Kimse çifte standardın arkasına saklanmasın
24 Mayıs 2009 Akşam Gazetesi
Şu sıra, fıstıklıdan top atışı -sevgili Can Cağdaş'ın sıkça kullandığı bir sözdür- şeklinde mangalda kül bırakmadan kelam eden edene: 'O müşteri sana yakışmıyor, hizmet verme, bu müşteri ile kültür ve değerlerin uyuşmuyor, bırak!... Şunun reklamlarını alma...' Yaman çelişki aslında!..
Çünkü hepsi 'hakikati' (İngilizcesiyle truth) dile getiriyorlar. Bir de 'gerçeklik' (reality) var tabii. Hiçbir zaman üst üste gelemeyecek bu iki 'hal' çoğu zaman karıştırılır birbiriyle... Bazen hakikati gerçeklik zanneder insan; bazen de gerçekliği hakikat...
Örneğin, yalan söylemenin, adam öldürmenin kötü ve günah olduğu bir hakikattir...
Ben bazen 2 bin kişilik salonlara konferans verdiğimde herkese sesleniyorum, diyorum ki: 'Son 15 gün içinde tek bir yalan dahi söylememiş olduğunu iddia edenler elini kaldırsın!'
Kaç kişi elini kaldırıyor ortalama biliyor musunuz?
Hiç yorulmayın ben hemen söyleyeyim size: Hiç kimse!.. İşte bu da bir 'realitedir'...
Ya da savaşlar... Öldürene kahraman, öldürülenlere şehit denildiği durumlar... Tekrarlayalım. Hakikat ve gerçeklik arasında her zaman mesafeler vardır. Yokmuş gibi davranmak insanı hüsrana uğratır...
Şimdi de bir realite cümlesini tespit edelim: Hizmet sektöründe son karar daima müşterinindir. İletişim sektöründe hizmet verene düşen görev; müşterisinin iş hedefleri doğrultusunda onun sattığı hizmet, ürün ve/veya fikirlerinin benimsenmesi, 'satın alınması' (!) için hedef kitlelerinin ve sosyal paydaşlarının ikna edilmesine yardımcı olmaktır... Müşteriye belki doğruları göstermek, ancak onu 'eğitmek' değil... Yine de denilebilir ki, 'O zaman hizmet verme kardeşim!'... İşte zurnanın zırt dediği yer de 'O zaman' sözünün arkasında yatmaktadır zaten... Hangi zaman?..
Bir de tabii 'O zaman' kime hizmet vereceksiniz, sorusu da çıkıyor karşımıza...
Çünkü bu tür durumlarda hizmet vermemeye karar vermek de 'hakikat'le ilgili bir meseledir... Ve realiteyle; bir gazetenin reklamdan, bir ajansın vereceği hizmetten yaşayabileceği, çalışanlarına maaş ödeyebileceği gerçekliğiyle çakışır... Tamam, diyelim ki şu müşteriye hizmet verilmesin... Çünkü 'birilerine göre' etik (veya toplumsal duruş açısından ahlaki) olmayan davranışları var... Daha yalın bir ifadeyle, davranışları 'pek hoş değil'...
Peki, uçak şirketlerine hizmet verecek miyiz?.. Çünkü ona bakarsanız, 'onların davranışları hiç hoş değil'...
Net olarak kanıtlanmış ve biliniyor ki, uçakların karbondioksit emisyonları feci seviyelerdedir... Dolayısıyla küresel ısınma ve iklim değişikliğine katkıları da müthiştir... Bu yüzden tüm canlılığı tehdit etmektedirler... Bunlarla işbirliği içinde olmak, onlara hizmet vermek, 'iyidir' de, davranışları 'hoş' olmayan müşteriye mi hizmet vermek 'kötüdür'?
