Kimin krizi?..
22 şubat 2024 yeni şafak
Boksta sıklıkla kullanılan bir tabirdir; eskiv… Dizlerin ve belin kullanılmasıyla rakibin attığı yumruğu boşa çıkarmak anlamına gelir… Boksör ıskalar, karşısındakini değil, havayı döver…
Biz burada yumruğun boşa sallanması değil, karşıdakinin kendisini gelen yumruktan sıyırmasıyla darbeyi arkasındakinin yediği durumla karşı karşıyayız…
CHP destekli ‘Saraçhane basını’ İliç faciasını tüm yönleriyle hükûmete, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na ‘kilitlemeye’ çalışıyor. Bir yandan da tüm denetleme hizmetlerini yerine getiren ve 9 vatandaşımıza ulaşılması için 7x24 sahada görev yapan, koordinasyonu sağlayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na…
Krizin esas merkezinde oturan ve bütün sorumluluğu yüklenmesi gereken Anagold Madencilik’i gündeme getirip sorgulayan bir basın yok ortada…
Bu maden firmasının da kendisinden önceki krizlerde, kriz iletişimi yönetimi açısından tarihe geçecek başarısızlıklara imza atan Eurogold, Soma Kömür İşletmeleri, Alamos Gold gibi şirketlerden aşağı kalır yanı yok…
Kafasını kuma gömüp bütün vücudu açıkta kalan deve kuşu misali, bu firmalar kendilerine büyük hasar vermekle kalmadılar; aynı zamanda Türkiye’nin millî madencilik ve enerji politikasına zarar vermeye çalışan, buradan yürüyerek hükûmeti zor durumda bırakmayı amaçlayan münafıkların da ekmeğine yağ sürdüler…
Öyle ki, bütün propaganda ve ajitasyon Türkiye’nin başta altın olmak üzere tüm yeraltı zenginliklerinin gün yüzüne çıkarılmaması yönündeki stratejik bir planın parçası hâline geldi.
Almanya ve İsviçre başta olmak üzere Türkiye’ye altın ihraç eden bazı ülkelerin altın üretimimizin engellenmesini kendilerine hedef koydukları bilinmekte (bkz. Necip Hablemitoğlu “Alman Vakıfları ve Bergama (Altın Madeni) Dosyası” kitabı ve Prof. Dr. Yılmaz Savaşçın’ın “NPQ Türkiye” dergisindeki makalesi).
Bu ülkelerde kurulmuş olan bazı vakıflar stratejilerini Türkiye’de üç farklı kanaldan yürütüyorlar: 1. Altın madenciliğimizin engellenmesi yolunda çalışan bazı sözde STK’ların desteklenmesi, 2. “İstemezükçü” muhalif basının gereken malzemeyle beslenmesi, 3. Tek uzmanlığı neyin ‘olmaması’ gerektiğini savunmaktan ibaret ana muhalefet partisinin arkasında pozisyon alınması. Neticede bu bir ekosistem oluşturuyor ve başrolünü de Türkiye’deki küçük ortaklarıyla birlikte yatırım yapan yabancı maden şirketleri oynuyor.
Peki çömlek patladığında ne oluyor?
Yabancı maden şirketi sıyrılıyor… Yani ‘eskiv atıyor’… Krizi ya yönetemiyor ya da kasten yönetmiyor… Yumruk geliyor, asıl muhatabına değil, başkalarına isabet ediyor…
Burada yapılması gereken en doğru şey; krizi yönetirken, yani Anagold Madencilik’i hukuki süreçte hak ettiği şekilde cezalandırırken, kriz iletişimi boyutunda Anagold’un sorumluluğunun eksiksiz bir şekilde anlatılmasını sağlamak… Yoksa Millî Enerji ve Maden Politikamızın sürdürülebilmesini tehlikeye atmış oluruz.
Günün sözü
" Önceki krizin özünü anlayamayanlar bir sonraki krize teslim olurlar...”
Pascal Lachenmeier,
İsviçreli hukukçu
Gözümüze takılanlar…
Biz burada yumruğun boşa sallanması değil, karşıdakinin kendisini gelen yumruktan sıyırmasıyla darbeyi arkasındakinin yediği durumla karşı karşıyayız…
CHP destekli ‘Saraçhane basını’ İliç faciasını tüm yönleriyle hükûmete, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na ‘kilitlemeye’ çalışıyor. Bir yandan da tüm denetleme hizmetlerini yerine getiren ve 9 vatandaşımıza ulaşılması için 7x24 sahada görev yapan, koordinasyonu sağlayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na…
Krizin esas merkezinde oturan ve bütün sorumluluğu yüklenmesi gereken Anagold Madencilik’i gündeme getirip sorgulayan bir basın yok ortada…
Bu maden firmasının da kendisinden önceki krizlerde, kriz iletişimi yönetimi açısından tarihe geçecek başarısızlıklara imza atan Eurogold, Soma Kömür İşletmeleri, Alamos Gold gibi şirketlerden aşağı kalır yanı yok…
Kafasını kuma gömüp bütün vücudu açıkta kalan deve kuşu misali, bu firmalar kendilerine büyük hasar vermekle kalmadılar; aynı zamanda Türkiye’nin millî madencilik ve enerji politikasına zarar vermeye çalışan, buradan yürüyerek hükûmeti zor durumda bırakmayı amaçlayan münafıkların da ekmeğine yağ sürdüler…
Öyle ki, bütün propaganda ve ajitasyon Türkiye’nin başta altın olmak üzere tüm yeraltı zenginliklerinin gün yüzüne çıkarılmaması yönündeki stratejik bir planın parçası hâline geldi.
