Kendi kendimize zarar verme şampiyonuyuz...
29 Kasım 2009 Akşam Gazetesi
İki şeyi anlamakta güçlük çekiyorum. Şaka değil gerçekten anlamıyorum. Sosyal psikologlar, sosyologlar bilumum sosyal ve insan bilimciler konuya el atıp insanlığı bir aydınlatsa, ben de rahatlasam...
Anlamakta zorlandığım iki şey şu:
1. Ankara'dan geçen, kuzeyden güneye uzanan bir çizgi çeksek. Bu çizginin doğusunda kalan bölgelerde, yazın damda uyurken düşüp ölen insan sayısı yaklaşık 5.000 imiş... Bu rakam her sene üç aşağı beş yukarı tekrarlanırmış...
Bu ne demek? Şu demek: İnsanlar aralarında konuşuyorlar mesela: 'Geçen sene bizim kasabadaki komşulardan şu kadar kişi damda uyurken gece düşüp öldü... Bu sene bakalım kimlere sıra gelecek?... Ahmet Beylerden de bir iki gider herhalde...'
Bunun gibi bir şey?..
Bilim adamlarının araştırmasını beklediğim soru şu: Neden bu millet evinin damına üç kuruş beş paraya 20-30 cm'lik bir yükselti yapmaz ve uyurken damdan düşüp ölme ihtimalini sıfıra indirmeye çalışmaz?.. Bu sorunun yanıtını bileniniz var mı?
2. Yanıtını merak ettiğim ikinci soru ise, ellerinde bıçaklarla sapık katiller gibi hayvanların arkasından seğirten vatandaşlarımızın ve can havliyle kaçışan, çırpınan zavallı hayvanların oluşturduğu insanlık dışı manzaraların nasıl olup da her yıl tekrarlandığı değil.
Kendimi sapıklar arasında yaşayan daha az sapık biri olarak konumlamaya alıştırdım... Benim esas merak ettiğim husus şu: Bu yıl da 2.500 kadar kişi hayvanları boğazlarken kendini ciddi derecede yaralamış... Bu rakamda da bir istikrar tutturulmuş durumda. Her yıl bir o kadar kişi daha kendi kendini telef ediyormuş...
İşte benim de anlayamadığım bu... Niye bu işi bir uzmanına vermezler?... Niçin akıllanmayız?... Yoksa hepimiz, gözlerini kan bürümüş çakma caniler haline mi geldik?.. Gelecek yıl yine orasını burasını doğramış adamlar mı dolduracak hastaneleri?...
Film gibi film...
Neşeli değil ama 'güzel' film... İlle de gırgır, şamata, kakara kikiri olmak zorunda mı? Hayır değil. Peki o zaman neden öyle bir hava yaratıldı dersiniz?..
Oyunculuğuna her zaman şapka çıkardığım Yılmaz Erdoğan'ın seveni ne kadar çokmuş... Toplumun her kesiminden ve de medyadan... Neşeli Hayat filmine gidenlerin listesine bir bakın ve bir de Yılmaz Erdoğan'la ilgili medyada çıkan yorumlara ve pohpohlamalara... O gece çok önceden tespit edilmiş bir toplantımız olmasaydı biz de gidecektik Gala'ya... Neredeyse popüler sanat alanından bütün eş dostu bir arada görme fırsatını yakalayabilirmişiz... Herkes filmi yere göğe sığdıramıyor...
Al Yılmaz Erdoğan'ı oradan, onun yerine Cem, Ata, Şahan dışında birini koy; bak bakalım aynı cemaat ne diyor?..
Bu durum Yılmaz Erdoğan ve film için iyi midir, kötü mü?..
Bana sorarsanız tehlikeli bir durum... Gittik izledik filmi... Çok iyi yapılmış... Her şey yerli yerinde... Eli yüzü düzgün... Erman Toroğlu gibi söyleyelim: Film gibi film... Peki, yaratılan beklentiyi 100 kabul etsek film nerede? Bana sorarsanız 60 -70 arasında... Oysa bu kadar yaygara koparılmasaydı, milletin altına edecek kadar güleceği vaat edilmeseydi, filmi izleyenler neredeyse sırf Yılmaz'a kıyak olsun diye beklentiyi bu kadar yükseğe ve işin güldürü yanına vurgu yaparak yanlış yöne çekmeselerdi; Neşeli Hayat her şeyi ile 100'ü alacaktı... Yılmaz Erdoğan tez elden filmi hak ettiği yere yeniden konumlamalı... Aslanlar gibi bir dram olduğunu söylemeli, milletin katılacağı zirzop güldürü değil...
