Kitap kokmayan iletişim...
30 EYLÜL 2011
İki kızını kaybeden Siirtli anne Esmer Evin, “Evime taziyeye gelenlere bakın. Kürt, Türk ve Arap birlikte yaşıyoruz. İbadetlerimizi birlikte yapıyoruz.” diyor ve “Acımın üstüne devlet mi olur?” diye soruyor. Tüm trajediye rağmen, sağduyuyu elden bırakmayan bir üslubu var Esmer Hanım’ın... Şiddetin egemen olduğu Kürt sorununda, neredeyse ‘çıkış yok’ duygusuna kapılan herkesi, sağlıklı düşünmeye zorlayacak ‘üslup’u keşfetmek durumundayız.
“Nerede yanlış yapıldı?” sorusunun yanıtını ararken çeşitli bakış açılarından yapılan tespitlerin tümünün değerlendirilmesi ve farklı dünya görüşlerinin doğal olarak farklı yorumlarında ‘yan tutarken dürüst kalabilenler’e özellikle dikkat etmek çekmekte yarar var.
‘Nerede ya da hangi noktalarda yanlış yapıldığının’ doğru ve ‘dürüstçe’ tespitinin ardından gelecek olan ‘ne ve nasıl yapmalı?’ sorularının yanıtlarını verirken de kültür ve değerlerimizin, bu topraklar üzerinde yaşayanların tümünün “ortak ruhi şekillenmesi”nin mutlaka göz önünde bulundurulması gerektiğini bilmem söylemeye gerek var mı?
“Üslup”, ardarda gelen sorunların çıkmaza girdiği her durumda özel bir anlam kazanır . ‘Hassasiyetler’in incelerek ön plana çıktığı, buna karşılık ayrışmaların kabalaştığı böylesi zorlu dönemlerde, özellikle siyasetçilerin, hükümet kanadından ya da muhalif olanların kullandıkları dilin ayarına özen göstermelerinde sandıklarından daha çok yarar olacağının altını çizelim.
***
Az yazsa da hiçbir makalesini kaçırmadığım araştırmacı dostum, KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın, “terörü bitirmenin Kürt meselesini çözmek anlamına gelmediği” yolundaki tespitine katılmamak mümkün değil. Bekir kardeşim, “yeniden güven ortamının yaratılabilmesinin yolunun,”yapacaklarımızı diğerinin yapması gerekenler şartına bağlamadan yapmak”tan geçtiğine işaret edip diyor ki:
“Bu irade ve güç ise yalnızca hükümette ve devlet iradesindedir. Yalnızca gücü olduğu için değil, sorumlusu olduğu içindir de böyledir. Çünkü devletin ve hükümetin görevi yalnızca terör meselesini çözmek değil, tüm yurttaşların, özellikle Kürt yurttaşların meselesini çözmektir.”
***
Şiddetten canı yanmayan insanımız yok.
Toplum olarak ağır kan kaybıyla içiçe yaşıyor olsak da, duygularımızı tabii ki en doğal haliyle ama ‘sağduyudan nasiplenmemiş, akılsız, fikirsiz ve sorumsuzca’ dışarıya vurma hakkına hiçbirimiz sahip değiliz. Esmer Hanım’ın üslubuna bir daha bakın. O ifadelerde sağduyu da, akıl da, fikir de, sorumluluk da var.
Canımızı yakan şiddete yorgun ama isyanından ödün vermeyen bir ruh haliyle tepki verenlerin de, köprülerin altından çok suların aktığından, Türkiye’nin uluslararası arenada oynadığı role, toplum dinamiklerinin hayatı nasıl yönlendirdiğine kadar pek çok parametreyi birlikte değerlendirmelerinde sayısız yarar var.
***
Bu topraklarda soluk alıp veren istisnasız herkesi, tüm yurttaşları kuşatabilen kültürel reflekslere aşina olanlar özellikle kadınların yürek dayanmayan acılarının mutlaka bir bedeli olmasını talep ederlerken, diğer yandan da felaketten bir an önce kurtulma arzusuyla, Allah’tan dualarını da eksik etmezler.
Kim, hedefine ulaşmak amacıyla hangi dünya görüşünün penceresinden bakarak ‘konuşuyor ve eyliyorsa’ önce annesine ya da en yakınındaki bir ‘anne’ye baksın.
İletişimin dilini doğru kullanabilmek için Siirtli anneye, Esmer Hanım’ın sesine kulak verelim. Kitap kokmayan iletişimin sesidir o. Aradığımız ‘üslup’, o seste gizli.
