Kimin, neden yuhaladığı önemli
16 NİSAN 2007
“Doğru okumak” kavramı şu günlerde pek bir revaçta. ‘Bakmak’, ‘görmek’ ‘dinlemek’, ‘duymak’ değil; ‘okumak’...
İçinde biraz ‘analiz’ var; bir tutam ‘sebep – sonuç ilişkisi kurmak’, bol miktarda da ‘duyarlı olmak’ ve ‘sorumluluk duymak’...
Neye, kime karşı sorumluluk duymak? Önce kendine sonra ailene, çevrene, ülkene...
Bu ‘doğru okumak’ kavramı pek çok alan için geçerlidir. Cumartesi günkü miting için de yazmıştık; rahatlıkla gönlünü Deniz Seki Hanıma kaptırdığını söyleyen klarnet ustası Hüsnü Şenlendirici için de kullanabiliriz. Bizim millet, aşkı anlayışla karşılar. Hem de çok!.. Aşıkları bağrına basar. Peki o halde, o anlayışlı insanımız Hüsnü Beyin evinden kavga sesleri duyunca neden polise şikayet etmiş? Sonrasında da Hüsnü Beyi neden yuhalamış? Hüsnü Bey bu yuhalama işini ‘doğru okumalı’ ve tüm kriz durumlarında olduğu gibi hızlı hareket etmeli... Yoksa alkışla yuh arasındaki o ince sınır çizgisi bir kalkarsa, bir daha zor yerine gelir.
IKEA doğru okumalı
Mahallelinin Hüsnü Şenlendirici’yi yuhalaması nasıl bir ‘toplumsal değerler’ meselesiyse, IKEA’nın reklamındaki kadının davranışının bize garip gelmesi de öyledir. Türk kadınları, kasadaki kız yanlışlıkla eksik fiş keserse; o kızın zarar görebileceğini düşünür ve yüzünde ‘hain – uyanık’ tadında bir ifadeyle ânında oradan toz olmaya bakmaz... En azından ezici bir çoğunluk bunu yapmaz... Tüketimin bir kültürel virüs olarak içlerine işlediği Batı toplumlarına göre Güney ve Doğu toplumları daha az tefessüh etmiştir. Bunu ben söylemiyorum; araştırmalar söylüyor... Yani IKEA’nın hedef kitlesi ‘kötü’ değildir; ‘iyidir’...
Herkesi kendi gibi sanan bir magazin ilavesi yazarı, “IKEA’ya gittim, tıklım tıklımdı” demiş. Aklı sıra benim, böyle bir reklamın IKEA’nın itibarına uzun vadede zarar vereceği görüşüme karşı çıkıyor.
Hani şöyle gülünç tespitler vardır: “Benim bir Kâmil Amcam var; günde iki – üç paket sigara içer; vallahi bomba gibi... Ne kanserden eser var, ne amfizemden!”...
Ticaret âlemi, hedef kitlelerinin kültür ve değerlerini dikkate almayan marka ve kuruluşların mezarlıklarıyla doludur. İşte size minik bir örnek, Reyhan Sanal Hanım yazmış. Diyor ki: “Açıkçası IKEA'ya reklam değişene kadar gitmeyeceğim, üstelik de ufukta taşınma var... Genel Müdürün bilgisine sunarım.”
Bir eğitimde karşılaştığım TÜHİD (Türkiye Halkla İlişkiler Derneği) Başkanı Fügen Toksü de, bu reklamın IKEA’nın lehine değil, aleyhine çalışacağına inandığını söylemişti.
Magazin yazarı arkadaş okuyamamış olabilir; bu işleri doğru okuması gereken IKEA Genel Müdürüdür zaten...
Bizim ‘tellak ve natır’ niye marka değil?
Ms. Putu, Ms. Swis, Ms. Sri, Ms. Ayu, Ms. Serni... Bunlar Sapanca Richmond Sağlık ve Spa otelinde çalışan 8 Balili bayandan 5’inin adları...
İnsanda ‘cennette miyim acaba?’ duygusu yaratan, Türkler de dahil 24 masaj ustasından adları aklımda kalan bu bayanlardan bir iki tanesiyle geçen hafta sonu sohbet ettim. (Tabii bir yandan da masaj yaptırdım. Bali masajı acayip.)
Bali, İstanbul’dan 14 saat uçuş mesafesindeymiş. Kızlar bir yıl içinde bırakın Bali’yi, ancak bir iki kere İstanbul’a gidebilmişler. O kadar yoğunlar yani. Tek amaçları kendilerini buraya gönderen ajansın gözüne girip Avrupa ya da ABD’deki otellerde çalışmak.
10 binlerce Balili genç kız yurt dışında çalışıyormuş. Sınav ve üç yıl eğitim, Bali masajında ustalaşmak ve yurt dışı serüvenine aday olmak için şartmış.
Bali iki şeyi başarmış. Bir: İşi sistematize etmeyi. İki: Ülke markasını yönetmeyi...
“Atlayın Bali’ye gelin” dedi Ms. Sri, “En güzel mevsim Ekim’dir. Yağmurlar geçmiş olur! Yol biraz uzun. Onu da güzel bir uyku çekerek geçirebilirsiniz”... Ülke markasını aslanlar gibi temsil ediyordu...
Richmond’da bizim bildiğimiz tellak da var... Hem de en süperinden... Ama ne yazık ki, ülke olarak ne tellak’ı marka vaadi için kullanabilmişiz, ne de natır’ı... Oysa her ikisi de ne büyük zenginliktir... Bebek Badem Ezmesi gibi; ya da Bursa’nın kestane şekerlemesi...
