Korona sonrası ne değişir, ne değişmez?
01 Mayıs 2020 - Marketing Türkiye
İstanbul Erkek Liseli Yönetici ve İş İnsanları Platformu’nda (İELYİP) bir araya geldiğimiz toplantılarda bir de konuşmacı konuğumuz oluyor. Toplantı artık dijital ortamda eşzamanlı yapılıyor tabii… Bugüne kadar aylık ritimler hâlinde düzenlediğimiz bu toplantıları haftalık periyodlara çekebilmemizde “dijital dönüşümün” hayatımıza ani girişinin rolü büyük.
Son toplantımızın konuğu, Psikiyatrist Dr. Ümit Yazman idi. İnsanların diğer canlılardan farklı olarak müthiş bir ‘uyum’ kapasitesi olduğunu söyleyen Yazman, insan vücudunun bu kapasitesinin bir göstergesinin de ‘fiziki bağışıklık’ sağlayabilme özelliği olduğunu ifade etti. Yüzyıllar boyunca bunca virüs ve bakteriye karşı insan varlığının sürmesinin nedenlerinden biri bu fiziki bağışıklık işte; yani virüslere rağmen hastalanmamamızı, hatta hayatta kalmamızı sağlayan şey… İnsan yapısı, virüs ve bakterileri ortadan kaldırmaya değil, onlara karşı bağışıklık kazanmaya daha elverişli…
Aynı şekilde, bir mikrop gibi değerlendirebileceğimiz ‘kaygı’ durumuna karşı da ruhun bir bağışıklık sistemi olduğunu söyledi Yazgan… ‘Ruhi bağışıklık’ da devreye alınabilirse insan varoluşunu ‘doğru’ sürdürebiliyormuş…
Ümit Yazman, işte bu teorik sarmal doğrulusunda, “Salgın sonrasında davranışlarımızda hangi ciddi değişiklik olabilir?” sorusunu, “İnsan davranışları herhangi bir değişiklik göstermeyecektir” şeklinde yanıtladı.
Biz de bu ikiliye, üçüncü unsuru eklemek isteriz. İnsanın mutluluğunun temeli olan fiziki ve ruhsal bağışıklık yanında, olayın bir de ‘sosyal bağışıklık’ boyutu var bizce. Örneğin, Türkiye’de artık darbelerle iktidara gelinmesi mümkün değildir. Türkiye, darbelere karşı nihayet sosyal bağışıklık geliştirmiştir.
Bahsi geçen üç alanın, yani fiziki, ruhsal ve sosyal bağışıklık yapılanmasının sağlıklı yürümesi, bunlarla ilgili süreçlerin sağlıklı bir şekilde yönetilmesiyle mümkündür.
‘Yönetim’ ise günümüzde sağlam bir liderliği çağrıştırmaktadır. Bir zamanlar ‘gurularına (!)’ milyonlarca dolar, konferans ve yayıncılık sektörüne de yüzlerce milyon dolar kazandıran ‘kolektif liderlik’, ‘kolektif başarı’, ‘kolektif sorumluluk’ gibi kavramlar ve “Arkanı dön, gözlerini kapa, kendini bırak benim kollarıma”, “Kimin katladığı paraşütle atlarsın?”, “Ayaklarımızı birbirine bağlayıp uyum içinde ortak sorumlulukla karşıdaki hedefe kadar yere düşmeden gidelim” vb. kolektif bilinç üzerine güven eğitimleri zaman içinde atrofiye uğramıştır… (Atrofi: Tıpta, 20 yaş dişi gibi, bir organ ya da dokunun kullanım dışı kaldığı için küçülmesi, çürümesi ya da yok olması)
Günümüzde, tüm süreçlerde, liderliğin altının çizildiği yaklaşımların egemenliklerini ilan ettikleri düşünce yapısı hâkimdir. Peki, bir liderde olması gereken özellikler nelerdir?
