Keşke 175'inci yılı kutlamaya gelseymişiz...
29 Haziran 2009 Akşam Gazetesi
Üç gündür İsviçre'deyim. Bern'de... Benim de 9 yıl okuduğum Universitas Literarum Bernensis'in 175'inci yılı kutlanıyor... Aslında adı Bern Üniversitesi tabii. Ancak benim gibi ukala takımı ana binanın ve resmi yazışmaların üzerinde yazan Latince karşılığı kullanmayı tercih ederlerdi... Feodal numaraları severdik. Ne de olsa serde Osmanlılık vardı.
Keşke bu kutlamalar için gelmiş olsaydım Bern'e... Eski okul arkadaşlarını görmek, briç takımımızla bir araya gelmek, ne kadar heyecan verici olurdu...
Son sınıfta bana bursumun devamı için 'Lisans tezini teslim ettikten sonra diplomasını alacaktır!' diye belge veren Prof. Signer (Okula bisikletle gider gelirdi) artık yaşamıyor... Vietnam Savaşı karşıtı yürüyüşlere katılmanın, Kapital'i okuma kurslarına devam etmenin dersleri izlemekten daha önemli olduğunu söyleyen bitirme yılındaki İtalyan asıllı İsviçreli hocam Dr. Giovanolli de vefat etmiş. Biraz da kendisi gibi solcuyum diye her türlü kolaylığı göstermişti bana. Çok basit bir lisans tezi görevi vermiş, laboratuvar çalışmalarımda (elektro mikroskop vs.) bana yardımcı olsun diye bir de laborant görevlendirmişti...
Biz onun telkinlerini tabii ki yanlış anlamıştık. Biraz da işimize gelmişti herhalde. Uzansak alacağımız mesafedeki diplomayı bırakıp profesyonel devrimciliğe bulaşmanın faturasını hepimiz yıllarca ödedik. Ben hala ödüyorum... Cahil çoluk çocuk takımı, onca yıllık üniversite yıllarıma bir çizik atıp 'lise mezunu' diye kafa bulduğunda, eskiden üzülürdüm. Şimdilerde pek aldırmıyorum...
Şu sloganı hatırlayanınız mutlaka vardır: 'İşçiler fabrikaları, köylüler tarlaları, öğrenciler okulları terk edin!..' O yıllarda bize devrim yolunda okulu terk etmeyi telkin eden 'yoldaşlarımızın' o sırada çaktırmadan sadece okullarını bitirmekle kalmayıp doktoralarını bile verdiklerini sonradan, kariyer yaptıklarında öğrenecektik...
Kızımla birlikte kampusü dolaşırken bunlar geçiyordu aklımdan... Üniversitenin kantini Mensa'yı da artık Mario işletmiyormuş... Başkanlığını yaptığım Yabancı Öğrenciler Birliği ve Üniversite Diskosu'nun da yerlerinde yeller esiyor...
Ana binanın önündeki geniş çim alan ise bütün haşmetiyle yerli yerinde... Fizik ve matematik derslerini aldığımız, bir zamanlar A. Einstein'ın hocalık yaptığı Müspet Bilimler Enstitüsü de aslanlar gibi yerinde duruyor... Kimya derslerine girdiğimiz Theodor Kocher Enstitüsü de... 175'inci yıl kutlamalarının kokusu şehrin tamamına yayılmış... Dedim ya, keşke bunun için gelmiş olsaydım gençliğimin en önemli bölümünün geçtiği ve bir tek gününden dahi pişmanlık duymadığım, bazılarının çok can sıkıcı bulduğu bu güzelim ortaçağ kentine...
1200'lü yıllarda inşa edilmiş şehrin en eski sokaklarından birinde 1635 yılından beri varlığını sürdüren şarap mahzeninde (Klötzlikeller) bir akşam yemeği yedik. Fondü, kıyılmış dana eti ve Rösti... Bern şarabı eşliğinde. İstanbul Bern'den çok daha eski. Neden 374 yıllık bir restoranı yoktur diye sohbet ettik... Klötzlikeller'de bizim masamız vardı... Haftada en az bir iki orada buluşur, dünyayı kurtarırdık...
Keşke Bern'e kızıma üniversitenin 175'inci yıl kutlamalarını ve gençliğimin geçtiği mekanları göstermek, onunla birlikte o yıllara yolculuk yapmak için gelseydik...
Ciddi bir beyin rahatsızlığı geçiren ağabeyimi bir gün Bern'de ziyarete geleceğimi söyleselerdi; kimselere inanmazdım... Onunla birlikte okumuştuk buralarda... O iktisadı bitirdi ve kalmayı tercih etti. Çok hoş bir evlilik yaptı. Eşi ve Fribourg Üniversitesi'nden İletişim diploması almış olan kızı ile esenlikli bir yaşam sürdü...
Seyahatin tek sevindirici yanı, kendisine olağanüstü iyi bakıldığını ve her gün daha iyiye gittiğini görmekti...
İçim bir tuhaf... Bir daha gelir miyim, gençliğimin yoğrulup şekillendiği bu güzelim kente? Bilmiyorum...
