Kottler: “Sıradan reklamlara neden para harcanır ki!”
31 EKİM 2004
Dünyanın bir numaralı pazarlama ‘gurusu’ olarak tanınan Philip Kotler bir kez daha İstanbul’dan geçti. Kottler’i popüler kılan en önemli öğretisi ‘4 P’ diye de anılan ‘Pazarlama Karması’ yaklaşımıdır. Fiyat, Ürün, Yer (Kanal), İletişim kelimelerinin baş harflerinden oluşan bu gruba sonraları bir P daha eklenmiş: İnsan...
Bizim şirketten 6 arkadaş Kottler’i izlemeye gittiler. Yarı parasını onlar ödedi; yarısını da şirket. Yine de ceplerinden 200 Dolardan fazla para çıktı. “Değdi mi?” diye sordum. “Fazlasıyla değdi!” diye yanıtladılar. Özellikle de “Nasıl oluyor da iletişim danışmanlığı şirketleri reklam ajanslarıyla aynı düzeyde çalışabiliyorlar, hatta bazı durumlarda onları yönlendirebiliyorlar?” diye merak içinde olan bizim ‘iletişim’ gurularının Kottler’i dinlemelerinin yerinde olacağını vurguladılar...
İletişim Danışmanı arkadaşlarımız Aylin Taşkıner ve Ahu Parlar’ın, 6 saatlik sunumdan herkesin kendisine bir tür ders çıkarabileceği notları şöyle:
- Dünya nüfusunun yüzde 85’ini fakir olarak nitelendirilebilecek kesim oluşturuyor; öyleyse bu gruplara nasıl pazarlama yapabileceğimizi anlamamız lazım.
- Bazı şirketlerin “experience manager”ları vardır... Bunların işi müşterinin yaşadığı deneyimi anlamak ve iyileştirmektir. ‘Müşteri deneyimi’ her şeyin anasıdır.
- Şirketlerin yöneticileri genellikle bir tek P’ye odaklanırlar. Bundan daha hatalı bir şey yoktur...
- Pazarlama “holistic – bütünsel” olarak ele alınmalıdır. PR’dan reklama, etkinlikten, şirket sözcüsünün görünümüne, yaşamına, iç iletişime kadar hepsinin entegre ve paralel yönetilmesi gerekir.
- Dünyada ciddi bir reklam karmaşası vardır. Reklamlar birbirinin aynı hale gelmiştir. “Why spend money on ordinary advertising?” (Sıradan reklamlara neden para harcanır ki?) Marka itibarı ve algısı son derece önemlidir. Artık günümüzde markalar genel olarak reklamla farklılaşamamaktadır. Marka algısı olmayan bir şirketin başı beladadır.
- Promosyon yeni müşteri getirmede ya da müşteri sadakatini artırmada çok başarılı değil. PR’ın önemi giderek artmaktadır. İnsanlar haber olarak duydukları şeylere daha çok inanırlar. “The Fall of Advertising and The Rise of PR” (Reklamın çöküşü PR’ın yükselişi) adlı kitabı herkesin okuması gerekir.
- Satış odaklı yaklaşım dönemi bitmiştir.
- Kaynakların etkin kullanımı önemlidir. Yüksek bütçeli reklam çalışmalarından, daha mütevazı bütçeli ancak etkisi yüksek PR çalışmaları ön plana geçmiştir.
- Dikkat edilmesi gereken denklem şudur: NT + OO = EOO (New Technology + Old Organization = Expensive Old Organization) Yeni teknoloji + eski organizasyon = Pahalı eski organizasyon. İnsanların kafası eski modellere göre işlediği sürece, istediğiniz kadar yeni teknolojiler ile donatın şirketinizi... Ancak, “pahalı bir eski şirket”iniz olur....
İçtiğimiz süt ya sağlıksız ya da faydasız
Türkiye’de sütün bölgesine göre hâlâ %70-80 oranında merdiven altı denen sistemle satılıp tüketildiğinden haberdar mısınız? Ya bu sütlerin inanılmaz derecede sağlığa zararlı madde, mikrop içerdiğinden. Tamam, kaynatınca bunlar gidiyormuş ama, bu sefer de sütün içindeki yararlı maddeler de %60 – 80 oranında azalıyormuş... Yani ya pis bir şey içiyoruz, ya da yararsız bir şey... Hem de ülkece en az %70 oranında...
Bunu uzun yıllardır bilim insanları ve Tetrapak anlatıp duruyor. Ya kim destekliyor?
Ben Tetrapak’ın adını ilk kez bir Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) kampanyasında duymuştum. Kullanılmış Tetrapak kutuları toplanıyor, sonra bunların sıkıştırılmasından oluşan malzeme ile yapılmış okul sıra ve sandalyeleri ihtiyaç sahiplerine dağıtılıyordu.
