Keşke…
01 Mayıs 2016 - TIMREPORT
Türkiye İhracatçılar Meclisi’ne yakın olduğumu bilen bazı dostlarımız, bazen bütün cesaretlerini toplayıp soruyorlar. Ankara’daki İnovasyon Haftası’nı bahane eden bazı miyop ve/veya dikiz aynasına bakarak araç kullanmaya alışmış arkadaşlar, meraklarını gideremediler:
“Kardeşim, TİM’in ne alakası var inovasyonla, AR-GE ile, Girişimcilikle, Marka ile, Tasarımla?.. TİM’in görevi ihracatçıların bürokratik işlerini halletmek, devlet makamları ve bakanlıklarla ilişkilerini düzenlemek değil mi?..”
Ben ilkokuldayken, pek çok akranım gibi, Türkiye’nin ihraç ürünlerini “Yerli Malı Haftası” vesilesiyle öğretmenimizden dinlerdik: “Yemişler… Fındık, Fıstık… Hububat…”
Liseye geldiğimizde, bunlara ilaveten bir de iki madende bayağı iyi bir ihracatçı olduğumuzu öğrenecektik: Krom ve Bor…
Üniversitede okurken ise artık bir kısım gerçekle yüz yüze gelme yılları başlamıştı… Yükte ağır pahada hafif emtianın ihracatı ile herhangi bir rekabetçi avantaj sağlamamız olası değildi. Bir de şu krom ve bor gibi ham madde malzemesini bizden alanlar, onları son derece sofistike, komplike ve rafine (bilhassa plaza Türkçesi kullandım) ürünler haline getirip büyük kârlarla bize geri satıyorlardı…
O halde formül çok basitti… Toplam ihracatınız (Dolar karşılığ) bölü ihraç ettiğiniz ürünlerin toplam kilosu eşittir kilo başına düşen ihracat bedeliniz…
Bugün dünyada sadece ne kadar çok ihracat yaptığınız ve ülkeye kaç Dolarlık ihracat geliri getirdiğinizle değil; hem volümde hem de katma değerli, bilgi toplumu ürünü ihracatında nasıl pozisyon aldığınızla ilgileniyorlar.
Peki bu nasıl sağlanabilir?
Soru şu: Sofistike, komplike ve rafine ihraç ürünlerini dünya pazarlarında yüksek volümlerde piyasaya sürerek rekabetçi avantaj nasıl elde edilebilir ve bu sayede adam başına düşen millî gelir nasıl artırılır?
İşte bu sorunun yanıtı parayla yeni tanışmış eski bir Kızılderili sözünde gizlidir:
“Dağları yerinden oynatamazsın. Ama parayı yerinden oynatırsın. O da dağları yerinden oynatır!..”
Yukarıdaki üç kavramı ihracat ürünlerinde elde edebilmek için yazının girişindeki 5 alanda ülke çapında bir seferberliği tetiklemek ve ülke markasının itibarının dünya çapında artırılmasını sağlamak şarttır.
İşte TİM’İn de yaptığı bundan başka bir şey değildir…
Yasalarla belirlenmiş “teknik hareketlerini” yerine getirirken diğer yandan da ihracatı artıracak, yani “dağları yerinden oynatacak” katma değer odaklı ‘artistik hareketleri’ de devreye sokmak. Yani İnovasyonu, AR-GE’yi, Girişimciliği, Tasarımı, Türkiye markasını ve Türkiye’den çıkacak markaları desteklemek…
Bazılarımız için “sol kulağı sağ elle göstermek” gibi algılanabilecek olan bu strateji, dünyanın tüm gelişmiş ülkelerinin gelecek tasarımlarının ayrılmaz bir parçasıdır…
Türkiye ihracatçıları aslında “kendilerine gölge edilmese” inanılmaz bir hızla hem nitelik hem nicelik açısından kendilerini geliştirme ve aşma kabiliyetine sahiptirler. Türkiye’nin gelecek tasarımı açısından tek sıkıntısı olabilir; o da siyasi istikrarsızlık, güvenlik ve kamu düzeni meseleleri…
Her türden darbeci, vesayetçi, şiddete dayalı dış uygulamalardan medet uman zihniyetin gelişime çelme takmasını engellemenin yolu da Türkiye iş dünyasının kendi ortak ruhi şekillenmesinden sapmamasıdır.
ABD Yönetimi’nin Türkiye’de yaşanan insan hakları sorunlarına dair kapsamlı bir rapor yayınladığı hafta Amerikan Yönetimi ile temaslarda bulunmak üzere Washington’a giden TÜSİAD Başkanı Sayın Cansen Başaran-Symes, Brookings Enstitüsü’nde düzenlenen “Türkiye, Bölgesi ve Uluslararası Düzen” başlıklı oturumda konuştu. TÜSİAD Başkanı, Türkiye’nin demokratik değerlere bağlılığının önemine vurgu yapıp sorunlara rağmen Türkiye’nin transatlantik sistemi içinde kaldığını belirtirken ve de uzun süreli ortaklık çizgisinin her türlü sapma ve raydan çıkmaya direnme konusunda yeterince güçlü olduğunu ifade ederken keşke, ihracatımız konusunda geldiğimiz ve geleceğimiz noktanın da altını çizseymiş…
Bizi dünyaya en iyi anlatacak olanlar keşke ortak bir dil geliştirebilseler.
