KOÇ Bizden Haberler ‘avara kasnak’ dönmüyor
07 EYLÜL 2003
Pek çok dergi hatırlarım. Yıl:1 sayı:1, diye başlarlar. Sonra da orada kalırlar. Çünkü iletişimin temelini oluşturan “3 C” kuralına uymamışlardır. Yayın dünyasının sermaye mezarlığı haline gelmesinin özünde genelde bu ölümcül hata yatar.
Üç C, üç ‘basit’ İngilizce sözcüğün baş harfleridir; Creativity, Consistency, Continuity (Yaratıcılık, tutarlılık, süreklilik)...
Bu üç özellikten biri eksik oldu mu o iletişim faaliyetinde, Koç Topluluğu eski yöneticilerinden Evren Artan dostumuzun sıkça kullandığı deyimle ‘Avara kasnak”’(boşa dönen makine çemberi) bir durum çıkar ortaya. Paralar da emekler de boşa gider.
Ticari iletişim bir yana, gündelik hayatınızı, eşinizle, sevgilinizle ya da arkadaşınızla olan iletişiminizi, basit bir formül olan 3C büyütecinden geçiriverin. Zaman zaman neden ‘avara kasnak’ durumuna düştüğünüzü hemen göreceksiniz...
Kurumların iç ve dış iletişimlerinde en etkili silahlarından biri olan kurum yayınları için de aynı şey geçerlidir.
Kurum dergilerine bu ‘3C’ anlamında mükemmel örnekler var mıdır? Vardır tabii. Benim favorilerim arasında özellikle üçüncü ‘C’ anlamında THY’nin ‘Skylife’ını, Shell’in ‘İlgi’sini ve Koç Holding’in ‘Bizden Haberleri’ni sayabilirim.
Bizden Haberler bu ay 40’ıncı yaşını kutluyor.
Bakın 40 yıl önce Vehbi Koç, derginin ana yayın politikasını (tutarlılık) nasıl belirlemiş: “Gayemiz sizleri çalışmalarımızdan haberdar etmek ve bu işlerle ilgili dahilden ve hariçten alacağımız haberleri sizlere duyurmak; bu suretle daha ahenkli ve bilgili bir şekilde çalışarak aramızdaki münasebeti sıklaştırmak, daha verimli bir mesai temin etmektir.”
1963 Eylülünde yayın hayatına başlayan Bizden Haberler piyasadaki tüketici dergilerinin birkaç tanesi hariç tamamından yüksek bir tirajla (33 bin) yayın hayatını sürdürüyor.
40 yıllık serüveninin bugün geldiği noktada, bir kurum dergisinin nasıl da stratejik iletişimin bir parçası olabilme başarısını gösterdiğini, 40’ıncı yıl özel sayısında Koç Holding CEO’su F. Bülend Özaydınlı’dan öğreniyoruz:
“Türkiye’nin geleceğine yatırım yapan ve 'Tüketiciye en yakın topluluk olmak’ hedefine doğru yürüyen Koç Topluluğu’nu en doğru biçimde izleyebilmenin önemli araçlarından biri de, Bizden Haberler dergisidir.”
Bir kurumun kendini doğru algılatabilmesinden daha önemli ne işi olabilir ki...
Oldu mu şimdi, Mudo!
Penceremden Marmara’ya doğru baktığımdan birkaç gündür gözüm bir tek şeye kilitlenip kalıyor: Mudo’nun reklam panosuna… “OCOOL başlıyor” diyor koskoca panoda. Yani ‘okul başlıyor’…
Ve ne zaman on panoyu görsem, Mudo’nun sahibi, dünyanın en sevimli insanlarından biri olan Mustafa Taviloğlu’nu bu kez biraz kızgınlıkla anmadan geçemiyorum.
Mudo’yu marka haline getiren odur… Yıllardır çizgisini tutarlılıkla götüren odur. İletişimi de iyi bilir. Nasıl düşmüş bu hataya anlaşılır gibi değil…
Bir kere Türkçe kelimeleri İngilizce yazma işi demode. Sadece üçüncü sınıf eğlence yerlerinde kaldı o iş. Bir moda sevdalısına yakışır mı demodelik…
İkincisi, şu sıra tam tersine, ulusçuluk gündemde (Bkz. Cola Turka, Vestel, Garanti ‘12 dev adam’, Mavi Jeans vs ).