Ya otomotiv sektörü?... Uçaklardan beter. Kent yaşamının, şehirdeki temiz havanın bir numaralı düşmanı... Cep telefonları?... Beyinde tümör oluşmasına katkıları tartışılmaz... Cep telefonu firmalarına nasıl hizmet verecekler?... Tüm deterjanlar ve temizlik ürünleri... Suları tehdit ediyorlar. Olmayan içme sularıni hepten zehirliyorlar... Peki, hormonlu gıdalara ne demeli? O zaman onlara da hizmet verilmesin... Silah, sigara ve içki sanayinin burada adını ağzımıza almamalıyız. Siyasi partiler hepsinden beter... Bazen insanların gözünün içine baka baka yalan söylüyorlar... Yalan 'hakikate' göre tu kaka değil miydi?..
Peki, ne yapacağız?... Bu tür kuruluşlara hizmet veren sadece PR ajanslarını mı tartışacağız, eleştireceğiz? Peki ya reklamcılar ne olacak? Gazetelere reklam verilmesine aracı olanlar? Reklamları yayınlayan gazeteler? Onlar da mı tu kaka!.. Bu tür kuruluşların yöneticilerine ev kiralayanlar, bunlara hukuk hizmeti verenler; bunları taksilerine alan taksi şoförleri... Gördüğünüz gibi bu işin sonu yok... Kapitalist, liberal, demokrat, küresel bütün sistemlerde, eğer kural koymazsanız, iş dönüp dolaşıp sübjektivizme dayanır, 'Hizmet vermeyin... Reklamını almayın... Ben olsam vermezdim, almazdım...'
O zaman hiçbirine verme... Hiçbirinden reklam alma!..
...
Şimdiye kadar bilinen bir tek 'akılcı' (rasyonel) çözüm, konulmuş tek kural var... Özetle şu: İçinde bulunduğunuz ülkenin ve devletin yasalarının suç saymadığı alanlarda varlıklarını sürdüren, 'yasal' her kuruluşa hizmet verilmelidir. Gerisi kaypak zemindir, bataklıktır, çıkış yoktur... Tabii, kuralları ben koyarım; herkes de buna uymak zorundadır, şeklinde bir yaklaşımınız yoksa... Ben bu yaklaşım 1930'larda kalmış sanıyordum...
Şu sıra, fıstıklıdan top atışı -sevgili Can Cağdaş'ın sıkça kullandığı bir sözdür- şeklinde mangalda kül bırakmadan kelam eden edene: 'O müşteri sana yakışmıyor, hizmet verme, bu müşteri ile kültür ve değerlerin uyuşmuyor, bırak!... Şunun reklamlarını alma...' Yaman çelişki aslında!..
Çünkü hepsi 'hakikati' (İngilizcesiyle truth) dile getiriyorlar. Bir de 'gerçeklik' (reality) var tabii. Hiçbir zaman üst üste gelemeyecek bu iki 'hal' çoğu zaman karıştırılır birbiriyle... Bazen hakikati gerçeklik zanneder insan; bazen de gerçekliği hakikat...
Örneğin, yalan söylemenin, adam öldürmenin kötü ve günah olduğu bir hakikattir...
Ben bazen 2 bin kişilik salonlara konferans verdiğimde herkese sesleniyorum, diyorum ki: 'Son 15 gün içinde tek bir yalan dahi söylememiş olduğunu iddia edenler elini kaldırsın!'
Kaç kişi elini kaldırıyor ortalama biliyor musunuz?
Hiç yorulmayın ben hemen söyleyeyim size: Hiç kimse!.. İşte bu da bir 'realitedir'...
Ya da savaşlar... Öldürene kahraman, öldürülenlere şehit denildiği durumlar... Tekrarlayalım. Hakikat ve gerçeklik arasında her zaman mesafeler vardır. Yokmuş gibi davranmak insanı hüsrana uğratır...
