Korona’dan beter bir garip salgın
platin dergisi - Ağustos 2021
İki kavram arasındaki farka göz atarak başlamakta yarar var: Enformasyon - Bilgi… Bilindiği üzere dörtlü kavram silsilesinin iki basamağıdır bunlar… Dörtlü şöyle oluşur: Veri (data) - Malumat (enformasyon) - Bilgi (knowledge) - Bilgelik (wisdom)… Devam edelim; malumat, verinin tasnif edilmiş hâlidir. Bilgi, yorumlanmış malumat; bilgelik ise değerler ve vicdan ile yoğrulmuş bilgidir…
Peki, medyada karşılaştıklarımız bunlardan hangileri?.. Genellikle ilk ikisi, pek ender olarak da üçüncüsü… Dördüncüyü ise ara ki bulasın…
Medya kanalları aracılığıyla bizlere ulaşan veri ya da enformasyonun doğru ya da yanlış olması hiç önemli değildir. Bunların hangi bağlamda, hangi sonuca hizmet edecek biçimde kullanıldığıdır önemli olan… ‘Dezenformasyon’ ya da ‘yanıltıcı’ aktarımlar belli amaçlara hizmet ederler…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Nobel Barış Ödülü’ne layık görecek şekilde göklere çıkaran Batı medyası ve siyasasındaki üslup, 2009 Davos Zirvesi’ndeki “One Minute!” çıkışı sonrası yaşanan ‘kırılma’ ertesinde ağır bir “Erdoğan düşmanlığı”na dönüşmüş, Batı’nın silahşor dergileri onlarca defa Erdoğan’ı “diktatör” diye adlandırarak kapağa taşımıştı.
Türkiye’nin millî savunma, millî enerji ve dolayısıyla ‘millî bağımsızlık’ yolunda attığı adımlar, Batı’nın düşmanlığını ve ‘dezenformasyon’ bombardımanını bir anda tetikleyivermişti.
Her ne kadar bu örnekteki haberler yalana dayalı olsa da dezenformasyon, ille de ‘yalan haber’ demek değildir.
Akademisyen ve medya eleştirmeni Neil Postman’ın meşhur ‘Televizyon Öldüren Eğlence’ kitabında önemli bir tespit yer alır. “Dezenformasyon, yanlış enformasyon demek değildir” der Postman ve şöyle devam eder: “Dezenformasyon, yanıltıcı (yersiz, ilgisiz, parçalı ya da yüzeysel) enformasyon, yani insanda bir şey hakkında bilgi sahibi olma illüzyonu yaratan, aslında insanı bilmekten uzaklaştıran enformasyon demektir.”
Şimdi buna bir de ‘infodemi’ eklendi. Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus “Bu tarz bilgi Korona’dan hızlı yayılıyor” deyince pratikte yaşadığımız durumun adı da konmuş oldu.
İngilizce ‘information’ (bilgi) ve ‘epidemic’ (salgın) kelimelerinin birleştirilmesiyle yeni türetilmiş bir terim bu. “Dezenformasyonun hızla ve geniş çapta yayılması” ya da “Bir problemle ilgili çözümü zorlaştıracak aşırılıkta bilgi akışı” olarak tanımlanıyor.
Biz buna Türkçe ‘laf ebeliği’ diyebiliriz… Fakat olabilecek en kötü, hatta yaşamları etkileyebilecek şekliyle laf ebeliği…
Tabii ki yalan, yanlış, yersiz haberlerin, doğru olsa bile bağlamından koparılarak başka bir gerçekliğe hizmet etmek üzere sunulan bilgilerle ortaya çıkan ‘iletişim suikast’lerinin yeni olduğunu iddia etmeyeceğiz.
ABD’li siyasetçi ve eski Başkan adayı, Clinton döneminin Başkan Yardımcısı Al Gore, daha o yıllarda “Dünya bilgi çöplüğüne döndü” demişti. İşte bu çöplük her türlü melanete müsait bir depodur.
Ancak günümüzde çok ciddi bir katalizör etkisi mevcut. Bunu yaratan da sosyal medyanın ta kendisi… Bu mecranın yararları saymakla bitmez; ancak zararlı yönleri de… Nasılsa eş-dost diye düşünüp kontrol etmeyi bile düşünmediğimiz WhatsApp mesajlaşmalarımızı da bu kapsamda değerlendirmeliyiz…
Korona pandemisinden ekonomiye, yeni çıkan yasalardan siyasi açıklamalara kadar bu mecralardan üstümüze yağan, üç gün sonra ‘doğru’ olmadıkları anlaşılınca unutulan milyonlarca mesajı bir düşünelim…
Bunlar geldikleri gibi mi gittiler? Yoksa hasar bırakarak mı? Biz kullanıcılar bunlardan doğrudan zarar görmesek de ülkemizin itibarı ‘yenik’ sayılınca biz de ‘yenilmiş’ olmadık mı? Siyasi itibarımız sarsılınca ekonomimiz de etkilenmedi mi?