Üçüncüsü, ilginç, değişik, çarpıcı olan her şey iletişimde hedefe götürmeyebilir. Hatta ters bile tepebilir. (İxir, Aganigi, Dr. Renuad Paris vs)
Dördüncüsü, hadi Türk halkını değil, İstanbul’daki 10-15 bin aile ve çocuklarını hedefliyorsunuz, götürün panoyu o ailelerin gündelik yaşamlarının geçtiği yerlere koyun, Barbaros Bulvarı gibi halkın geçtiği ana arterlere değil.
Beşincisi, bir markanın toplumsal sorumluluğu en az ticari sorumluluğu kadar da önemlidir. Çünkü insanlar mantıkları kadar duygularıyla karar verirler. Ve eşitler arasında ‘sevdiklerini’ tercih ederler. Sevmek ve sevilmek için ise ‘değerler ve kültürle’ buluşmak, uyum gerekir.
OCOOL sizin hedef kitlenizin hangi değerler sistemi ile buluşuyor Allah aşkına?
Kaz uçar da Megan uçmaz mı?
Elim ekmek tutmaya başladıktan sonra uzun yıllar (1974 – 1993) sadece Renault marka otomobiller kullandım. Markanın yurt dışından aşina olduğum gücü kadar İstanbul’daki muhteşem servisinin bunda büyük katkısı olmuştur. Yeri gelmişken Günerler Otomotiv’in sahibi Haydar Güner Bey ve kuduğu sistemi vefa ile analım…
Bu nedenlerle Renault’daki gelişmeler beni hâlâ yakından ilgilendirir. Yarışlardaki başarılarını izlerim. Yeni modellerini takip ederim. Göğsüm kabarır. Örneğin Megan sadece otomobil alıcıları için değil Türkiye ekonomisi için ciddi bir başarı öyküsüdür. Aynı Tofaş, Otosan ve diğer yerli üreticiler gibi Renault da bu alanda başarılarına yenilerini katarak yoluna devam ediyor… Renault II Sedan’ın ses getiren lansmanı çok başarılı bir PR uygulamasıydı.
Öte yandan aynı duyarlılıkla tam anlayamadığım işler yaptılar mı da, canım sıkılır. Son Megan reklamında olduğu gibi…
‘Uçma’ konseptinden söz ediyorum. Kazlardan falan…
Tasarım müthiş. Reklamdan önce gelen sayfalara uçan kazları yerleştirip merak uyandırmak şahane fikir. Ama gel gör ki, reklamı açtınız mı, karşınıza çıkan kilit mesajda iş düğümleniyor:”Uçmanın keyfini yolda yaşayın!”…
Evet ben bu keyfi(!) bir kere yaşadım. Samsun’a giderken 4 çeker bomba gibi bir araba ile ‘uçtuk’… İki takla atıp yolun kenarına çakıldık. Allahtan kemerler bağlıydı. Araba sağlamdı. Sadece kırık ve çıkıklarla atlattık o ‘uçma’ serüvenini…
Megan da sağlam araba. Ama hedef kitleye ‘uçmayı’ hatırlatmanın alemi var mı? Hem de ‘kaz’ resimleri kullanarak…
Besbelli ki reklamın kastettiği bu ‘uçma’ değil. Tabii ki, yaban kazı aerodinamik mükemelliyetin, sarsıntısız, huzurlu, sessiz ortamın simgesi olarak kullanılmış. Hızı kastetselerdi, kartal ya da atmaca kullanırlardı. Ama diyoruz ya, reklam 6 yaşındaki çocukların anlayacağı şekilde hazırlanmalı. Ya herkes öbür türlü anlarlarsa…
Bunalım Başlıklar...
Milliyet’in sahibi olduğu yıllarda Ercüment Karacan, herhangi bir yazı veya habere atılan başlık, soru formunda olduğu zaman kıyameti koparırdı: “Okurun işi gücü yok senin sorunun yanıtını mı düşünecek!”
