Kibir işi bozar
18 EYLÜL 2010
Arkadaşlarımız Salı akşamı Zuma’ya davet ettiler. İlk kez gidecektim. “Pahalı olması” ile ilgili o kadar çok ‘menkıbe’ duymuştum…
Başka türlü gideceğim yokmuş demek ki. Davet edilmeliymişim. Böylece şeytanın bacağını kırabilecektim; ayağım alışabilecekti…
Tam tersi oldu…
Mekân ‘on nümero’ydı… Atmosfer süper… Yemek seçimi mükemmel…
Başta memleketi kurtarma sohbetleri olmak üzere her şey yolunda giderken kulağım müziğe takıldı.“İçeride yaratıcı çalışma yapmak için ‘çırpınan’ bir DJ var herhalde!” dedim.
O sırada New Age tonları ve ritmiyle karışık bir “12 Dev Adam” dinliyorduk…
Masadakiler dedi ki: “Duyduğunuz bir DJ çalışması değil. Yan tarafta Anjelik var. Orada çalan müzikle Zuma’daki birbirine giriyor…”
Yemekler o kadar lezzetliydi ki, müzik kaosunu duymazdan gelebilirdim…
Bizim masaya hizmet eden, benim komiye benzettiğim garson bana ‘takmasaydı’ uzun süre sesim çıkmazdı. Ama hak ettiğimi düşünmediğim ‘Allah kahretsin, bu görgüsüz müşteri de nereden çıktı, böyleleri de hep gelir beni bulur…’ davranışı, önceki olumsuz duygular üzerinde çarpan etkisi yapıverdi işte…
Henüz önden gelen tadımlıkları yemeğe devam ediyordum. Bitirdiğime dair hiçbir işaret yoktu… Sizinki gelip önümdeki tabağı çekip alıvermesin mi?..
“Bir dakika; daha bitirmedim. Niye alıyorsunuz ki?” diyecek oldum. Bana oracıkta bir ders veriverdi. “Görmüyor musunuz, yenisini vereceğim” kabilinden. Fırçayı yiyip sindim… O kıpırdamadı. Dikildiği yerde birkaç saniye bekledi. “Temiz tabağı şimdi istiyor musunuz?” diye sordu. Biraz daha ezilmiş olarak, “Tabii verin lütfen” dedim.
İkinci turda baktım kül tablalarını değiştirmeye gelmiş. Önce servisi değiştirmişti, şimdi kül tablalarını; komi olduğuna emindim artık. Yine de sordum:
- Sorbe var mı?..
- Var… (Ne olmuş yani anlamında…)
- Hangi sorbeler var? (Garson cevapta biraz gecikti. Ben de yanımdakilere “Bilmiyor herhalde” demişim)
- Tabii ki biliyorum. Bilmesem burada ne işim var…
Fazla uzatmadım. Müşteriyle didişme, onu hor görme ‘ölümcül bir rahatsızlık’tır… Bunun Zuma’nın genel geçer müşteri yaklaşımı olmadığına eminim. Ancak müşteri ilişkileri yönetimindeki 5 kusurlu hareketin 5’i de vardı o akşam. Nedenini bilemem ama sonucunun ne olacağı malum: Benim oralara bir daha adımımı atmamam; Eşe dosta olumsuz referans vermem; O garsonun en azından o akşam doğru dürüst bahşiş alamaması…
Büyük marka kendini ‘büyük görmeyince’ marka olabiliyor…
Sezen’i anlamak zorunda değilsiniz
Hrant Dink’in katledilmesinin ardından “Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrant Dink’iz” diye kampanya yapılmasını destekleyenlerin, İzmir Konak’daki bir sokaktan yasal olmayan girişimle Sezen Aksu Sokağı levhasının sökülmesine karşı tavır almak üzere, bazı kentlerimizin sokaklarına Sezen Aksu Caddesi adının verilmesini yadırgamalarını anlamakta güçlük çekiyorum… (Ağrı, G. Antep, Afyon – Sandıklı – Balık vb.)
İzmir’in ve civar turistik kasabalarının kent markalarının gelişmesi için Sezen Aksu’dan fazla katma değer üreten iki kişi daha saysınlar bana. Allahtan vefasızlık tüm kente mal edilecek durumda değil. Üç beş kendini bilmezin işiymiş. Hem Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz Kocaoğlu, hem de Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan sanatçıdan özür dilemişler. Tabela yerine asılıyormuş. Tabelayı tamir edecekler de İzmir’in kadınlarının topuk tıkırtısını bile bir efsane haline getiren sanatçının kalbini nasıl tamir edecekler…
“Referandumda Evet oyu vereceğini açıkladı diye sokak tabelasının sökülmesi ayıp da, bu iş abartılmamalı. Neymiş o sokağa bu sokağa onun adını vermek?”… Böyle söylenenlere katılmak mümkün değil. Sezen Aksu gibi pop klasiği haline gelmiş üç en fazla dört star’ın daha var. Gözünün içine bakacaksın… Gerekirse gazetedeki köşenin adını ‘Sezen Aksu Köşesi’ diye değiştireceksin… Bir toplum, ne zaman parayı ve gücü değil; ilmi, irfanı, sanatı yüceltirse o zaman o toplumun varlığı ve varoluşu sürdürülebilir bir karakter haline gelebilir.