Örneğin, muhalefet liderinin yıllardır defaatle dile getirdiği “Türkiye’de can ve mal güvenliği yok” sözünü ele alalım.
Bu söz edilmiş midir? Evet.
Muhalefet lideri tarafından mı? Evet.
Bu sözün haber yapılması doğru mudur? Evet.
Ancak hiçbir Batılı siyaset insanının kendi ülkesiyle ilgili hiçbir zaman etmeyeceği bu lafı sahiplenerek sosyal medyada yaymak, Türkiye ile ilgili ‘kanıtlanmış bilgi’ olarak kabul etmek doğru mudur? Tabii ki hayır.
Hadi, içeriğin bir yalandan ibaret olabileceğini geçtik diyelim… Bu sözün yabancı turiste “gelmeyin”; yatırımcıya ise “yatırım yapmayın” demek olduğu apaçık ortadayken, ‘Türkiye’nin gerçeğiymiş gibi’ paylaşılmasının yurt dışında bunun ‘doğruymuş gibi’ algılanmasına yol açacağı düşünülemiyor mu? Tabii kaybedenin de bizler olacağı?..
Hadi diyelim bu, işin ‘master’ seviyesi… Bir de küçük küçük, dönüp bir daha bakmaya zahmet bile edilmeyecek binlerce yalan, çarpıtma var ortada…
Bunların yayılmasında ve sonuçta itibarlar üzerinde dev hasarlara neden olmasında hiç mi katkımız yok?..
Var. Damlaya damlaya göl oluyor…
Peki bu sorun nasıl çözülecek?
Öncelikle sosyal medya ile ilgili yapılan düzenleme ve değişiklikleri de takip etmekte yarar görüyoruz. Dev şirketler olarak faaliyet gösteren bu yapıların Türkiye’de temsilcilik bulundurmaları ‘sınırsız sorumsuz’ davranmaları önünde büyük bir engel oldu. Böylece, muhtemel bir suç, kusur ya da kabahat muhatapsız kalmayacak. Suç teşkil eden içerik kaldırılmaz ise ortaya çıkacak maddi-manevi hasarı, sosyal medya sağlayıcısı üstlenecek ki bu da aynı davranışın tekrarlanmasını engelleyebileceği gibi caydırıcı da olabilecek.
Cambridge Analytica-Facebook skandalını hatırlayalım… Tabii Brexit’ten ABD başkanlık seçimlerine kadar pek çok ‘demokratik’ olması gereken uygulamanın nasıl maniple edildiğini de…
Öte yandan sosyal medyanın nasıl bir manipülasyon mühendisliğiyle çalıştığını ve bunun bireylerin, özellikle de gençlerin yaşamlarını nasıl yerle bir edebileceğini görmek isteyenler Social Dilemma belgeselini mutlaka izlemeliler… Dışarıdan değil, bizzat içeriden, Facebook, Google, Twitter, Instagram ve Pinterest’te bu algoritmaları geliştirenler anlatıyor…
Sosyal medya ile birlikte ortaya çıkan ‘influencer’ (etkileyici) kavramını da hiç yabana atmamak lazım. Bunlardan sadece geniş kitleler değil, aynı zamanda kredi derecelendirme kuruluşları, analistler ve yatırımcılar da etkileniyorlar. O nedenle de ‘stratejik iletişim’ çalışmaları bu alanı ve bu alandaki dezenformasyon faaliyetini yönetmeyi de kapsamalıdır.
Madem sosyal medyayı bu kadar çok seviyor, ondan ayrı bir yaşam tasavvur edemiyoruz. O hâlde, paylaşımlarımızla büyüttüğümüz kar topunun da sorumluluğunu taşımalıyız.
Teyit.org ve Doğruluk Payı gibi girişimlere Malumatfuruş, Yalan Savar, Günün Yalanları ve Doğrula gibi yenileri de eklendi. Bu mecraların işleyişinden ve güvenilirliklerinden emin olduktan sonra sosyal medya ile birlikte hayatımızın bir parçası hâline getirmek, hatta buralara katkılarda bulunmak doğru bir başlangıç olabilir.
