Kevin Costner'dan derhal kurtulmak gerek
30 Eylül 2009 Akşam Gazetesi
En güzelini Bülent Arınç Bey söylemiş: 'Konu Türkiye için hayati derecede ciddidir. Bunu magazinleştirme ihtiyacını duymuyoruz... Ama her konuyu sulandırma temayülünde olan birtakım çevreler, yazılı ve görsel medyada da bu işin meraklıları var.
...Bir beyanda bulunulmuş. Yerli veya yersiz bir beyan... Bunu alay konusu haline getirmek çok doğru değil. Bugün Kevin Costner'ı bu sözünden dolayı eleştirenler, kendisi Türkiye'ye geldiğinde, başındaki şapkada, 'Ne mutlu Türk'üm diyene' yazısı yazdığında susmuşlardı. Halbuki o zaman konuşmaları lazımdı. Mesela ben olsam şöyle konuşurdum, 'Bu iş bu kadar istismar edilmez arkadaş, biz bu kadar elma şekeriyle aldanan bir toplum değiliz, sen Türk değilsin, bunu söylemek için de bir gerekçen yok. Sen sadece bir reklam filminden şu kadar para almış bir insansın. Bizi bunlarla aldatmak, bizim hoşumuza gideceğini zannederek bu tür kılıklara girmek doğru değildi' diye. Bugün televizyonlarda ağızlarını aça aça onu eleştirenlerin bu konuda suskun olduklarını söylemek, aradaki farkı göstermek için yeterli.'
Sayın Bülent Arınç'ın ifadelerini yansıtan birkaç köşe yazısı vardı. Bir tanesi de bu köşede 07 Eylül günü yayınlandı: 'Kevin Costner'ın Ankara çıkarması bir PR olayı değildir' başlıklı yazıda 'Costner'ın yaptıkları ve söyledikleri Türkiye'nin tanınmasına yaramış olsa da, neden başka bir 'işe' yaramaz?..' sorusunu tartışmışız...
Kevin Costner'ın 'Demokratik Açılımı destekleme' muhabbetinin faturası Prof. Dr. Edibe Sözen Hanım'a kesiliyor... Sözen'i çok uzun yıllardır tanırım ve takdir ederim. Hoca olarak hala el üstünde tutulmasına inanırım... Uygulamada böyle durumlara düşmesi ise yüreğimi parçalıyor...
Oysa siyasi iletişimde popüler yüzlerin ve unsurların kullanımı eski Yunan ve Roma'dan bu yana vardır ve çok sık kullanılır. Bakın ABD seçimlerine mebzul miktarda görürsünüz. Bizde de vardır örnekleri. İki markanın birbirlerini yukarı çekmesi ilkesine dayanır bu tür taktikler. Altını çizelim: İki markanın...
Burada iki kritik nokta var: 1. Costner markası düşüşte ve yıpranmış bir marka. THY örneğinde direkten dönüldü ve sorun çıkmadı... Ama Türkiye'ye bir numara küçük gelir. 2. Kullanılan şöhretin destek vereceği markaya yabancı kalmaması ve sahip çıkacağı konunun altını doldurması gerekir...
Şu sıra mecazi anlamda Kevin Costner'ın poposuna teneke, her iki alanda da bağlanmış durumda... Böyle bir 'tenekesel durumdan' ise ancak Bülent Arınç gibi, ıvırıp kıvırmadan aslanlar gibi gerçeği teslim ederek kurtulmak mümkündür; 'mugalata' (yanıltmaca) yaparak değil...
Sezen'i biraz rahat bırakalım mı?..
Kendisi konserinde söylemiş, medya da söylediklerine 'yükseltici' koyup Türkiye'ye duyurdu. 'Sezen yorulmuş. Dinlenecekmiş. Bir süre konser vermeyecekmiş!'
Bundan daha doğru bir karar olamaz...
Bu kız, Türkiye'ye iki numara büyük zaten. Eleni Karaindrou'nun ya da Theo Angelopoulos'un Yunanistan'a iki numara büyük gelmeleri gibi; Lars von Trier'in Danimarka'ya sığamaması gibi; Brecht'in, Wim Wenders'in, Volker Schlöndorf'un, Peter Handke'nin Almanlara, George Semprun'un İspanyollara, Romain Gary'nin Fransızlara, Milos Forman'ın ABD'ye fazla gelmesi gibi bir şey... Jean Seberg'in, Marilyn Monroe'nun, Romy Schneider'in, Tarkovsky'nin hem farkında hem Gülhane Parkı'nda olmayı becerememeleri gibi...
Sezen Aksu becerebilmek, ayakta kalmak için yırtınıyor... Bir bıraksalar...
Ama hayır...
O da yukarıda saydıklarım gibi aynı eleştiriyi almıştır hep: 'Ne ayrıcalığı var canım Sezen'in? Medya bunu (dikkatinizi çekerim 'bunu') niye kolluyor ki?..'
Zamanı çoktan gelmişti... 'Ah İstanbul'un bestelenmiş olmasının zamanının gelmiş olması gibi...
'Güç Kirlenmesi' dediğimiz, kontrol edilemez, yönetilemezse 'şöhretli kişinin' başına ciddi dertler açabilecek o amansız hastalığın ilk belirtilerini Sezen de görmüş olmalı... Tabii pek çoğumuzdan yine çok önce...
Ne dersek diyelim, o bizim gibi değil. Farklı. Başka gezegenden...
'Neden sıradan değil', diye kudurmanın ve kızı kudurtmanın alemi yok. Biraz rahat bırakalım ne dersiniz? Çok mu zor?... Yoksa bir başka 'Ah Mazi!' çıkmayacak.