Bir de “Ben Sezen’i pek zaten fazla dinlemem”ciler var… Ben de Adnan Saygun’dan pek anlamam. İki saatten sonra daralabilirim. Ama başımın tacıdır… Milli kültürümün parçasıdır… Pek çok anladığım, anlamadığım; sevdiğim, sevmediğim ancak insanlık kültür mirasına mal olmuş sanat ve edebiyat insanı gibi…
Başka türlü gideceğim yokmuş demek ki. Davet edilmeliymişim. Böylece şeytanın bacağını kırabilecektim; ayağım alışabilecekti…
Tam tersi oldu…
Mekân ‘on nümero’ydı… Atmosfer süper… Yemek seçimi mükemmel…
Başta memleketi kurtarma sohbetleri olmak üzere her şey yolunda giderken kulağım müziğe takıldı.“İçeride yaratıcı çalışma yapmak için ‘çırpınan’ bir DJ var herhalde!” dedim.
O sırada New Age tonları ve ritmiyle karışık bir “12 Dev Adam” dinliyorduk…
Masadakiler dedi ki: “Duyduğunuz bir DJ çalışması değil. Yan tarafta Anjelik var. Orada çalan müzikle Zuma’daki birbirine giriyor…”
Yemekler o kadar lezzetliydi ki, müzik kaosunu duymazdan gelebilirdim…
Bizim masaya hizmet eden, benim komiye benzettiğim garson bana ‘takmasaydı’ uzun süre sesim çıkmazdı. Ama hak ettiğimi düşünmediğim ‘Allah kahretsin, bu görgüsüz müşteri de nereden çıktı, böyleleri de hep gelir beni bulur…’ davranışı, önceki olumsuz duygular üzerinde çarpan etkisi yapıverdi işte…
Henüz önden gelen tadımlıkları yemeğe devam ediyordum. Bitirdiğime dair hiçbir işaret yoktu… Sizinki gelip önümdeki tabağı çekip alıvermesin mi?..
“Bir dakika; daha bitirmedim. Niye alıyorsunuz ki?” diyecek oldum. Bana oracıkta bir ders veriverdi. “Görmüyor musunuz, yenisini vereceğim” kabilinden. Fırçayı yiyip sindim… O kıpırdamadı. Dikildiği yerde birkaç saniye bekledi. “Temiz tabağı şimdi istiyor musunuz?” diye sordu. Biraz daha ezilmiş olarak, “Tabii verin lütfen” dedim.
İkinci turda baktım kül tablalarını değiştirmeye gelmiş. Önce servisi değiştirmişti, şimdi kül tablalarını; komi olduğuna emindim artık. Yine de sordum:
- Sorbe var mı?..
- Var… (Ne olmuş yani anlamında…)
- Hangi sorbeler var? (Garson cevapta biraz gecikti. Ben de yanımdakilere “Bilmiyor herhalde” demişim)
- Tabii ki biliyorum. Bilmesem burada ne işim var…
Fazla uzatmadım. Müşteriyle didişme, onu hor görme ‘ölümcül bir rahatsızlık’tır… Bunun Zuma’nın genel geçer müşteri yaklaşımı olmadığına eminim. Ancak müşteri ilişkileri yönetimindeki 5 kusurlu hareketin 5’i de vardı o akşam. Nedenini bilemem ama sonucunun ne olacağı malum: Benim oralara bir daha adımımı atmamam; Eşe dosta olumsuz referans vermem; O garsonun en azından o akşam doğru dürüst bahşiş alamaması…
Büyük marka kendini ‘büyük görmeyince’ marka olabiliyor…
Sezen’i anlamak zorunda değilsiniz
Hrant Dink’in katledilmesinin ardından “Hepimiz Ermeniyiz, Hepimiz Hrant Dink’iz” diye kampanya yapılmasını destekleyenlerin, İzmir Konak’daki bir sokaktan yasal olmayan girişimle Sezen Aksu Sokağı levhasının sökülmesine karşı tavır almak üzere, bazı kentlerimizin sokaklarına Sezen Aksu Caddesi adının verilmesini yadırgamalarını anlamakta güçlük çekiyorum… (Ağrı, G. Antep, Afyon – Sandıklı – Balık vb.)
İzmir’in ve civar turistik kasabalarının kent markalarının gelişmesi için Sezen Aksu’dan fazla katma değer üreten iki kişi daha saysınlar bana. Allahtan vefasızlık tüm kente mal edilecek durumda değil. Üç beş kendini bilmezin işiymiş. Hem Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz Kocaoğlu, hem de Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan sanatçıdan özür dilemişler. Tabela yerine asılıyormuş. Tabelayı tamir edecekler de İzmir’in kadınlarının topuk tıkırtısını bile bir efsane haline getiren sanatçının kalbini nasıl tamir edecekler…
“Referandumda Evet oyu vereceğini açıkladı diye sokak tabelasının sökülmesi ayıp da, bu iş abartılmamalı. Neymiş o sokağa bu sokağa onun adını vermek?”… Böyle söylenenlere katılmak mümkün değil. Sezen Aksu gibi pop klasiği haline gelmiş üç en fazla dört star’ın daha var. Gözünün içine bakacaksın… Gerekirse gazetedeki köşenin adını ‘Sezen Aksu Köşesi’ diye değiştireceksin… Bir toplum, ne zaman parayı ve gücü değil; ilmi, irfanı, sanatı yüceltirse o zaman o toplumun varlığı ve varoluşu sürdürülebilir bir karakter haline gelebilir.
Bir de “Ben Sezen’i pek zaten fazla dinlemem”ciler var… Ben de Adnan Saygun’dan pek anlamam. İki saatten sonra daralabilirim. Ama başımın tacıdır… Milli kültürümün parçasıdır… Pek çok anladığım, anlamadığım; sevdiğim, sevmediğim ancak insanlık kültür mirasına mal olmuş sanat ve edebiyat insanı gibi…