Keşke…
“Kardeşim, TİM’in ne alakası var inovasyonla, AR-GE ile, Girişimcilikle, Marka ile, Tasarımla?.. TİM’in görevi ihracatçıların bürokratik işlerini halletmek, devlet makamları ve bakanlıklarla ilişkilerini düzenlemek değil mi?..”
Ben ilkokuldayken, pek çok akranım gibi, Türkiye’nin ihraç ürünlerini “Yerli Malı Haftası” vesilesiyle öğretmenimizden dinlerdik: “Yemişler… Fındık, Fıstık… Hububat…”
Liseye geldiğimizde, bunlara ilaveten bir de iki madende bayağı iyi bir ihracatçı olduğumuzu öğrenecektik: Krom ve Bor…
Üniversitede okurken ise artık bir kısım gerçekle yüz yüze gelme yılları başlamıştı… Yükte ağır pahada hafif emtianın ihracatı ile herhangi bir rekabetçi avantaj sağlamamız olası değildi. Bir de şu krom ve bor gibi ham madde malzemesini bizden alanlar, onları son derece sofistike, komplike ve rafine (bilhassa plaza Türkçesi kullandım) ürünler haline getirip büyük kârlarla bize geri satıyorlardı…
O halde formül çok basitti… Toplam ihracatınız (Dolar karşılığ) bölü ihraç ettiğiniz ürünlerin toplam kilosu eşittir kilo başına düşen ihracat bedeliniz…
Bugün dünyada sadece ne kadar çok ihracat yaptığınız ve ülkeye kaç Dolarlık ihracat geliri getirdiğinizle değil; hem volümde hem de katma değerli, bilgi toplumu ürünü ihracatında nasıl pozisyon aldığınızla ilgileniyorlar.
Peki bu nasıl sağlanabilir?
Soru şu: Sofistike, komplike ve rafine ihraç ürünlerini dünya pazarlarında yüksek volümlerde piyasaya sürerek rekabetçi avantaj nasıl elde edilebilir ve bu sayede adam başına düşen millî gelir nasıl artırılır?
İşte bu sorunun yanıtı parayla yeni tanışmış eski bir Kızılderili sözünde gizlidir:
“Dağları yerinden oynatamazsın. Ama parayı yerinden oynatırsın. O da dağları yerinden oynatır!..”
Yukarıdaki üç kavramı ihracat ürünlerinde elde edebilmek için yazının girişindeki 5 alanda ülke çapında bir seferberliği tetiklemek ve ülke markasının itibarının dünya çapında artırılmasını sağlamak şarttır.
İşte TİM’İn de yaptığı bundan başka bir şey değildir…
Yasalarla belirlenmiş “teknik hareketlerini” yerine getirirken diğer yandan da ihracatı artıracak, yani “dağları yerinden oynatacak” katma değer odaklı ‘artistik hareketleri’ de devreye sokmak. Yani İnovasyonu, AR-GE’yi, Girişimciliği, Tasarımı, Türkiye markasını ve Türkiye’den çıkacak markaları desteklemek…
Bazılarımız için “sol kulağı sağ elle göstermek” gibi algılanabilecek olan bu strateji, dünyanın tüm gelişmiş ülkelerinin gelecek tasarımlarının ayrılmaz bir parçasıdır…
Türkiye ihracatçıları aslında “kendilerine gölge edilmese” inanılmaz bir hızla hem nitelik hem nicelik açısından kendilerini geliştirme ve aşma kabiliyetine sahiptirler. Türkiye’nin gelecek tasarımı açısından tek sıkıntısı olabilir; o da siyasi istikrarsızlık, güvenlik ve kamu düzeni meseleleri…
Her türden darbeci, vesayetçi, şiddete dayalı dış uygulamalardan medet uman zihniyetin gelişime çelme takmasını engellemenin yolu da Türkiye iş dünyasının kendi ortak ruhi şekillenmesinden sapmamasıdır.
ABD Yönetimi’nin Türkiye’de yaşanan insan hakları sorunlarına dair kapsamlı bir rapor yayınladığı hafta Amerikan Yönetimi ile temaslarda bulunmak üzere Washington’a giden TÜSİAD Başkanı Sayın Cansen Başaran-Symes, Brookings Enstitüsü’nde düzenlenen “Türkiye, Bölgesi ve Uluslararası Düzen” başlıklı oturumda konuştu. TÜSİAD Başkanı, Türkiye’nin demokratik değerlere bağlılığının önemine vurgu yapıp sorunlara rağmen Türkiye’nin transatlantik sistemi içinde kaldığını belirtirken ve de uzun süreli ortaklık çizgisinin her türlü sapma ve raydan çıkmaya direnme konusunda yeterince güçlü olduğunu ifade ederken keşke, ihracatımız konusunda geldiğimiz ve geleceğimiz noktanın da altını çizseymiş…
Bizi dünyaya en iyi anlatacak olanlar keşke ortak bir dil geliştirebilseler.
Keşke…