Yukarıdaki üç kavramı bünyesinde barındıran ‘olgunluk’, liderliğin şartlarından biridir. Hele de içinde bulunduğumuz korona salgın süreci gibi iri ya da ufak krizlerin yönetilmesinde ‘liderlik’ hayati bir gereklilik hâline gelmiştir… Öte yandan, Yazman’a göre olgunluk, iki değişkene bağlıdır: Sorumluluk ve hazzı erteleyebilme yetisi… (Bu açıdan bakıldığında Ramazan ayının liderlik vasıflarının geliştirilmesi konusunda önemli bir ortam sağladığı söylenebilir.)
Konuşmacımız, liderlik konusunda insanların düşüncelerinin kesiştiği yer olarak ‘direnç’ (resilience) hususuna dikkat çekti. Biz buna ‘cesaret’ ve ‘risk almak’ da diyebiliriz. Ancak iki hasletle donatılmamış cesaret ve risk alma yetisi, yıkıcı bir kaba kuvvetten öteye gidememe tehlikesini de içinde barındırır. Nedir o iki haslet? Tabii ki, biri adalet; diğeri ise merhamet…
Bir de ‘özgürlük’ kavramına değindi Ümit Yazman ve dedi ki: “İki tip insan olduğuna inanırım: Yaşayanlar ile -yaşayanları- izleyenler… Yaşam katılmaktır, seyretmekse ölüm… Yaşama etkin olarak katılmak, kendi sorumluluğunu almak; anlam katmaktır. Bunları yapabildiğiniz zaman özgürsünüz…”
Ümit beyin sunumu, son günlerde dinlediğim en etkili konuşmalardan biriydi… İnsan hayatıyla ilgili -meli, -malı cümleleriyle ahkâm kesen ve kopyala-yapıştır görüşleriyle şov yapan yarı cahil bilim adamlarından çok farklıydı. Özellikle de insanlara bildiklerini yeni baştan düşünme şansını vermesiyle…
Buradan bakarak, korona salgını sonrası iletişim dünyası kendine nasıl bir yön belirleyecek diye düşünmeye çalıştım. Korona öncesi yıllara damgasını vuran ‘tüketim çılgınlığı’ almış başını giderken birden bir ortaya çıkan ‘kriz durumu’ önceliklerimizi değiştirmeye başladı. Artık, ‘canlılığın sürdürülebilmesi’, ‘sağlık’, ‘hijyen’ gibi konuların her alanda öncelik kazanacağı aşikâr.
Sizler de rastlamışsınızdır: Perakende firmaları, sosyal medya hesaplarından müşteri siparişlerinin hijyen koşullarında hazırlanıp paketlendiğini ve taşındığını gösteren videolar paylaşmaya başladı bile…
‘Canlılığın sürdürülebilirliği’ hassasiyet kazanan konulardan… Ortaköy sahilinde kıyıya kadar gelen yunusların videosu sosyal medyada çokça paylaşılıyor… İnsan zulmünden kurtulan Pamukkale artık çok daha beyaz. İnsanlar, “Dünya, doğa kendine gelecekse evde kalmaya devam edelim” şeklinde tepki verebiliyor…
Öte yandan sokağa çıkma yasakları boyunca, sokak hayvanlarının beslenmesi için çaba harcandığını, belediyelerin bu konuda önlemler aldığını hatta bu hayvanları besleyenlerin yasaktan muaf tutulduğunu da görüyoruz.
Tabii ‘dijital dönüşüm’ konusunda, “Nasıl yapalım; ne zaman yapalım?” eksenindeki bitmek bilmeyen tartışmalar da birden kesildi. Uzaktan eğitim ve çalışma süreçlerine aniden adapte olma konusundaki hayati ihtiyaç, çoğumuzu bu sistemle kucaklaştırdı. Sonrasında da eksiklerin hızla giderileceği, geleceğe dönük yatırımlarda mutlaka dijital süreçler üzerinden ilerleneceği ve bununla da ciddî bir ekonomik tasarruf sağlayacağını öngörebiliriz.