Konuyu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bugün hâlâ geçerli olan sözüyle bitirelim: “Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilmesi vasıtası, yine basın hürriyetidir.”
Peki, medyada karşılaştıklarımız bunlardan hangileri?.. Genellikle ilk ikisi, pek ender olarak da üçüncüsü… Dördüncüyü ise ara ki bulasın…
Medya kanalları aracılığıyla bizlere ulaşan veri ya da enformasyonun doğru ya da yanlış olması hiç önemli değildir. Bunların hangi bağlamda, hangi sonuca hizmet edecek biçimde kullanıldığıdır önemli olan… ‘Dezenformasyon’ ya da ‘yanıltıcı’ aktarımlar belli amaçlara hizmet ederler…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Nobel Barış Ödülü’ne layık görecek şekilde göklere çıkaran Batı medyası ve siyasasındaki üslup, 2009 Davos Zirvesi’ndeki “One Minute!” çıkışı sonrası yaşanan ‘kırılma’ ertesinde ağır bir “Erdoğan düşmanlığı”na dönüşmüş, Batı’nın silahşor dergileri onlarca defa Erdoğan’ı “diktatör” diye adlandırarak kapağa taşımıştı.
Türkiye’nin millî savunma, millî enerji ve dolayısıyla ‘millî bağımsızlık’ yolunda attığı adımlar, Batı’nın düşmanlığını ve ‘dezenformasyon’ bombardımanını bir anda tetikleyivermişti.
Her ne kadar bu örnekteki haberler yalana dayalı olsa da dezenformasyon, ille de ‘yalan haber’ demek değildir.
Akademisyen ve medya eleştirmeni Neil Postman’ın meşhur ‘Televizyon Öldüren Eğlence’ kitabında önemli bir tespit yer alır. “Dezenformasyon, yanlış enformasyon demek değildir” der Postman ve şöyle devam eder: “Dezenformasyon, yanıltıcı (yersiz, ilgisiz, parçalı ya da yüzeysel) enformasyon, yani insanda bir şey hakkında bilgi sahibi olma illüzyonu yaratan, aslında insanı bilmekten uzaklaştıran enformasyon demektir.”
Şimdi buna bir de ‘infodemi’ eklendi. Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus “Bu tarz bilgi Korona’dan hızlı yayılıyor” deyince pratikte yaşadığımız durumun adı da konmuş oldu.
İngilizce ‘information’ (bilgi) ve ‘epidemic’ (salgın) kelimelerinin birleştirilmesiyle yeni türetilmiş bir terim bu. “Dezenformasyonun hızla ve geniş çapta yayılması” ya da “Bir problemle ilgili çözümü zorlaştıracak aşırılıkta bilgi akışı” olarak tanımlanıyor.
Biz buna Türkçe ‘laf ebeliği’ diyebiliriz… Fakat olabilecek en kötü, hatta yaşamları etkileyebilecek şekliyle laf ebeliği…
Tabii ki yalan, yanlış, yersiz haberlerin, doğru olsa bile bağlamından koparılarak başka bir gerçekliğe hizmet etmek üzere sunulan bilgilerle ortaya çıkan ‘iletişim suikast’lerinin yeni olduğunu iddia etmeyeceğiz.
ABD’li siyasetçi ve eski Başkan adayı, Clinton döneminin Başkan Yardımcısı Al Gore, daha o yıllarda “Dünya bilgi çöplüğüne döndü” demişti. İşte bu çöplük her türlü melanete müsait bir depodur.
Ancak günümüzde çok ciddi bir katalizör etkisi mevcut. Bunu yaratan da sosyal medyanın ta kendisi… Bu mecranın yararları saymakla bitmez; ancak zararlı yönleri de… Nasılsa eş-dost diye düşünüp kontrol etmeyi bile düşünmediğimiz WhatsApp mesajlaşmalarımızı da bu kapsamda değerlendirmeliyiz…
Korona pandemisinden ekonomiye, yeni çıkan yasalardan siyasi açıklamalara kadar bu mecralardan üstümüze yağan, üç gün sonra ‘doğru’ olmadıkları anlaşılınca unutulan milyonlarca mesajı bir düşünelim…
Bunlar geldikleri gibi mi gittiler? Yoksa hasar bırakarak mı? Biz kullanıcılar bunlardan doğrudan zarar görmesek de ülkemizin itibarı ‘yenik’ sayılınca biz de ‘yenilmiş’ olmadık mı? Siyasi itibarımız sarsılınca ekonomimiz de etkilenmedi mi?
