Kevin Costner’ın Ankara çıkarması bir PR olayı değildir
09 KASIM 2007
Bazı olaylar turnusol kâğıdı etkisi yapar. Kim, ne kadar, nedir, neden, ne kadar anlar, hemen görürsünüz. Turnusol kâğıdı pH-Metre denen aletler çıkmadan önce sıvıların asit - baz oranını ölçmeye yarardı. Sıvıya sokardınız. Kırmızıya dönerse asit; maviye dönerse baz olduğunu anlardınız. Diş fırçası olmadığı ortamlarda misvak kullanmak gibi...
Kevin Costner’ın Türkiye’ye gelişi de iletişim dünyasında benzer bir etki yaptı... Üç P’yi -PR (Halkla ilişkiler), Propaganda ve Publicty (Medyada görünürlük) - birbirine karıştıran iletişim özürlü ‘bilgelerimiz’ sapır sapır döküldüler: “Bu muazzam bir PR olayıdır. Türkiye’nin tanınmasına yarar!”
Türkiye’de herkes kendini iletişim uzmanı sandığı için bu ‘dökülme’ aleniyet kazanmadı ve kayıtlara geçmedi. Ancak bilen bildi.
Costner’in Türkiye’ye gelişi ve Ankara’da yaptıkları neden ‘muazzam bir PR olayı değildir’ ve ‘Türkiye’nin tanınmasına’ yaramış olsa da, neden bir ‘işe’ yaramaz?..
Bir: Bu PR olayı değil, Publicity olayıdır... Şöhretini müzikle yapmamış olan birinin müzik konseri biletlerinin daha hızlı satılmasına hizmet etmiştir, başka bir şeye değil. Aradaki farkı merak edenler benim kitabı okuyabilirler. Burada herkesin kafasını şişirmeyelim...
İki: Türkiye’nin beğenilmeye, itibara, ülke markasının değerinin artırılmasına ihtiyacı vardır, tanınmaya değil... Tanınmak tek başına hiçbir şey ifade etmez.
İsterseniz her gün başka bir Hollywood şöhreti gelip Anıtkabir’e oradan Çankaya’ya çıksın, Türkiye’nin marka değeri artmaz. Angelina Jolie zırt pırt Afrika’ya gidiyor diye Afrika bir İsviçre algısına ulaşmaz. Her gün onlarca şöhretin uğradığı Avrupa başkentleri için böyle bir olayın neden en ufak bir haber değeri yoktur da biz buldumcuk olur, yapınır dururuz acaba? Ekonomisi yerlerde sürünen İrlanda, hangi şöhret stratejisiyle 15 yılda bugünkü itibar noktasına ulaşmıştır... Bir düşünün bakalım...
Ayrıca Kevin Costner’ı oyuncu olarak beğenirim. Yapımcı ve/veya yönetmen olarak bir iki işte çakılmış olabilir. Ancak oyunculuğunu tartışmak kimsenin haddi değildir. Beğenmezsiniz, anlarım; ama rüştünü böylesine ispatlamış bir oyuncuyu tartışamazsınız. En son Mr. Brooks’u izledim. Siz de izleyin...
Bu arada Ahmet San kardeşim, Erkan Özerman’ın Christine Haydar diye bir porno yıldızı eskisini Haydarpaşa’nın gelini diye yutturma operasyonuna gönderme yaptım diye alınmış. Üzüldüm... Herhalde bütününü değerlendirmedi Ahmet. Yazı aynen şöyle başlıyordu: “Her kim şu Kevin Costner’ın PR işiyle uğraşıyorsa, helal olsun... İstihza ile falan söylemiyorum gerçekten helal olsun!..” Sonrasında da bunun PR değil ama bilet satışı için başarılı bir ‘publicity’ çalışması olduğunu anlatmışım. Tek itirazım, olayın vatan millet Sakarya boyutuna, Türkiye markası kahramanlığına taşınmasına...
Kısa Film Yarışması’nda moral bulduk
Çarşamba akşamı Fener’in maçına rağmen Cemal Reşit Rey salonunun neredeyse yarısından fazlası doluydu. Metro Kısa Film Yarışması’nın 5’incisinin ödül töreni vardı. Her yıl iletişim fakülteleri öğrencilerinin katıldığı etkinlikte bu yıl 160’dan fazla eser yarışmış. 12’si finale kalmış.