Son olarak derece ‘belirsiz’ bir sürecin yol açtığı ‘kaygı’ durumunu hep beraber deneyimledik. Bir daha bu duruma düşmemek için firmaların, kamu kurumlarının ve kişilerin kendilerini koruyacak ‘Isı Kalkan’larını güçlendirmeye yöneleceğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Bağışıklığını üç alanda da sağlamlaştırmış, cesur, merhametli, adalet duygusu gelişmiş, olgun liderlere sahip ülkeleri ve kuruluşları rekabet avantajı sağlayacakları bir dünya bizi bekliyor…
Son toplantımızın konuğu, Psikiyatrist Dr. Ümit Yazman idi. İnsanların diğer canlılardan farklı olarak müthiş bir ‘uyum’ kapasitesi olduğunu söyleyen Yazman, insan vücudunun bu kapasitesinin bir göstergesinin de ‘fiziki bağışıklık’ sağlayabilme özelliği olduğunu ifade etti. Yüzyıllar boyunca bunca virüs ve bakteriye karşı insan varlığının sürmesinin nedenlerinden biri bu fiziki bağışıklık işte; yani virüslere rağmen hastalanmamamızı, hatta hayatta kalmamızı sağlayan şey… İnsan yapısı, virüs ve bakterileri ortadan kaldırmaya değil, onlara karşı bağışıklık kazanmaya daha elverişli…
Aynı şekilde, bir mikrop gibi değerlendirebileceğimiz ‘kaygı’ durumuna karşı da ruhun bir bağışıklık sistemi olduğunu söyledi Yazgan… ‘Ruhi bağışıklık’ da devreye alınabilirse insan varoluşunu ‘doğru’ sürdürebiliyormuş…
Ümit Yazman, işte bu teorik sarmal doğrulusunda, “Salgın sonrasında davranışlarımızda hangi ciddi değişiklik olabilir?” sorusunu, “İnsan davranışları herhangi bir değişiklik göstermeyecektir” şeklinde yanıtladı.
Biz de bu ikiliye, üçüncü unsuru eklemek isteriz. İnsanın mutluluğunun temeli olan fiziki ve ruhsal bağışıklık yanında, olayın bir de ‘sosyal bağışıklık’ boyutu var bizce. Örneğin, Türkiye’de artık darbelerle iktidara gelinmesi mümkün değildir. Türkiye, darbelere karşı nihayet sosyal bağışıklık geliştirmiştir.
Bahsi geçen üç alanın, yani fiziki, ruhsal ve sosyal bağışıklık yapılanmasının sağlıklı yürümesi, bunlarla ilgili süreçlerin sağlıklı bir şekilde yönetilmesiyle mümkündür.
‘Yönetim’ ise günümüzde sağlam bir liderliği çağrıştırmaktadır. Bir zamanlar ‘gurularına (!)’ milyonlarca dolar, konferans ve yayıncılık sektörüne de yüzlerce milyon dolar kazandıran ‘kolektif liderlik’, ‘kolektif başarı’, ‘kolektif sorumluluk’ gibi kavramlar ve “Arkanı dön, gözlerini kapa, kendini bırak benim kollarıma”, “Kimin katladığı paraşütle atlarsın?”, “Ayaklarımızı birbirine bağlayıp uyum içinde ortak sorumlulukla karşıdaki hedefe kadar yere düşmeden gidelim” vb. kolektif bilinç üzerine güven eğitimleri zaman içinde atrofiye uğramıştır… (Atrofi: Tıpta, 20 yaş dişi gibi, bir organ ya da dokunun kullanım dışı kaldığı için küçülmesi, çürümesi ya da yok olması)
Günümüzde, tüm süreçlerde, liderliğin altının çizildiği yaklaşımların egemenliklerini ilan ettikleri düşünce yapısı hâkimdir. Peki, bir liderde olması gereken özellikler nelerdir?
Yukarıdaki üç kavramı bünyesinde barındıran ‘olgunluk’, liderliğin şartlarından biridir. Hele de içinde bulunduğumuz korona salgın süreci gibi iri ya da ufak krizlerin yönetilmesinde ‘liderlik’ hayati bir gereklilik hâline gelmiştir… Öte yandan, Yazman’a göre olgunluk, iki değişkene bağlıdır: Sorumluluk ve hazzı erteleyebilme yetisi… (Bu açıdan bakıldığında Ramazan ayının liderlik vasıflarının geliştirilmesi konusunda önemli bir ortam sağladığı söylenebilir.)
