Konuşmam inşallah işe yarar
28 Aralık 2009 Akşam Gazetesi
Bu hafta sonu beynimin karıncalandığını hissettim. Cumartesi günü İstanbul Erkek Lisesi’nde Nurettin Topçu’yu Anma Toplantısı’nda konuştum. Pazar günü de Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nın İTO Cemile Sultan Tesisleri’nde düzenlediği 11. Divan Sohbetleri Toplantısı’nda “Hakikat ve Realite” arasındaki farkı anlattım. Daha doğrusu anlatmaya çalıştım. Müthiş bir kavram kargaşası var. Ama bizde. İngilizce’de, Almanca’da, Fransızca’da yok: “Truth” ve “reality”, “die wahrheit” ve “die wirklichkeit”, “la veritè” ve “la rèalitè”.
Nasıl her gün kullanmamıza rağmen ilişki ile iletişim arasındaki farkı ve ilintiyi anlamakta zorlanıyorsak, konuşma yaptığım konuda da “dipsiz kuyularda yalnız bırakılmış” gibiyiz. Ben “truth”u hakikat ile “reality”yi ise realite ile karşılamaktan yanayım. Türk Dil Kurumu sözlükleri de hayatımızı pek kolaylaştırmıyor doğrusu. Bir böyle diyor, bir öyle. Çok ısrar ederseniz hakikat yerine gerçek de diyebilirim. Bu işlerin ustası aziz dostum Dücane Cündioğlu bile zaman zaman farklı kavramlar kullanıyor (Bkz. Yeni Şafak’taki yazıları).
Hakikat ile realite bildiğiniz gibi pek üst üste gelmez. Tevrat’ta 10 Emir ne diyorsa bugün Museviler tersini yapıyor. Aynı şey Kuran-ı Kerim ve İncil için de geçerli. Örneğin yalan söylemek bütün dillerin hakikatinde günah, yasak. Bir keresinde Lütfi Kırdar’ı dolduran 2500 kişiye sormuştum: “Son 15 günde hiç yalan söylememiş olanlar ellerini kaldırsın.”
2500 kişiden kaç kişi elini kaldırdı biliyor musunuz? Taş çatlasa 30-40. İşte realite.
Aynı şeyi göz zinasını da içine alarak genel anlamda zina için de sorabilirdim. Eğer içtenlikle yanıt verilseydi, sonuç değişmezdi. İşte iletişim bu noktada önem kazanıyor. Kuruluş ve kişilerin oldukları hal (hakikatleri) ve algılandıkları durum (realiteleri) hiçbir zaman özdeş değildir. İletişimin görevi bu iki fenomeni birbirine yaklaştırmaktır.
Yaklaşık bunları anlattım. İşin en ilginç tarafı da benzer bir dilemmanın yukarıda sözünü ettiğim vakıf için de geçerli olduğu idi. Çok güçlü üyeleri var, sağlam bir yönetimleri. Yüzlerce burs verdikleri öğrencileri, müthiş entelektüel etkinlikleri... Ama ne yazık ki bunlardan hiç kimsenin haberi yok.
Yazık, günah değil mi?
Biz de seni seviyoruz Ayşe
Eşim yılbaşı alışverişine çıktığında Ayşe Arman’ın kitabını da almış. Kitabın adı şu: Alya, Sevgilim ve Ben - Bizim Hikâyemiz.
Ayşe kitabın yazar gelirini LÖSEV’e bağışlamış. Keşke yayınevi de bağışlasaymış. Eşimin kitabı almasında bence iki şey etkili olmuş. Bir: İşin ucunda özellikle çocuklara yönelik hayır hasenat işi olması... İki: Ayşe’nin özel hayatının ciddi bir bölümünü komplekssiz ve açık yüreklilikle paylaşması (onu kıskanan bütün az gelişmiş ruhların reaksiyonlarına rağmen)...
Kitaba eşimle birlikte baktık. Ne hikmetse ben iki şeyi aynı anda gördüm: Sınırsız bir mutluluk ve sınırsız bir hüzün... Nereden çıkartıyorsun hüznü, diye soranlara (başta Ayşe), bir tek şey tavsiye edebilirim: Ayşe kadar zengin, patlamalı, dinamik ruha sahip olan ünlülerin biyografilerine baksınlar. Ayşe görüntülememiş, yazmamış ama ben gördüm ve okudum.
Ayşe Arman yaptığı konuşmalardan da aldığı ücreti LÖSEV’e bağışlıyormuş. Mükemmel bir fikir... Kutluyorum seni Ayşeciğim. Hem bu kararın hem de dünya şirini kitabın için.