Sonuç şöyle. Birinci: “3 Dakika 50 Saniye” adlı film ile Hacettepe Üniversitesi’nde Gamze Hakverdi; ikinci: “Hangi Savaş” ile Selçuk Üniversitesi’nden Güven Çelik; üçüncü: “Yoldaki Kedi” ile Can Kılcıoğlu; Mansiyon: “La” ile Marmara Üniversitesi’nden Elif Nur Kerkük.
Sinema alanında Türkiye’de pek çok çalışmaya destek olan Metro AG Türkiye Temsilcisi Nurdan Tümbek’i yürekten kutluyorum. Hasbelkader jüride ben de vardım. Bu işe tutarlı ve sürekli bir şekilde ‘asılmaları’ çok önemli.
Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni de düzenleyen TÜRSAK Vakfı’nın ve onun Başkanı Engin Yiğitgil’in desteği ve danışmanlığı ile düzenlenen yarışmada Metro AG birinci gelen öğrenciyi Londra New York Film Akademisi’ne burslu olarak yolluyor ve 2.500 Euro veriyor. İkinci üç bin, üçüncü ise iki bin Euro alıyor. Mansiyon alan öğrenciye ise bin Euro armağan ediliyor.
Bu arada geceyi çok sevecen bir şekilde sunan ve söylediği şarkılarla renklendiren, Avrupa Yakası dizisinin Yaprak’ı Hale Caneroğlu, tüm güzel sözleri hak ediyor. Ben onun mükemmel bir eğitim aldığını bilmiyordum. Benim hatam mı, yoksa onun hatası mı? Ne dersiniz?
İyi ki gitmişim o gece oraya. Gençlerin bu tür işlerini görünce moral buluyor insan. Katılım gayet yüksek, diyorlar. Bence daha da artabilir. Size ve bize düşen Metro ve/veya TÜRSAK’a başvurup gelecek yıl katılacak öğrencilere sponsor olmak.
Derece alan filmleri herhalde Youtube’a koyarlar yoksa TÜRSAK’tan da isteyebilirsiniz... İzleyin, moraliniz düzelsin... Görün, ne düzgün gençler yetişiyor bu ülkede...
Kevin Costner’ın Türkiye’ye gelişi de iletişim dünyasında benzer bir etki yaptı... Üç P’yi -PR (Halkla ilişkiler), Propaganda ve Publicty (Medyada görünürlük) - birbirine karıştıran iletişim özürlü ‘bilgelerimiz’ sapır sapır döküldüler: “Bu muazzam bir PR olayıdır. Türkiye’nin tanınmasına yarar!”
Türkiye’de herkes kendini iletişim uzmanı sandığı için bu ‘dökülme’ aleniyet kazanmadı ve kayıtlara geçmedi. Ancak bilen bildi.
Costner’in Türkiye’ye gelişi ve Ankara’da yaptıkları neden ‘muazzam bir PR olayı değildir’ ve ‘Türkiye’nin tanınmasına’ yaramış olsa da, neden bir ‘işe’ yaramaz?..
Bir: Bu PR olayı değil, Publicity olayıdır... Şöhretini müzikle yapmamış olan birinin müzik konseri biletlerinin daha hızlı satılmasına hizmet etmiştir, başka bir şeye değil. Aradaki farkı merak edenler benim kitabı okuyabilirler. Burada herkesin kafasını şişirmeyelim...
İki: Türkiye’nin beğenilmeye, itibara, ülke markasının değerinin artırılmasına ihtiyacı vardır, tanınmaya değil... Tanınmak tek başına hiçbir şey ifade etmez.
İsterseniz her gün başka bir Hollywood şöhreti gelip Anıtkabir’e oradan Çankaya’ya çıksın, Türkiye’nin marka değeri artmaz. Angelina Jolie zırt pırt Afrika’ya gidiyor diye Afrika bir İsviçre algısına ulaşmaz. Her gün onlarca şöhretin uğradığı Avrupa başkentleri için böyle bir olayın neden en ufak bir haber değeri yoktur da biz buldumcuk olur, yapınır dururuz acaba? Ekonomisi yerlerde sürünen İrlanda, hangi şöhret stratejisiyle 15 yılda bugünkü itibar noktasına ulaşmıştır... Bir düşünün bakalım...