Almanya ve İsviçre başta olmak üzere Türkiye’ye altın ihraç eden bazı ülkelerin altın üretimimizin engellenmesini kendilerine hedef koydukları bilinmekte (bkz. Necip Hablemitoğlu “Alman Vakıfları ve Bergama (Altın Madeni) Dosyası” kitabı ve Prof. Dr. Yılmaz Savaşçın’ın “NPQ Türkiye” dergisindeki makalesi).
Bu ülkelerde kurulmuş olan bazı vakıflar stratejilerini Türkiye’de üç farklı kanaldan yürütüyorlar: 1. Altın madenciliğimizin engellenmesi yolunda çalışan bazı sözde STK’ların desteklenmesi, 2. “İstemezükçü” muhalif basının gereken malzemeyle beslenmesi, 3. Tek uzmanlığı neyin ‘olmaması’ gerektiğini savunmaktan ibaret ana muhalefet partisinin arkasında pozisyon alınması. Neticede bu bir ekosistem oluşturuyor ve başrolünü de Türkiye’deki küçük ortaklarıyla birlikte yatırım yapan yabancı maden şirketleri oynuyor.
Peki çömlek patladığında ne oluyor?
Yabancı maden şirketi sıyrılıyor… Yani ‘eskiv atıyor’… Krizi ya yönetemiyor ya da kasten yönetmiyor… Yumruk geliyor, asıl muhatabına değil, başkalarına isabet ediyor…
Burada yapılması gereken en doğru şey; krizi yönetirken, yani Anagold Madencilik’i hukuki süreçte hak ettiği şekilde cezalandırırken, kriz iletişimi boyutunda Anagold’un sorumluluğunun eksiksiz bir şekilde anlatılmasını sağlamak… Yoksa Millî Enerji ve Maden Politikamızın sürdürülebilmesini tehlikeye atmış oluruz.
Günün sözü
" Önceki krizin özünü anlayamayanlar bir sonraki krize teslim olurlar...”
Pascal Lachenmeier,
İsviçreli hukukçu
Gözümüze takılanlar…
- Özel Sektör Gönüllüleri Derneği (ÖSGD) tarafından, özel sektördeki gönüllülük çalışmalarını destekleyerek yaygınlaşmasını sağlamak ve toplumda fark yaratan iyi örnekleri ödüllendirmek amacıyla verilen ‘Gönülden Ödüller’ sahiplerini bulmuş. Bu yıl 16.’sı düzenlenen törende “En Başarılı Gönüllülük Programı” kategorisinde büyük ödül Fiba Holding Çalışan Gönüllülüğü Programı’nın olmuş. Coca-Cola İçecek En Başarılı Gönüllülük Programı Jüri Özel Ödülü’nü alırken, Akbank ve Fiba Holding “En Başarılı Gönüllülük Projesi: Özen Gösterdiklerimiz” kategorisinde ödül sahibi olmuşlar. “Katma Değeri En İyi Anlatan Video” ve “En Etkili STK & Özel Sektör İş Birliği” kategorilerinin kazananı ise Borusan Holding imiş. Çalışan gönüllüğü projelerinin ilk hedefi bağlılığı artırmaktır; ayrıca gerçekten toplumda fark yaratan ve istikrarla sürdürülen çalışmaların itibara da olumlu katkısı olabilmektedir.
- Yine bir yığın basın bülteni, yine kritik ve stratejik bir hata… İletişim ajanslarının kendi iletişimlerini yapma olanakları son derece kısıtlıdır; o nedenle yeni müşteri kazandıklarında basın bülteni servis etmeyi bir alışkanlık hâline getirdiler. Eh hadi bu anlaşılabilir ama kullandıkları dil, seçtikleri bazı kavramlar büyük sorun… Şöyle diyorlar: “XYZ firması iletişim çalışmalarını ABC ajansına emanet etti.” İletişim çalışmalarının pek çok amacı olabilir ama ana hedef, stratejik kazanım itibarı artırmaktır ve itibar kimseye emanet edilmez, edilemez. Tıpkı namus gibidir; şahsi bir meseledir, delege edilerek yönetilmesi mümkün değildir.
- L’Oréal Türkiye, çalışanlarına yönelik “Ebeveynlik İzni Manifestosu” yayınlamış. Firma, yeni çocuğu olan çalışanlarına işindeki özlük haklarının, pozisyonlarının, terfi ve gelişim süreçlerinin etkilenmeyeceğinin; hiçbir şekilde negatif ayrımcılığa maruz kalmayacaklarının sözünü vermiş. Marka bu kapsamda 16 hafta olan yasal doğum iznini 18 hafta; 5 günlük yasal babalık iznini 6 hafta olarak uyguluyormuş. Ebeveynliğe adım atacak çalışanlara ilk yardım eğitimi, ayrıca ‘ebeveyn buddy’ler ile ebeveynlerin deneyimlerini ve yaşadıklarını paylaşması sağlanıyormuş (Gülce Türker). İnsanlar giderek daha az çocuk sahibi olma eğiliminde… Firmanın aksiyonu, bu bağlamda da ilginç bir teşvik olarak değerlendirilebilir.