Bu hafta sonu beynimin karıncalandığını hissettim. Cumartesi günü İstanbul Erkek Lisesi’nde Nurettin Topçu’yu Anma Toplantısı’nda konuştum. Pazar günü de Boğaziçi Yöneticiler Vakfı’nın İTO Cemile Sultan Tesisleri’nde düzenlediği 11. Divan Sohbetleri Toplantısı’nda “Hakikat ve Realite” arasındaki farkı anlattım. Daha doğrusu anlatmaya çalıştım. Müthiş bir kavram kargaşası var. Ama bizde. İngilizce’de, Almanca’da, Fransızca’da yok: “Truth” ve “reality”, “die wahrheit” ve “die wirklichkeit”, “la veritè” ve “la rèalitè”.
Nasıl her gün kullanmamıza rağmen ilişki ile iletişim arasındaki farkı ve ilintiyi anlamakta zorlanıyorsak, konuşma yaptığım konuda da “dipsiz kuyularda yalnız bırakılmış” gibiyiz. Ben “truth”u hakikat ile “reality”yi ise realite ile karşılamaktan yanayım. Türk Dil Kurumu sözlükleri de hayatımızı pek kolaylaştırmıyor doğrusu. Bir böyle diyor, bir öyle. Çok ısrar ederseniz hakikat yerine gerçek de diyebilirim. Bu işlerin ustası aziz dostum Dücane Cündioğlu bile zaman zaman farklı kavramlar kullanıyor (Bkz. Yeni Şafak’taki yazıları).
Hakikat ile realite bildiğiniz gibi pek üst üste gelmez. Tevrat’ta 10 Emir ne diyorsa bugün Museviler tersini yapıyor. Aynı şey Kuran-ı Kerim ve İncil için de geçerli. Örneğin yalan söylemek bütün dillerin hakikatinde günah, yasak. Bir keresinde Lütfi Kırdar’ı dolduran 2500 kişiye sormuştum: “Son 15 günde hiç yalan söylememiş olanlar ellerini kaldırsın.”
2500 kişiden kaç kişi elini kaldırdı biliyor musunuz? Taş çatlasa 30-40. İşte realite.
Aynı şeyi göz zinasını da içine alarak genel anlamda zina için de sorabilirdim. Eğer içtenlikle yanıt verilseydi, sonuç değişmezdi. İşte iletişim bu noktada önem kazanıyor. Kuruluş ve kişilerin oldukları hal (hakikatleri) ve algılandıkları durum (realiteleri) hiçbir zaman özdeş değildir. İletişimin görevi bu iki fenomeni birbirine yaklaştırmaktır.
Yaklaşık bunları anlattım. İşin en ilginç tarafı da benzer bir dilemmanın yukarıda sözünü ettiğim vakıf için de geçerli olduğu idi. Çok güçlü üyeleri var, sağlam bir yönetimleri. Yüzlerce burs verdikleri öğrencileri, müthiş entelektüel etkinlikleri... Ama ne yazık ki bunlardan hiç kimsenin haberi yok.
Yazık, günah değil mi?
Biz de seni seviyoruz Ayşe
Eşim yılbaşı alışverişine çıktığında Ayşe Arman’ın kitabını da almış. Kitabın adı şu: Alya, Sevgilim ve Ben - Bizim Hikâyemiz.
Ayşe kitabın yazar gelirini LÖSEV’e bağışlamış. Keşke yayınevi de bağışlasaymış. Eşimin kitabı almasında bence iki şey etkili olmuş. Bir: İşin ucunda özellikle çocuklara yönelik hayır hasenat işi olması... İki: Ayşe’nin özel hayatının ciddi bir bölümünü komplekssiz ve açık yüreklilikle paylaşması (onu kıskanan bütün az gelişmiş ruhların reaksiyonlarına rağmen)...
Kitaba eşimle birlikte baktık. Ne hikmetse ben iki şeyi aynı anda gördüm: Sınırsız bir mutluluk ve sınırsız bir hüzün... Nereden çıkartıyorsun hüznü, diye soranlara (başta Ayşe), bir tek şey tavsiye edebilirim: Ayşe kadar zengin, patlamalı, dinamik ruha sahip olan ünlülerin biyografilerine baksınlar. Ayşe görüntülememiş, yazmamış ama ben gördüm ve okudum.
Ayşe Arman yaptığı konuşmalardan da aldığı ücreti LÖSEV’e bağışlıyormuş. Mükemmel bir fikir... Kutluyorum seni Ayşeciğim. Hem bu kararın hem de dünya şirini kitabın için.