Zamanla ne kadar haklı olduğunu anlamışımdır. Çevremizin algılama çöplüğü olduğu söylenir. Günde ortalama 1.000 marka ve/veya reklam sloganı, ya da görsel kavramla karşılaşıyormuş beynimiz. Şu anda orturduğunuz yerden çevrenize 360 derece bir göz gezdirin. Ne demek istediğimi hemen anlayacaksınız. Bir de gazeteyi açıyorsunuz bir başlık: “Kim bu işin sorumlusu?”... Haydii, tut kelin perçeminden.
Arkadaşlar, sadece son hafta gazetelerini taradılar. Bakın örneklere:
Ek taşıt vergisinde son durum ne? (Hürriyet); Suikastı kim neden düzenlemiş olabilir? (Sabah); Yazar yaşadığını mı yazar, hayal ettiğini mi? (Sabah Cumartesi); Sezer sevilmek istemiyor mu? (Dünden Bugüne Tercüman); 368 Dolar zenginleştik hissedebilen var mı? (Star); ‘Polo’nun garantisi bu kadar mı? (Takvim); Thurman-Hawke çiftine nazar mı değdi? (Türkiye); Kim sever veda etmeyi? (Vatan); Thurow haklı mı? (Finansal Forum)... Buyrun verin cevaplarını...
Allah gani gani rahmet eylesin Ercüment Karacan’a...
Kekstra bir reklam!
Hani Türkçesi bozuk bir beyefendi, masa başında biraz da bizi azarlar bir tavırla tahtaya “Kekstra” yazarak bir şeyler anlatıyor. Kekstra dışında fimin altında iki logo daha var: Dankek ve Ülker... Kafayı karıştırmak için her şey yapılmış sanki.
O reklamı anlamadığımı önce kimselere söylemedim. Ne olur ne olmaz. Sadece biz anlamamışızdır. Karizmayı çizdiririz, durup dururken. Ufak ufak çevremdekilere sordum. Baktım hepsi benimle aynı durumda.
Reklamı 6 yaşındaki çocuk anlamalı ya. Belki, dedim, onlar anladı. Nafile! Onlardan da sonuç alamadım. Ülkerin reklamlarıyla ilgili burada hep olumlu şeyler yazmışımdır. Ne oldu Allahaşkına?... Çok fazla ürün, bir dolu reklam... Bu gözden kaçtı galiba...
Üç C, üç ‘basit’ İngilizce sözcüğün baş harfleridir; Creativity, Consistency, Continuity (Yaratıcılık, tutarlılık, süreklilik)...
Bu üç özellikten biri eksik oldu mu o iletişim faaliyetinde, Koç Topluluğu eski yöneticilerinden Evren Artan dostumuzun sıkça kullandığı deyimle ‘Avara kasnak”’(boşa dönen makine çemberi) bir durum çıkar ortaya. Paralar da emekler de boşa gider.
Ticari iletişim bir yana, gündelik hayatınızı, eşinizle, sevgilinizle ya da arkadaşınızla olan iletişiminizi, basit bir formül olan 3C büyütecinden geçiriverin. Zaman zaman neden ‘avara kasnak’ durumuna düştüğünüzü hemen göreceksiniz...
Kurumların iç ve dış iletişimlerinde en etkili silahlarından biri olan kurum yayınları için de aynı şey geçerlidir.
Kurum dergilerine bu ‘3C’ anlamında mükemmel örnekler var mıdır? Vardır tabii. Benim favorilerim arasında özellikle üçüncü ‘C’ anlamında THY’nin ‘Skylife’ını, Shell’in ‘İlgi’sini ve Koç Holding’in ‘Bizden Haberleri’ni sayabilirim.
Bizden Haberler bu ay 40’ıncı yaşını kutluyor.
Bakın 40 yıl önce Vehbi Koç, derginin ana yayın politikasını (tutarlılık) nasıl belirlemiş: “Gayemiz sizleri çalışmalarımızdan haberdar etmek ve bu işlerle ilgili dahilden ve hariçten alacağımız haberleri sizlere duyurmak; bu suretle daha ahenkli ve bilgili bir şekilde çalışarak aramızdaki münasebeti sıklaştırmak, daha verimli bir mesai temin etmektir.”
