanız, ilişikteki formu doldurup bize gönderin ya da fakslayın” dersiniz. Kaç tane yanıt gelirse işte o kadar başarılısınızdır.
Bizce türünün en başarılısı THY’nin dergisi Skylife. 80.000 adet basılır ve kapış kapış gider. Hillsider, Fordriver, Koçbank Younique, Mavijeans Maviology, Tekofaks’ın Tekofark, Microsoft.com, Tofaş Gazete, Vestel VS, Status / Beymen Magazin, Koç Bizden Haberler, aklımıza takılan diğer başarılı örnekler. (Unuttuklarım, başarısını kanıtlamış örnekler varsa ve kendilerini hatırlatırlarsa sevinirim)
TMI’ın Fil’i hem bilgilendirme hem de pazarlama aracı olarak hayli ilginç. Hele son sayı bayağı iddialı. ”Krizden çıkarken şirketlerin en önemli sorunu: APATİ” başlığını taşıyor.
Aynı sektörden Baltaş & Baltaş’ın dergisi de Kaynak. Derginin eski sayılarına www.baltas-baltas.com ‘dan ücretsiz olarak ulaşmak ve basılı dergiye ücretsiz abone olmanız mümkün.
Fil’e de www.pdr.com.tr adresinden yine ücretsiz abone olabilirsiniz.
Kıssadan hisse
Küçük Prens İlköğretim Okulu öğretmenlerinden Memnune Şimşek hanımdan bir e-posta geldi. Şöyle demiş hocam:
“Praktiker firmasından ev sahibimizin satın alarak montaj firması Handy Man'e monte ettirdiği mutfak dolapları, içindeki tüm tabak, bardak ve diğer malzemeleri ile önce başıma, daha sonra boynuma ve omuzuma ve sonunda geçen yıl kırılan sol ayağımın üzerine düştü. Yaralandım.”
24 saat hastane. Sonra günlerce yatak... Durumu Praktiker firmasına bildirmişler. Teknik bir ekip gelip inceleme yapmış. Hataların tamamen kendilerinde olduğunu raporlayıp gitmiş. Bir hafta sonra yeni dolap yerine takılmış. Sonra gidiş o gidiş.
Kimse ilgilenmemiş hocamızla. Ne hastalığı ile, ne öğrencilerinden uzak kalışıyla, ne de hastane masrafı, kayıp ders saatleri ve tuzla buz olan Girit menşeli aile yadigârı mutfak malzemeleriyle.
Mektubunu“Üzgünüm” diye bitiriyor Memnune Hocam, “Otuz dört yıllık öğretmenim. Tek amacım duyarlı toplum bireyleri yetiştirebilmekti”...
Mektubu Praktiker Firması Genel Müdürü’ne yönlendirdik.
Kısa süre sonra Genel Müdür Yardımcısı Oğuz İsmail Bey’den yanıt geldi: Sorumluluk aslında montajı yapan firmaya aitti. Buna rağmen Memnune hanımla gereken teması kurmuşlar ve kendilerine göre bütün sorunu çözmüşlerdi. Ve aynen Memnune hanımın yetiştirdiği çocukları gibi kendileri de duyarlıydılar.
Kıssadan hisse: 1. İşin içinde markanız varsa, müşteri nezdinde tüm sorumluluğu en ince ayrıntısına kadar hatta daha da fazlasıyla yüklenmeniz gerekir. (Bkz. Tansaş kampanyası) 2. Hızlı hareket etmeniz gerekir 3. Konuyu en üst düzeydeki yöneticinizin ele alması gerekir. Çünkü markanın itibarından birinci derecede o sorumludur.
Praktiker şirketi yetkililerini duyarlılıkları için kutluyorum. Ayağı ve kalbi hâlâ biraz kırık olan Memnune Hocama da geçmiş olsun, diyorum.
Haftanın iletişim kazası
Hangi birini yazalım. O kadar çok ki. Dışişleri Bakanımızı izlemek yeter... Ama en tipik olanı “Başka birine ne gerek var. Kendi krizini kendin yarat!” türünden iletişim kazaları... Bunların en İYİ* hastalığına tutulmuş olanları bildiğiniz gibi, “Kamu oyuna duyurulur” ilanlarıdır.
Bu sayfanın okurları bilir: Büyük boy kamu oyu duyuruları etkili fakat bir o kadar da tehlikelidir. O ana kadar pek dikkat çekmemiş bir konunun ‘sağır sultanın’ kulağına kadar gitmesini sağlayabilirsiniz. Yüzde bin haklısınızdır. Yine de “Yarası var ki gocunuyor” diye algılanabilirsiniz.
Onun için ancak reklam ajansları ve iletişim uzmanları tarafından itinayla kaleme alınıp, görsellikleri de itina ile düzenlenmeleri halinde belki işe yarayabilirler. O da belki...
Devlet dairelerinin ihale ilanları gibi hazırlanmış olanları ‘toplu intihara’ tekabül eder.
TURUSGAZ’ın geçen hafta 7 gazetede birden yayınlanmış olan koskoca ilanını görünce “Eyvah!” dedim... “İntiharla sonuçlanacak bir iletişim kazası daha!”...
Oysa adamlar topu topu doğal gaz fiyatları yüksekse bunun sorumlusu biz değiliz, diyecekler. Ve işlerini doğru dürüst yaptıklarını söyleyecekler. Hepsi bu.
Haydi bunlar gazcı. İletişim, uzmanlık alanları değil. Ya, koca koca medya kuruluşlarına ne demeli... Bir kere bir araştırma şirketine ölçtürseler, hemen görecekler: Bir testi bir testiye çarptı mı, hadi biri kırılabilir. Ama öteki de en azından çatlar...