Yazık değil mi?..
En güzelini Bülent Arınç Bey söylemiş: 'Konu Türkiye için hayati derecede ciddidir. Bunu magazinleştirme ihtiyacını duymuyoruz... Ama her konuyu sulandırma temayülünde olan birtakım çevreler, yazılı ve görsel medyada da bu işin meraklıları var.
...Bir beyanda bulunulmuş. Yerli veya yersiz bir beyan... Bunu alay konusu haline getirmek çok doğru değil. Bugün Kevin Costner'ı bu sözünden dolayı eleştirenler, kendisi Türkiye'ye geldiğinde, başındaki şapkada, 'Ne mutlu Türk'üm diyene' yazısı yazdığında susmuşlardı. Halbuki o zaman konuşmaları lazımdı. Mesela ben olsam şöyle konuşurdum, 'Bu iş bu kadar istismar edilmez arkadaş, biz bu kadar elma şekeriyle aldanan bir toplum değiliz, sen Türk değilsin, bunu söylemek için de bir gerekçen yok. Sen sadece bir reklam filminden şu kadar para almış bir insansın. Bizi bunlarla aldatmak, bizim hoşumuza gideceğini zannederek bu tür kılıklara girmek doğru değildi' diye. Bugün televizyonlarda ağızlarını aça aça onu eleştirenlerin bu konuda suskun olduklarını söylemek, aradaki farkı göstermek için yeterli.'
Sayın Bülent Arınç'ın ifadelerini yansıtan birkaç köşe yazısı vardı. Bir tanesi de bu köşede 07 Eylül günü yayınlandı: 'Kevin Costner'ın Ankara çıkarması bir PR olayı değildir' başlıklı yazıda 'Costner'ın yaptıkları ve söyledikleri Türkiye'nin tanınmasına yaramış olsa da, neden başka bir 'işe' yaramaz?..' sorusunu tartışmışız...
Kevin Costner'ın 'Demokratik Açılımı destekleme' muhabbetinin faturası Prof. Dr. Edibe Sözen Hanım'a kesiliyor... Sözen'i çok uzun yıllardır tanırım ve takdir ederim. Hoca olarak hala el üstünde tutulmasına inanırım... Uygulamada böyle durumlara düşmesi ise yüreğimi parçalıyor...
Oysa siyasi iletişimde popüler yüzlerin ve unsurların kullanımı eski Yunan ve Roma'dan bu yana vardır ve çok sık kullanılır. Bakın ABD seçimlerine mebzul miktarda görürsünüz. Bizde de vardır örnekleri. İki markanın birbirlerini yukarı çekmesi ilkesine dayanır bu tür taktikler. Altını çizelim: İki markanın...
Burada iki kritik nokta var: 1. Costner markası düşüşte ve yıpranmış bir marka. THY örneğinde direkten dönüldü ve sorun çıkmadı... Ama Türkiye'ye bir numara küçük gelir. 2. Kullanılan şöhretin destek vereceği markaya yabancı kalmaması ve sahip çıkacağı konunun altını doldurması gerekir...
Şu sıra mecazi anlamda Kevin Costner'ın poposuna teneke, her iki alanda da bağlanmış durumda... Böyle bir 'tenekesel durumdan' ise ancak Bülent Arınç gibi, ıvırıp kıvırmadan aslanlar gibi gerçeği teslim ederek kurtulmak mümkündür; 'mugalata' (yanıltmaca) yaparak değil...
Sezen'i biraz rahat bırakalım mı?..
Kendisi konserinde söylemiş, medya da söylediklerine 'yükseltici' koyup Türkiye'ye duyurdu. 'Sezen yorulmuş. Dinlenecekmiş. Bir süre konser vermeyecekmiş!'
Bundan daha doğru bir karar olamaz...
Bu kız, Türkiye'ye iki numara büyük zaten. Eleni Karaindrou'nun ya da Theo Angelopoulos'un Yunanistan'a iki numara büyük gelmeleri gibi; Lars von Trier'in Danimarka'ya sığamaması gibi; Brecht'in, Wim Wenders'in, Volker Schlöndorf'un, Peter Handke'nin Almanlara, George Semprun'un İspanyollara, Romain Gary'nin Fransızlara, Milos Forman'ın ABD'ye fazla gelmesi gibi bir şey... Jean Seberg'in, Marilyn Monroe'nun, Romy Schneider'in, Tarkovsky'nin hem farkında hem Gülhane Parkı'nda olmayı becerememeleri gibi...
Sezen Aksu becerebilmek, ayakta kalmak için yırtınıyor... Bir bıraksalar...
Ama hayır...
O da yukarıda saydıklarım gibi aynı eleştiriyi almıştır hep: 'Ne ayrıcalığı var canım Sezen'in? Medya bunu (dikkatinizi çekerim 'bunu') niye kolluyor ki?..'
Zamanı çoktan gelmişti... 'Ah İstanbul'un bestelenmiş olmasının zamanının gelmiş olması gibi...
'Güç Kirlenmesi' dediğimiz, kontrol edilemez, yönetilemezse 'şöhretli kişinin' başına ciddi dertler açabilecek o amansız hastalığın ilk belirtilerini Sezen de görmüş olmalı... Tabii pek çoğumuzdan yine çok önce...
Ne dersek diyelim, o bizim gibi değil. Farklı. Başka gezegenden...
'Neden sıradan değil', diye kudurmanın ve kızı kudurtmanın alemi yok. Biraz rahat bırakalım ne dersiniz? Çok mu zor?... Yoksa bir başka 'Ah Mazi!' çıkmayacak.
Yazık değil mi?..