Yitirdiğimiz canları geri getiremeyiz. Ancak dört kadınımızın, ardından da sadece bir gün yaşayabilen bebekle annesinin ölümü bu süreçte kırılma noktası olacak. Umarım, her şey ‘iyiye’ doğru kırılsın...
“Nerede yanlış yapıldı?” sorusunun yanıtını ararken çeşitli bakış açılarından yapılan tespitlerin tümünün değerlendirilmesi ve farklı dünya görüşlerinin doğal olarak farklı yorumlarında ‘yan tutarken dürüst kalabilenler’e özellikle dikkat etmek çekmekte yarar var.
‘Nerede ya da hangi noktalarda yanlış yapıldığının’ doğru ve ‘dürüstçe’ tespitinin ardından gelecek olan ‘ne ve nasıl yapmalı?’ sorularının yanıtlarını verirken de kültür ve değerlerimizin, bu topraklar üzerinde yaşayanların tümünün “ortak ruhi şekillenmesi”nin mutlaka göz önünde bulundurulması gerektiğini bilmem söylemeye gerek var mı?
“Üslup”, ardarda gelen sorunların çıkmaza girdiği her durumda özel bir anlam kazanır . ‘Hassasiyetler’in incelerek ön plana çıktığı, buna karşılık ayrışmaların kabalaştığı böylesi zorlu dönemlerde, özellikle siyasetçilerin, hükümet kanadından ya da muhalif olanların kullandıkları dilin ayarına özen göstermelerinde sandıklarından daha çok yarar olacağının altını çizelim.
***
Az yazsa da hiçbir makalesini kaçırmadığım araştırmacı dostum, KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın, “terörü bitirmenin Kürt meselesini çözmek anlamına gelmediği” yolundaki tespitine katılmamak mümkün değil. Bekir kardeşim, “yeniden güven ortamının yaratılabilmesinin yolunun,”yapacaklarımızı diğerinin yapması gerekenler şartına bağlamadan yapmak”tan geçtiğine işaret edip diyor ki:
“Bu irade ve güç ise yalnızca hükümette ve devlet iradesindedir. Yalnızca gücü olduğu için değil, sorumlusu olduğu içindir de böyledir. Çünkü devletin ve hükümetin görevi yalnızca terör meselesini çözmek değil, tüm yurttaşların, özellikle Kürt yurttaşların meselesini çözmektir.”
***
Şiddetten canı yanmayan insanımız yok.
Toplum olarak ağır kan kaybıyla içiçe yaşıyor olsak da, duygularımızı tabii ki en doğal haliyle ama ‘sağduyudan nasiplenmemiş, akılsız, fikirsiz ve sorumsuzca’ dışarıya vurma hakkına hiçbirimiz sahip değiliz. Esmer Hanım’ın üslubuna bir daha bakın. O ifadelerde sağduyu da, akıl da, fikir de, sorumluluk da var.
Canımızı yakan şiddete yorgun ama isyanından ödün vermeyen bir ruh haliyle tepki verenlerin de, köprülerin altından çok suların aktığından, Türkiye’nin uluslararası arenada oynadığı role, toplum dinamiklerinin hayatı nasıl yönlendirdiğine kadar pek çok parametreyi birlikte değerlendirmelerinde sayısız yarar var.
***
Bu topraklarda soluk alıp veren istisnasız herkesi, tüm yurttaşları kuşatabilen kültürel reflekslere aşina olanlar özellikle kadınların yürek dayanmayan acılarının mutlaka bir bedeli olmasını talep ederlerken, diğer yandan da felaketten bir an önce kurtulma arzusuyla, Allah’tan dualarını da eksik etmezler.
Kim, hedefine ulaşmak amacıyla hangi dünya görüşünün penceresinden bakarak ‘konuşuyor ve eyliyorsa’ önce annesine ya da en yakınındaki bir ‘anne’ye baksın.
İletişimin dilini doğru kullanabilmek için Siirtli anneye, Esmer Hanım’ın sesine kulak verelim. Kitap kokmayan iletişimin sesidir o. Aradığımız ‘üslup’, o seste gizli.
Yitirdiğimiz canları geri getiremeyiz. Ancak dört kadınımızın, ardından da sadece bir gün yaşayabilen bebekle annesinin ölümü bu süreçte kırılma noktası olacak. Umarım, her şey ‘iyiye’ doğru kırılsın...