*İdrak Yolları İltihabı
İletişim kapıda başlar
Geçenlerde Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nden İrfan Ateşoğlu’dan bir e-posta aldım:
“İhracatta Marka İmajının Etkisi' isimli çalışmam için İstanbul'daki ihracatçı firmalarla anket çalışması yaptım. Anket yapmak için gittiğim firmalardan birisi de Evyap'tı. Kapıdaki güvenlik görevlisine amacımı açıkladıktan sonra beklemeye başladım. Güvenlik görevlisi, ihracat bölümündeki personelin şu anda toplantıda olduğunu dolayısıyla beni kabul edemeyeceklerini, söyledi. Bunun üzerine, Isparta'dan buralara geldiğimi, toplantı bitinceye kadar bekleyebileceğimi, ya da anket formunu bırakıp daha sonra alabileceğimi veya adresime gönderebileceklerini, söyledim. Ancak, bütün ısrarıma rağmen görevlinin bana verdiği cevap şu oldu: Maalesef size yardımcı olamayız.”
Olayı Evyap’ın patronu İstanbul Erkek Lisesi’nden arkadaşım Fethi Evyap’a açtım. Tabii ki haberi yoktu... Eminim gerekli önlemleri alacaktır.
Fakat hiç üzülmeyiniz İrfan kardeşim, şirket kapılarında olumsuz duygular yaşayan ilk kişi siz değilsiniz. Örneğin ben, iyice tanıştığımız kurumlar dışında, kapıdan kendimi kötü hissetmeden geçebildiğim bir tek güvenlik sistemiyle karşılaşmadım...
Gördüğüm muamele, çoğu kez kendimi bakkal dükkânından şeker çalan çocuklar gibi hissetmeme neden olur. Oysa en iyi güvenlik kendisini hissettirmeyen güvenliktir.
En olumsuz yanıt bile, insanların kendilerini kötü hissetmelerine neden olmayacak şekilde verilebilir. Bu, öğrenilebilir bir ‘ilişki yönetimi kültürü’dür...
Kısa... Kısa...
· Müşteri-şirket ilişkisinin bazı açılardan aşka benzediğini anlatmak üzere CRM Institute tarafından Türkiye’ye davet edilen “guru” David Rance, İstanbul’da müşteri olarak ‘ihanete’ uğramış. CRM ustası Rance, yer ayırttığı otelden fiyatı oda-kahvaltı-akşam yemeği dahil olarak almış. Ama ayrılırken odasında içtiği su dahil her şeyin parasını ödemek zorunda kalmış. Bunu konferanstaki bazı katılımcı ve gazetecilere anlatmış. Herhalde gittiği her ülkede de anlatacaktır. Sizce itibarı ciddi boyutlarda sarsan bu krizi kim çözmeliydi? a) Otel b) CRM Institute Turkey c) Her ikisi de...
· Ülker şu sıra bütün ürünleri ile müthiş bir reklam çıkartması yapıyor. Reklam filmlerinin pek çoğu süper. Hem buluşçuluk hem de iletişim kurallarının uygulanması açısından. Ama bir tanesi var ki, ona dokunmadan geçemeyeceğim. Hani “Çikolata aşk gibidir. Araya fıstıklar girebilir” diyen... Onu, “Algılama yönetimi” dersinde ‘hedef kitlenin değerleriyle buluşamama tehlikesi olan’ reklam bölümünde anlatmayı düşünüyorum... Cinsel gönderme, ülkemizde iki kenarı da keskin bıçaktır.
· Herkes Pınar Sucuk reklamını konuşuyor. Şikâyet üzerine yoksul çocukları özendiriyor diye geç saatlere alınmış... Benim de şikâyetlerim var. Beni de en çok Jeniffer Lopez klipleri rahatsız ediyor. Lopez’i ben yattıktan sonra yayınlasınlar... Eğer bu bir iletişim taktiği ise, bulanları kutlamak gerek. İyi konuşturdular milleti. Yok bu bir iletişim taktiği değildi ise, ilgililerde algılama özürlü bir durum var demektir...
· 4 Şubat Salı akşamı Reklam Verenler Derneği’nin Lütfi Kırdar’da bir etkinliği var. “Bugüne kadar Türkiye’nin tanıtımı konusunda ortaya konmuş en yaratıcı projelerden biri” olarak tanımladıkları Miniaturk’u tüm iş ve medya dünyasına tanıtacaklar. Miniaturk dünyada 20’den fazla örneği olan ve üstünde yaşadığımız kültürel mirasın mimari boyutuyla aslına uygun 1/25 oranında küçültülerek birarada sunulduğu bir park. Yılda birkaç milyon insanın gezmesi beklenen bir masal kenti. Haliç Sütlüce’de devasa bir alan üzerinde bitmek üzere. 15 Mart’da açılacak. Reklam Verenler Derneği’ni kutluyoruz. Eş dost sohbetlerinde Türkiye’nin sadece 5 yıldızlı otel standartları, şiş kebap, rakı, göbek dansı, deniz ve güneşle değil eşsiz kültür mirasıyla da tanıtılması gerektiğini savunan ve toplumsal sorumluluk bilincinde olan kuruluşları göreve çağırdığı için.
Bence ilk 10
1) Cep Paket (Y. Erdoğan)
2) Tansaş
3) Ülker Bebe
4) Ülker Gofret
5) Pınar Sucuk
6) Nescafe Üçü Bir Arada
7) Migros (Axess)
8) İstikbal Country Collection
9) Molped
10) Genç Parti – Savaşa Hayır Kampanyası