1963 Eylülünde yayın hayatına başlayan Bizden Haberler piyasadaki tüketici dergilerinin birkaç tanesi hariç tamamından yüksek bir tirajla (33 bin) yayın hayatını sürdürüyor.
40 yıllık serüveninin bugün geldiği noktada, bir kurum dergisinin nasıl da stratejik iletişimin bir parçası olabilme başarısını gösterdiğini, 40’ıncı yıl özel sayısında Koç Holding CEO’su F. Bülend Özaydınlı’dan öğreniyoruz:
“Türkiye’nin geleceğine yatırım yapan ve 'Tüketiciye en yakın topluluk olmak’ hedefine doğru yürüyen Koç Topluluğu’nu en doğru biçimde izleyebilmenin önemli araçlarından biri de, Bizden Haberler dergisidir.”
Bir kurumun kendini doğru algılatabilmesinden daha önemli ne işi olabilir ki...
Oldu mu şimdi, Mudo!
Penceremden Marmara’ya doğru baktığımdan birkaç gündür gözüm bir tek şeye kilitlenip kalıyor: Mudo’nun reklam panosuna… “OCOOL başlıyor” diyor koskoca panoda. Yani ‘okul başlıyor’…
Ve ne zaman on panoyu görsem, Mudo’nun sahibi, dünyanın en sevimli insanlarından biri olan Mustafa Taviloğlu’nu bu kez biraz kızgınlıkla anmadan geçemiyorum.
Mudo’yu marka haline getiren odur… Yıllardır çizgisini tutarlılıkla götüren odur. İletişimi de iyi bilir. Nasıl düşmüş bu hataya anlaşılır gibi değil…
Bir kere Türkçe kelimeleri İngilizce yazma işi demode. Sadece üçüncü sınıf eğlence yerlerinde kaldı o iş. Bir moda sevdalısına yakışır mı demodelik…
İkincisi, şu sıra tam tersine, ulusçuluk gündemde (Bkz. Cola Turka, Vestel, Garanti ‘12 dev adam’, Mavi Jeans vs ).
Üçüncüsü, ilginç, değişik, çarpıcı olan her şey iletişimde hedefe götürmeyebilir. Hatta ters bile tepebilir. (İxir, Aganigi, Dr. Renuad Paris vs)
Dördüncüsü, hadi Türk halkını değil, İstanbul’daki 10-15 bin aile ve çocuklarını hedefliyorsunuz, götürün panoyu o ailelerin gündelik yaşamlarının geçtiği yerlere koyun, Barbaros Bulvarı gibi halkın geçtiği ana arterlere değil.
Beşincisi, bir markanın toplumsal sorumluluğu en az ticari sorumluluğu kadar da önemlidir. Çünkü insanlar mantıkları kadar duygularıyla karar verirler. Ve eşitler arasında ‘sevdiklerini’ tercih ederler. Sevmek ve sevilmek için ise ‘değerler ve kültürle’ buluşmak, uyum gerekir.
OCOOL sizin hedef kitlenizin hangi değerler sistemi ile buluşuyor Allah aşkına?
Kaz uçar da Megan uçmaz mı?
Elim ekmek tutmaya başladıktan sonra uzun yıllar (1974 – 1993) sadece Renault marka otomobiller kullandım. Markanın yurt dışından aşina olduğum gücü kadar İstanbul’daki muhteşem servisinin bunda büyük katkısı olmuştur. Yeri gelmişken Günerler Otomotiv’in sahibi Haydar Güner Bey ve kuduğu sistemi vefa ile analım…
Bu nedenlerle Renault’daki gelişmeler beni hâlâ yakından ilgilendirir. Yarışlardaki başarılarını izlerim. Yeni modellerini takip ederim. Göğsüm kabarır. Örneğin Megan sadece otomobil alıcıları için değil Türkiye ekonomisi için ciddi bir başarı öyküsüdür. Aynı Tofaş, Otosan ve diğer yerli üreticiler gibi Renault da bu alanda başarılarına yenilerini katarak yoluna devam ediyor… Renault II Sedan’ın ses getiren lansmanı çok başarılı bir PR uygulamasıydı.