Ayrıca Kevin Costner’ı oyuncu olarak beğenirim. Yapımcı ve/veya yönetmen olarak bir iki işte çakılmış olabilir. Ancak oyunculuğunu tartışmak kimsenin haddi değildir. Beğenmezsiniz, anlarım; ama rüştünü böylesine ispatlamış bir oyuncuyu tartışamazsınız. En son Mr. Brooks’u izledim. Siz de izleyin...
Bu arada Ahmet San kardeşim, Erkan Özerman’ın Christine Haydar diye bir porno yıldızı eskisini Haydarpaşa’nın gelini diye yutturma operasyonuna gönderme yaptım diye alınmış. Üzüldüm... Herhalde bütününü değerlendirmedi Ahmet. Yazı aynen şöyle başlıyordu: “Her kim şu Kevin Costner’ın PR işiyle uğraşıyorsa, helal olsun... İstihza ile falan söylemiyorum gerçekten helal olsun!..” Sonrasında da bunun PR değil ama bilet satışı için başarılı bir ‘publicity’ çalışması olduğunu anlatmışım. Tek itirazım, olayın vatan millet Sakarya boyutuna, Türkiye markası kahramanlığına taşınmasına...
Kısa Film Yarışması’nda moral bulduk
Çarşamba akşamı Fener’in maçına rağmen Cemal Reşit Rey salonunun neredeyse yarısından fazlası doluydu. Metro Kısa Film Yarışması’nın 5’incisinin ödül töreni vardı. Her yıl iletişim fakülteleri öğrencilerinin katıldığı etkinlikte bu yıl 160’dan fazla eser yarışmış. 12’si finale kalmış.
Sonuç şöyle. Birinci: “3 Dakika 50 Saniye” adlı film ile Hacettepe Üniversitesi’nde Gamze Hakverdi; ikinci: “Hangi Savaş” ile Selçuk Üniversitesi’nden Güven Çelik; üçüncü: “Yoldaki Kedi” ile Can Kılcıoğlu; Mansiyon: “La” ile Marmara Üniversitesi’nden Elif Nur Kerkük.
Sinema alanında Türkiye’de pek çok çalışmaya destek olan Metro AG Türkiye Temsilcisi Nurdan Tümbek’i yürekten kutluyorum. Hasbelkader jüride ben de vardım. Bu işe tutarlı ve sürekli bir şekilde ‘asılmaları’ çok önemli.
Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni de düzenleyen TÜRSAK Vakfı’nın ve onun Başkanı Engin Yiğitgil’in desteği ve danışmanlığı ile düzenlenen yarışmada Metro AG birinci gelen öğrenciyi Londra New York Film Akademisi’ne burslu olarak yolluyor ve 2.500 Euro veriyor. İkinci üç bin, üçüncü ise iki bin Euro alıyor. Mansiyon alan öğrenciye ise bin Euro armağan ediliyor.
Bu arada geceyi çok sevecen bir şekilde sunan ve söylediği şarkılarla renklendiren, Avrupa Yakası dizisinin Yaprak’ı Hale Caneroğlu, tüm güzel sözleri hak ediyor. Ben onun mükemmel bir eğitim aldığını bilmiyordum. Benim hatam mı, yoksa onun hatası mı? Ne dersiniz?
İyi ki gitmişim o gece oraya. Gençlerin bu tür işlerini görünce moral buluyor insan. Katılım gayet yüksek, diyorlar. Bence daha da artabilir. Size ve bize düşen Metro ve/veya TÜRSAK’a başvurup gelecek yıl katılacak öğrencilere sponsor olmak.
Derece alan filmleri herhalde Youtube’a koyarlar yoksa TÜRSAK’tan da isteyebilirsiniz... İzleyin, moraliniz düzelsin... Görün, ne düzgün gençler yetişiyor bu ülkede...