Üç gündür İsviçre'deyim. Bern'de... Benim de 9 yıl okuduğum Universitas Literarum Bernensis'in 175'inci yılı kutlanıyor... Aslında adı Bern Üniversitesi tabii. Ancak benim gibi ukala takımı ana binanın ve resmi yazışmaların üzerinde yazan Latince karşılığı kullanmayı tercih ederlerdi... Feodal numaraları severdik. Ne de olsa serde Osmanlılık vardı.
Keşke bu kutlamalar için gelmiş olsaydım Bern'e... Eski okul arkadaşlarını görmek, briç takımımızla bir araya gelmek, ne kadar heyecan verici olurdu...
Son sınıfta bana bursumun devamı için 'Lisans tezini teslim ettikten sonra diplomasını alacaktır!' diye belge veren Prof. Signer (Okula bisikletle gider gelirdi) artık yaşamıyor... Vietnam Savaşı karşıtı yürüyüşlere katılmanın, Kapital'i okuma kurslarına devam etmenin dersleri izlemekten daha önemli olduğunu söyleyen bitirme yılındaki İtalyan asıllı İsviçreli hocam Dr. Giovanolli de vefat etmiş. Biraz da kendisi gibi solcuyum diye her türlü kolaylığı göstermişti bana. Çok basit bir lisans tezi görevi vermiş, laboratuvar çalışmalarımda (elektro mikroskop vs.) bana yardımcı olsun diye bir de laborant görevlendirmişti...
Biz onun telkinlerini tabii ki yanlış anlamıştık. Biraz da işimize gelmişti herhalde. Uzansak alacağımız mesafedeki diplomayı bırakıp profesyonel devrimciliğe bulaşmanın faturasını hepimiz yıllarca ödedik. Ben hala ödüyorum... Cahil çoluk çocuk takımı, onca yıllık üniversite yıllarıma bir çizik atıp 'lise mezunu' diye kafa bulduğunda, eskiden üzülürdüm. Şimdilerde pek aldırmıyorum...
Şu sloganı hatırlayanınız mutlaka vardır: 'İşçiler fabrikaları, köylüler tarlaları, öğrenciler okulları terk edin!..' O yıllarda bize devrim yolunda okulu terk etmeyi telkin eden 'yoldaşlarımızın' o sırada çaktırmadan sadece okullarını bitirmekle kalmayıp doktoralarını bile verdiklerini sonradan, kariyer yaptıklarında öğrenecektik...
Kızımla birlikte kampusü dolaşırken bunlar geçiyordu aklımdan... Üniversitenin kantini Mensa'yı da artık Mario işletmiyormuş... Başkanlığını yaptığım Yabancı Öğrenciler Birliği ve Üniversite Diskosu'nun da yerlerinde yeller esiyor...
Ana binanın önündeki geniş çim alan ise bütün haşmetiyle yerli yerinde... Fizik ve matematik derslerini aldığımız, bir zamanlar A. Einstein'ın hocalık yaptığı Müspet Bilimler Enstitüsü de aslanlar gibi yerinde duruyor... Kimya derslerine girdiğimiz Theodor Kocher Enstitüsü de... 175'inci yıl kutlamalarının kokusu şehrin tamamına yayılmış... Dedim ya, keşke bunun için gelmiş olsaydım gençliğimin en önemli bölümünün geçtiği ve bir tek gününden dahi pişmanlık duymadığım, bazılarının çok can sıkıcı bulduğu bu güzelim ortaçağ kentine...
1200'lü yıllarda inşa edilmiş şehrin en eski sokaklarından birinde 1635 yılından beri varlığını sürdüren şarap mahzeninde (Klötzlikeller) bir akşam yemeği yedik. Fondü, kıyılmış dana eti ve Rösti... Bern şarabı eşliğinde. İstanbul Bern'den çok daha eski. Neden 374 yıllık bir restoranı yoktur diye sohbet ettik... Klötzlikeller'de bizim masamız vardı... Haftada en az bir iki orada buluşur, dünyayı kurtarırdık...
Keşke Bern'e kızıma üniversitenin 175'inci yıl kutlamalarını ve gençliğimin geçtiği mekanları göstermek, onunla birlikte o yıllara yolculuk yapmak için gelseydik...
Ciddi bir beyin rahatsızlığı geçiren ağabeyimi bir gün Bern'de ziyarete geleceğimi söyleselerdi; kimselere inanmazdım... Onunla birlikte okumuştuk buralarda... O iktisadı bitirdi ve kalmayı tercih etti. Çok hoş bir evlilik yaptı. Eşi ve Fribourg Üniversitesi'nden İletişim diploması almış olan kızı ile esenlikli bir yaşam sürdü...
Seyahatin tek sevindirici yanı, kendisine olağanüstü iyi bakıldığını ve her gün daha iyiye gittiğini görmekti...
İçim bir tuhaf... Bir daha gelir miyim, gençliğimin yoğrulup şekillendiği bu güzelim kente? Bilmiyorum...