Şimdi de bir realite cümlesini tespit edelim: Hizmet sektöründe son karar daima müşterinindir. İletişim sektöründe hizmet verene düşen görev; müşterisinin iş hedefleri doğrultusunda onun sattığı hizmet, ürün ve/veya fikirlerinin benimsenmesi, 'satın alınması' (!) için hedef kitlelerinin ve sosyal paydaşlarının ikna edilmesine yardımcı olmaktır... Müşteriye belki doğruları göstermek, ancak onu 'eğitmek' değil... Yine de denilebilir ki, 'O zaman hizmet verme kardeşim!'... İşte zurnanın zırt dediği yer de 'O zaman' sözünün arkasında yatmaktadır zaten... Hangi zaman?..
Bir de tabii 'O zaman' kime hizmet vereceksiniz, sorusu da çıkıyor karşımıza...
Çünkü bu tür durumlarda hizmet vermemeye karar vermek de 'hakikat'le ilgili bir meseledir... Ve realiteyle; bir gazetenin reklamdan, bir ajansın vereceği hizmetten yaşayabileceği, çalışanlarına maaş ödeyebileceği gerçekliğiyle çakışır... Tamam, diyelim ki şu müşteriye hizmet verilmesin... Çünkü 'birilerine göre' etik (veya toplumsal duruş açısından ahlaki) olmayan davranışları var... Daha yalın bir ifadeyle, davranışları 'pek hoş değil'...
Peki, uçak şirketlerine hizmet verecek miyiz?.. Çünkü ona bakarsanız, 'onların davranışları hiç hoş değil'...
Net olarak kanıtlanmış ve biliniyor ki, uçakların karbondioksit emisyonları feci seviyelerdedir... Dolayısıyla küresel ısınma ve iklim değişikliğine katkıları da müthiştir... Bu yüzden tüm canlılığı tehdit etmektedirler... Bunlarla işbirliği içinde olmak, onlara hizmet vermek, 'iyidir' de, davranışları 'hoş' olmayan müşteriye mi hizmet vermek 'kötüdür'?
Ya otomotiv sektörü?... Uçaklardan beter. Kent yaşamının, şehirdeki temiz havanın bir numaralı düşmanı... Cep telefonları?... Beyinde tümör oluşmasına katkıları tartışılmaz... Cep telefonu firmalarına nasıl hizmet verecekler?... Tüm deterjanlar ve temizlik ürünleri... Suları tehdit ediyorlar. Olmayan içme sularıni hepten zehirliyorlar... Peki, hormonlu gıdalara ne demeli? O zaman onlara da hizmet verilmesin... Silah, sigara ve içki sanayinin burada adını ağzımıza almamalıyız. Siyasi partiler hepsinden beter... Bazen insanların gözünün içine baka baka yalan söylüyorlar... Yalan 'hakikate' göre tu kaka değil miydi?..
Peki, ne yapacağız?... Bu tür kuruluşlara hizmet veren sadece PR ajanslarını mı tartışacağız, eleştireceğiz? Peki ya reklamcılar ne olacak? Gazetelere reklam verilmesine aracı olanlar? Reklamları yayınlayan gazeteler? Onlar da mı tu kaka!.. Bu tür kuruluşların yöneticilerine ev kiralayanlar, bunlara hukuk hizmeti verenler; bunları taksilerine alan taksi şoförleri... Gördüğünüz gibi bu işin sonu yok... Kapitalist, liberal, demokrat, küresel bütün sistemlerde, eğer kural koymazsanız, iş dönüp dolaşıp sübjektivizme dayanır, 'Hizmet vermeyin... Reklamını almayın... Ben olsam vermezdim, almazdım...'
O zaman hiçbirine verme... Hiçbirinden reklam alma!..
...
Şimdiye kadar bilinen bir tek 'akılcı' (rasyonel) çözüm, konulmuş tek kural var... Özetle şu: İçinde bulunduğunuz ülkenin ve devletin yasalarının suç saymadığı alanlarda varlıklarını sürdüren, 'yasal' her kuruluşa hizmet verilmelidir. Gerisi kaypak zemindir, bataklıktır, çıkış yoktur... Tabii, kuralları ben koyarım; herkes de buna uymak zorundadır, şeklinde bir yaklaşımınız yoksa... Ben bu yaklaşım 1930'larda kalmış sanıyordum...