Öte yandan aynı duyarlılıkla tam anlayamadığım işler yaptılar mı da, canım sıkılır. Son Megan reklamında olduğu gibi…
‘Uçma’ konseptinden söz ediyorum. Kazlardan falan…
Tasarım müthiş. Reklamdan önce gelen sayfalara uçan kazları yerleştirip merak uyandırmak şahane fikir. Ama gel gör ki, reklamı açtınız mı, karşınıza çıkan kilit mesajda iş düğümleniyor:”Uçmanın keyfini yolda yaşayın!”…
Evet ben bu keyfi(!) bir kere yaşadım. Samsun’a giderken 4 çeker bomba gibi bir araba ile ‘uçtuk’… İki takla atıp yolun kenarına çakıldık. Allahtan kemerler bağlıydı. Araba sağlamdı. Sadece kırık ve çıkıklarla atlattık o ‘uçma’ serüvenini…
Megan da sağlam araba. Ama hedef kitleye ‘uçmayı’ hatırlatmanın alemi var mı? Hem de ‘kaz’ resimleri kullanarak…
Besbelli ki reklamın kastettiği bu ‘uçma’ değil. Tabii ki, yaban kazı aerodinamik mükemelliyetin, sarsıntısız, huzurlu, sessiz ortamın simgesi olarak kullanılmış. Hızı kastetselerdi, kartal ya da atmaca kullanırlardı. Ama diyoruz ya, reklam 6 yaşındaki çocukların anlayacağı şekilde hazırlanmalı. Ya herkes öbür türlü anlarlarsa…
Bunalım Başlıklar...
Milliyet’in sahibi olduğu yıllarda Ercüment Karacan, herhangi bir yazı veya habere atılan başlık, soru formunda olduğu zaman kıyameti koparırdı: “Okurun işi gücü yok senin sorunun yanıtını mı düşünecek!”
Zamanla ne kadar haklı olduğunu anlamışımdır. Çevremizin algılama çöplüğü olduğu söylenir. Günde ortalama 1.000 marka ve/veya reklam sloganı, ya da görsel kavramla karşılaşıyormuş beynimiz. Şu anda orturduğunuz yerden çevrenize 360 derece bir göz gezdirin. Ne demek istediğimi hemen anlayacaksınız. Bir de gazeteyi açıyorsunuz bir başlık: “Kim bu işin sorumlusu?”... Haydii, tut kelin perçeminden.
Arkadaşlar, sadece son hafta gazetelerini taradılar. Bakın örneklere:
Ek taşıt vergisinde son durum ne? (Hürriyet); Suikastı kim neden düzenlemiş olabilir? (Sabah); Yazar yaşadığını mı yazar, hayal ettiğini mi? (Sabah Cumartesi); Sezer sevilmek istemiyor mu? (Dünden Bugüne Tercüman); 368 Dolar zenginleştik hissedebilen var mı? (Star); ‘Polo’nun garantisi bu kadar mı? (Takvim); Thurman-Hawke çiftine nazar mı değdi? (Türkiye); Kim sever veda etmeyi? (Vatan); Thurow haklı mı? (Finansal Forum)... Buyrun verin cevaplarını...
Allah gani gani rahmet eylesin Ercüment Karacan’a...
Kekstra bir reklam!
Hani Türkçesi bozuk bir beyefendi, masa başında biraz da bizi azarlar bir tavırla tahtaya “Kekstra” yazarak bir şeyler anlatıyor. Kekstra dışında fimin altında iki logo daha var: Dankek ve Ülker... Kafayı karıştırmak için her şey yapılmış sanki.
O reklamı anlamadığımı önce kimselere söylemedim. Ne olur ne olmaz. Sadece biz anlamamışızdır. Karizmayı çizdiririz, durup dururken. Ufak ufak çevremdekilere sordum. Baktım hepsi benimle aynı durumda.
Reklamı 6 yaşındaki çocuk anlamalı ya. Belki, dedim, onlar anladı. Nafile! Onlardan da sonuç alamadım. Ülkerin reklamlarıyla ilgili burada hep olumlu şeyler yazmışımdır. Ne oldu Allahaşkına?... Çok fazla ürün, bir dolu reklam... Bu gözden kaçtı galiba...