İçinde biraz ‘analiz’ var; bir tutam ‘sebep – sonuç ilişkisi kurmak’, bol miktarda da ‘duyarlı olmak’ ve ‘sorumluluk duymak’...
Neye, kime karşı sorumluluk duymak? Önce kendine sonra ailene, çevrene, ülkene...
Bu ‘doğru okumak’ kavramı pek çok alan için geçerlidir. Cumartesi günkü miting için de yazmıştık; rahatlıkla gönlünü Deniz Seki Hanıma kaptırdığını söyleyen klarnet ustası Hüsnü Şenlendirici için de kullanabiliriz. Bizim millet, aşkı anlayışla karşılar. Hem de çok!.. Aşıkları bağrına basar. Peki o halde, o anlayışlı insanımız Hüsnü Beyin evinden kavga sesleri duyunca neden polise şikayet etmiş? Sonrasında da Hüsnü Beyi neden yuhalamış? Hüsnü Bey bu yuhalama işini ‘doğru okumalı’ ve tüm kriz durumlarında olduğu gibi hızlı hareket etmeli... Yoksa alkışla yuh arasındaki o ince sınır çizgisi bir kalkarsa, bir daha zor yerine gelir.
IKEA doğru okumalı
Mahallelinin Hüsnü Şenlendirici’yi yuhalaması nasıl bir ‘toplumsal değerler’ meselesiyse, IKEA’nın reklamındaki kadının davranışının bize garip gelmesi de öyledir. Türk kadınları, kasadaki kız yanlışlıkla eksik fiş keserse; o kızın zarar görebileceğini düşünür ve yüzünde ‘hain – uyanık’ tadında bir ifadeyle ânında oradan toz olmaya bakmaz... En azından ezici bir çoğunluk bunu yapmaz... Tüketimin bir kültürel virüs olarak içlerine işlediği Batı toplumlarına göre Güney ve Doğu toplumları daha az tefessüh etmiştir. Bunu ben söylemiyorum; araştırmalar söylüyor... Yani IKEA’nın hedef kitlesi ‘kötü’ değildir; ‘iyidir’...
Herkesi kendi gibi sanan bir magazin ilavesi yazarı, “IKEA’ya gittim, tıklım tıklımdı” demiş. Aklı sıra benim, böyle bir reklamın IKEA’nın itibarına uzun vadede zarar vereceği görüşüme karşı çıkıyor.
Hani şöyle gülünç tespitler vardır: “Benim bir Kâmil Amcam var; günde iki – üç paket sigara içer; vallahi bomba gibi... Ne kanserden eser var, ne amfizemden!”...
Ticaret âlemi, hedef kitlelerinin kültür ve değerlerini dikkate almayan marka ve kuruluşların mezarlıklarıyla doludur. İşte size minik bir örnek, Reyhan Sanal Hanım yazmış. Diyor ki: “Açıkçası IKEA'ya reklam değişene kadar gitmeyeceğim, üstelik de ufukta taşınma var... Genel Müdürün bilgisine sunarım.”
Bir eğitimde karşılaştığım TÜHİD (Türkiye Halkla İlişkiler Derneği) Başkanı Fügen Toksü de, bu reklamın IKEA’nın lehine değil, aleyhine çalışacağına inandığını söylemişti.
Magazin yazarı arkadaş okuyamamış olabilir; bu işleri doğru okuması gereken IKEA Genel Müdürüdür zaten...
Bizim ‘tellak ve natır’ niye marka değil?
Ms. Putu, Ms. Swis, Ms. Sri, Ms. Ayu, Ms. Serni... Bunlar Sapanca Richmond Sağlık ve Spa otelinde çalışan 8 Balili bayandan 5’inin adları...
İnsanda ‘cennette miyim acaba?’ duygusu yaratan, Türkler de dahil 24 masaj ustasından adları aklımda kalan bu bayanlardan bir iki tanesiyle geçen hafta sonu sohbet ettim. (Tabii bir yandan da masaj yaptırdım. Bali masajı acayip.)
Bali, İstanbul’dan 14 saat uçuş mesafesindeymiş. Kızlar bir yıl içinde bırakın Bali’yi, ancak bir iki kere İstanbul’a gidebilmişler. O kadar yoğunlar yani. Tek amaçları kendilerini buraya gönderen ajansın gözüne girip Avrupa ya da ABD’deki otellerde çalışmak.
10 binlerce Balili genç kız yurt dışında çalışıyormuş. Sınav ve üç yıl eğitim, Bali masajında ustalaşmak ve yurt dışı serüvenine aday olmak için şartmış.
Bali iki şeyi başarmış. Bir: İşi sistematize etmeyi. İki: Ülke markasını yönetmeyi...
“Atlayın Bali’ye gelin” dedi Ms. Sri, “En güzel mevsim Ekim’dir. Yağmurlar geçmiş olur! Yol biraz uzun. Onu da güzel bir uyku çekerek geçirebilirsiniz”... Ülke markasını aslanlar gibi temsil ediyordu...
Richmond’da bizim bildiğimiz tellak da var... Hem de en süperinden... Ama ne yazık ki, ülke olarak ne tellak’ı marka vaadi için kullanabilmişiz, ne de natır’ı... Oysa her ikisi de ne büyük zenginliktir... Bebek Badem Ezmesi gibi; ya da Bursa’nın kestane şekerlemesi...