Örneğin, muhalefet liderinin yıllardır defaatle dile getirdiği “Türkiye’de can ve mal güvenliği yok” sözünü ele alalım.
Bu söz edilmiş midir? Evet.
Muhalefet lideri tarafından mı? Evet.
Bu sözün haber yapılması doğru mudur? Evet.
Ancak hiçbir Batılı siyaset insanının kendi ülkesiyle ilgili hiçbir zaman etmeyeceği bu lafı sahiplenerek sosyal medyada yaymak, Türkiye ile ilgili ‘kanıtlanmış bilgi’ olarak kabul etmek doğru mudur? Tabii ki hayır.
Hadi, içeriğin bir yalandan ibaret olabileceğini geçtik diyelim… Bu sözün yabancı turiste “gelmeyin”; yatırımcıya ise “yatırım yapmayın” demek olduğu apaçık ortadayken, ‘Türkiye’nin gerçeğiymiş gibi’ paylaşılmasının yurt dışında bunun ‘doğruymuş gibi’ algılanmasına yol açacağı düşünülemiyor mu? Tabii kaybedenin de bizler olacağı?..
Hadi diyelim bu, işin ‘master’ seviyesi… Bir de küçük küçük, dönüp bir daha bakmaya zahmet bile edilmeyecek binlerce yalan, çarpıtma var ortada…
Bunların yayılmasında ve sonuçta itibarlar üzerinde dev hasarlara neden olmasında hiç mi katkımız yok?..
Var. Damlaya damlaya göl oluyor…
Peki bu sorun nasıl çözülecek?
Öncelikle sosyal medya ile ilgili yapılan düzenleme ve değişiklikleri de takip etmekte yarar görüyoruz. Dev şirketler olarak faaliyet gösteren bu yapıların Türkiye’de temsilcilik bulundurmaları ‘sınırsız sorumsuz’ davranmaları önünde büyük bir engel oldu. Böylece, muhtemel bir suç, kusur ya da kabahat muhatapsız kalmayacak. Suç teşkil eden içerik kaldırılmaz ise ortaya çıkacak maddi-manevi hasarı, sosyal medya sağlayıcısı üstlenecek ki bu da aynı davranışın tekrarlanmasını engelleyebileceği gibi caydırıcı da olabilecek.
Cambridge Analytica-Facebook skandalını hatırlayalım… Tabii Brexit’ten ABD başkanlık seçimlerine kadar pek çok ‘demokratik’ olması gereken uygulamanın nasıl maniple edildiğini de…
Öte yandan sosyal medyanın nasıl bir manipülasyon mühendisliğiyle çalıştığını ve bunun bireylerin, özellikle de gençlerin yaşamlarını nasıl yerle bir edebileceğini görmek isteyenler Social Dilemma belgeselini mutlaka izlemeliler… Dışarıdan değil, bizzat içeriden, Facebook, Google, Twitter, Instagram ve Pinterest’te bu algoritmaları geliştirenler anlatıyor…
Sosyal medya ile birlikte ortaya çıkan ‘influencer’ (etkileyici) kavramını da hiç yabana atmamak lazım. Bunlardan sadece geniş kitleler değil, aynı zamanda kredi derecelendirme kuruluşları, analistler ve yatırımcılar da etkileniyorlar. O nedenle de ‘stratejik iletişim’ çalışmaları bu alanı ve bu alandaki dezenformasyon faaliyetini yönetmeyi de kapsamalıdır.
Madem sosyal medyayı bu kadar çok seviyor, ondan ayrı bir yaşam tasavvur edemiyoruz. O hâlde, paylaşımlarımızla büyüttüğümüz kar topunun da sorumluluğunu taşımalıyız.
Teyit.org ve Doğruluk Payı gibi girişimlere Malumatfuruş, Yalan Savar, Günün Yalanları ve Doğrula gibi yenileri de eklendi. Bu mecraların işleyişinden ve güvenilirliklerinden emin olduktan sonra sosyal medya ile birlikte hayatımızın bir parçası hâline getirmek, hatta buralara katkılarda bulunmak doğru bir başlangıç olabilir.
Konuyu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bugün hâlâ geçerli olan sözüyle bitirelim: “Basın hürriyetinden doğan mahzurların giderilmesi vasıtası, yine basın hürriyetidir.”