Konuşmacımız, liderlik konusunda insanların düşüncelerinin kesiştiği yer olarak ‘direnç’ (resilience) hususuna dikkat çekti. Biz buna ‘cesaret’ ve ‘risk almak’ da diyebiliriz. Ancak iki hasletle donatılmamış cesaret ve risk alma yetisi, yıkıcı bir kaba kuvvetten öteye gidememe tehlikesini de içinde barındırır. Nedir o iki haslet? Tabii ki, biri adalet; diğeri ise merhamet…
Bir de ‘özgürlük’ kavramına değindi Ümit Yazman ve dedi ki: “İki tip insan olduğuna inanırım: Yaşayanlar ile -yaşayanları- izleyenler… Yaşam katılmaktır, seyretmekse ölüm… Yaşama etkin olarak katılmak, kendi sorumluluğunu almak; anlam katmaktır. Bunları yapabildiğiniz zaman özgürsünüz…”
Ümit beyin sunumu, son günlerde dinlediğim en etkili konuşmalardan biriydi… İnsan hayatıyla ilgili -meli, -malı cümleleriyle ahkâm kesen ve kopyala-yapıştır görüşleriyle şov yapan yarı cahil bilim adamlarından çok farklıydı. Özellikle de insanlara bildiklerini yeni baştan düşünme şansını vermesiyle…
Buradan bakarak, korona salgını sonrası iletişim dünyası kendine nasıl bir yön belirleyecek diye düşünmeye çalıştım. Korona öncesi yıllara damgasını vuran ‘tüketim çılgınlığı’ almış başını giderken birden bir ortaya çıkan ‘kriz durumu’ önceliklerimizi değiştirmeye başladı. Artık, ‘canlılığın sürdürülebilmesi’, ‘sağlık’, ‘hijyen’ gibi konuların her alanda öncelik kazanacağı aşikâr.
Sizler de rastlamışsınızdır: Perakende firmaları, sosyal medya hesaplarından müşteri siparişlerinin hijyen koşullarında hazırlanıp paketlendiğini ve taşındığını gösteren videolar paylaşmaya başladı bile…
‘Canlılığın sürdürülebilirliği’ hassasiyet kazanan konulardan… Ortaköy sahilinde kıyıya kadar gelen yunusların videosu sosyal medyada çokça paylaşılıyor… İnsan zulmünden kurtulan Pamukkale artık çok daha beyaz. İnsanlar, “Dünya, doğa kendine gelecekse evde kalmaya devam edelim” şeklinde tepki verebiliyor…
Öte yandan sokağa çıkma yasakları boyunca, sokak hayvanlarının beslenmesi için çaba harcandığını, belediyelerin bu konuda önlemler aldığını hatta bu hayvanları besleyenlerin yasaktan muaf tutulduğunu da görüyoruz.
Tabii ‘dijital dönüşüm’ konusunda, “Nasıl yapalım; ne zaman yapalım?” eksenindeki bitmek bilmeyen tartışmalar da birden kesildi. Uzaktan eğitim ve çalışma süreçlerine aniden adapte olma konusundaki hayati ihtiyaç, çoğumuzu bu sistemle kucaklaştırdı. Sonrasında da eksiklerin hızla giderileceği, geleceğe dönük yatırımlarda mutlaka dijital süreçler üzerinden ilerleneceği ve bununla da ciddî bir ekonomik tasarruf sağlayacağını öngörebiliriz.
Son olarak derece ‘belirsiz’ bir sürecin yol açtığı ‘kaygı’ durumunu hep beraber deneyimledik. Bir daha bu duruma düşmemek için firmaların, kamu kurumlarının ve kişilerin kendilerini koruyacak ‘Isı Kalkan’larını güçlendirmeye yöneleceğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Bağışıklığını üç alanda da sağlamlaştırmış, cesur, merhametli, adalet duygusu gelişmiş, olgun liderlere sahip ülkeleri ve kuruluşları rekabet avantajı sağlayacakları bir dünya bizi bekliyor…