İki şeyi anlamakta güçlük çekiyorum. Şaka değil gerçekten anlamıyorum. Sosyal psikologlar, sosyologlar bilumum sosyal ve insan bilimciler konuya el atıp insanlığı bir aydınlatsa, ben de rahatlasam...
Anlamakta zorlandığım iki şey şu:
1. Ankara'dan geçen, kuzeyden güneye uzanan bir çizgi çeksek. Bu çizginin doğusunda kalan bölgelerde, yazın damda uyurken düşüp ölen insan sayısı yaklaşık 5.000 imiş... Bu rakam her sene üç aşağı beş yukarı tekrarlanırmış...
Bu ne demek? Şu demek: İnsanlar aralarında konuşuyorlar mesela: 'Geçen sene bizim kasabadaki komşulardan şu kadar kişi damda uyurken gece düşüp öldü... Bu sene bakalım kimlere sıra gelecek?... Ahmet Beylerden de bir iki gider herhalde...'
Bunun gibi bir şey?..
Bilim adamlarının araştırmasını beklediğim soru şu: Neden bu millet evinin damına üç kuruş beş paraya 20-30 cm'lik bir yükselti yapmaz ve uyurken damdan düşüp ölme ihtimalini sıfıra indirmeye çalışmaz?.. Bu sorunun yanıtını bileniniz var mı?
2. Yanıtını merak ettiğim ikinci soru ise, ellerinde bıçaklarla sapık katiller gibi hayvanların arkasından seğirten vatandaşlarımızın ve can havliyle kaçışan, çırpınan zavallı hayvanların oluşturduğu insanlık dışı manzaraların nasıl olup da her yıl tekrarlandığı değil.
Kendimi sapıklar arasında yaşayan daha az sapık biri olarak konumlamaya alıştırdım... Benim esas merak ettiğim husus şu: Bu yıl da 2.500 kadar kişi hayvanları boğazlarken kendini ciddi derecede yaralamış... Bu rakamda da bir istikrar tutturulmuş durumda. Her yıl bir o kadar kişi daha kendi kendini telef ediyormuş...
İşte benim de anlayamadığım bu... Niye bu işi bir uzmanına vermezler?... Niçin akıllanmayız?... Yoksa hepimiz, gözlerini kan bürümüş çakma caniler haline mi geldik?.. Gelecek yıl yine orasını burasını doğramış adamlar mı dolduracak hastaneleri?...
Film gibi film...
Neşeli değil ama 'güzel' film... İlle de gırgır, şamata, kakara kikiri olmak zorunda mı? Hayır değil. Peki o zaman neden öyle bir hava yaratıldı dersiniz?..
Oyunculuğuna her zaman şapka çıkardığım Yılmaz Erdoğan'ın seveni ne kadar çokmuş... Toplumun her kesiminden ve de medyadan... Neşeli Hayat filmine gidenlerin listesine bir bakın ve bir de Yılmaz Erdoğan'la ilgili medyada çıkan yorumlara ve pohpohlamalara... O gece çok önceden tespit edilmiş bir toplantımız olmasaydı biz de gidecektik Gala'ya... Neredeyse popüler sanat alanından bütün eş dostu bir arada görme fırsatını yakalayabilirmişiz... Herkes filmi yere göğe sığdıramıyor...
Al Yılmaz Erdoğan'ı oradan, onun yerine Cem, Ata, Şahan dışında birini koy; bak bakalım aynı cemaat ne diyor?..
Bu durum Yılmaz Erdoğan ve film için iyi midir, kötü mü?..
Bana sorarsanız tehlikeli bir durum... Gittik izledik filmi... Çok iyi yapılmış... Her şey yerli yerinde... Eli yüzü düzgün... Erman Toroğlu gibi söyleyelim: Film gibi film... Peki, yaratılan beklentiyi 100 kabul etsek film nerede? Bana sorarsanız 60 -70 arasında... Oysa bu kadar yaygara koparılmasaydı, milletin altına edecek kadar güleceği vaat edilmeseydi, filmi izleyenler neredeyse sırf Yılmaz'a kıyak olsun diye beklentiyi bu kadar yükseğe ve işin güldürü yanına vurgu yaparak yanlış yöne çekmeselerdi; Neşeli Hayat her şeyi ile 100'ü alacaktı... Yılmaz Erdoğan tez elden filmi hak ettiği yere yeniden konumlamalı... Aslanlar gibi bir dram olduğunu söylemeli, milletin katılacağı zirzop güldürü değil...