Bir ambalaj sanayi kuruluşu Tetrapak... Hani her gün bir şekilde elimize aldığımız sütlerin, meyve, sebze sularının paketlenmesi için geliştirilmiş paket ya da kutu sisteminin jenerik haline gelmiş markası... Tetrapak’ı kullanan firmaların hedef kitlesi sıvı içecek üreten gıda sektörü. Süt tüketenler Tetrapak’ı pek bilmezler. Bilmek durumunda da değildirler. Bilmesi gereken gıda sektörüdür. Sağlık Bakanlığıdır. Yani kitlesel reklama ihtiyacı yoktur Tetrapak’ın. Buna rağmen çoğumuz biliriz. Hem de saygın bir marka olarak. Çünkü toplumsal sorumluluğuna en az ticari sorumluluk kadar önem verir.
Tetrapak son kampanyası ile bu kez sektörel sorumluluğunu yerine getiriyor. Ona Anne Çocuk Eğitimi Vakfı (AÇEV), SETBİR (Süt, Et gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği) ve Hacettepe Üniversitesi destek vermişler. Ne yazık ki Sağlık Bakanlığı yok. Oysa bakanlık bu işleri gayet iyi destekler. Tetrapak Pars/McCann ve Tribeca ile çalışıyor. Tribeca, Türkiye’nin en başarılı iletişim danışmanlığı şirketlerinden ve Türkiye’de ICCO’ya bağlı danışmanlık şirketleri birliği İDA’nın 16 üyesinden biri. Reklam filminde şu anlatılıyor: “Sütün doğal besin değerlerini kaybetmemesi ve hastalıklara neden olmaması için “işlenmiş ve paketlenmiş olarak tüketilmesi ” ile ilgili kamuoyunu bilgilendirmek.” Bu mesaj bir aile ortamında mükemmel bir dille anlatılıyor. Tetrapak’ı ve destek verenleri kutluyorum. Bir de bu filmi ücretsiz olarak yayınlayacak birden fazla TV kanalını kutlayabilsem...
Korsanlığın alemi yok!
Son günlerde gördüğüm en etkili kampanyalardan biri hiç şüphesiz Bilgisayar Kullanıcılarını Bilinçlendirme (BKB) Platformu’nun kamuoyunu bilgilendirme çalışması. Üç ‘korsan’ filmi yapmışlar. Birincisinde bir kadın, korsan kılıklı (tek gözü, tek kolu, tek bacağı olmayan, elinde koskoca bir çengel bulunan) bir taksi şoförünün aracına biniyor: Korsan geriye dönüp kadına davudi soruyor: “Nereye gidiyoruz?”... Cevap dış sesten geliyor: “Hiçbir yere gitmiyoruz! Garanti altına alınmamış bir bilgisayarla, ne siz ne de ülkemiz hiçbir yere gidemez. Doğru dürüst işler, doğru dürüst bilgisayar ister...”
İkincisi film bir diş hekimi muayenehanesinde geçiyor. Koltukta bir hasta var. Koridordan doktorun ayak sesleri duyuluyor. Gele gele doktor olarak aynı korsan geliyor adamın yanına. Üçüncüsünde ise bir erkek berberindeyiz. Adam sakal tıraşı olacak. Berber kim dersiniz? Tabii ki bizim çengel kollu korsan. Elinde de ustura... Mesaj üçünde de aynı netlikte. Korsan işlere itibar etmek insanın ‘sağlığını’ bozar!..
Bu kampanyaya şu kuruluşlar mali destek vermişler: Casper, Escort, Microsoft, Vestel...
Belli ki Microsoft başı çekmiş, bizim ulusal markalarla yürütüyor bu işi. Uluslararası olanların tuzu nasılsa kuru... Gözlerim diğer yerli üreticileri de aradı filmin jeneriğinde. Beko gibi... Arçelik gibi... Ne hikmetse yoklar.
Film çok etkili. Ben bile, arada bir korsan DVD aldığım için kendimi kötü hissettim... Allah’tan şirketteki ve evdeki tüm bilgisayarlar ve yazılımlar markalı ve lisanslı. Yoksa o korsan geceleri rüyama girebilirdi. Eğer korsan ürünler kullanıyorsanız, bu kampanyaya TV’de rastladınız mı başınızı başka yöne evirin, yoksa o korsan geceleri rahat vermez size de...
İşte Okan, işte oyunculuk!
Helal olsun Okan Bayülgen’e... Bankalararası Kart Merkezi’nin (BKM) reklam filminde bir kez daha oyunculuğuna şapka çıkardım. Hem alış veriş yapan kadın, hem yeteneksiz soyguncu, hem bakkal amca, hem de bakkal amcanın oğlu rolünde ‘ağzı açık ayran budalası’ gibi izliyorum oyunculuğunu. Bana sorarsanız en başarılı oyunu, bakkal amcanın arkasında durup olayları alık alık izleyen küçük çocuk rolünde çıkarıyor.
Oynayanı da, çekeni de, düşüneni de, bu kampanyayı başlatan BKM’yi de kutluyorum. Fakat galiba Bayülgen’e fazla daldığımdan olacak, kilit mesajı her defasında kaçırıyorum sanki... Genel anlamda kart kullanımının artması mı amaçlanıyor bu kampanya ile, yoksa slip çekip imzalamak yerine, POS aletine doğrudan şifre girerek paranın hesaba aktarıldığı sistemin mi tanıtımı yapılıyor? Bana ikincisi gibi geldi. Ama uygulamada, yani sahada bir türlü rastlayamadım bu düzeneğe... Uygulama yokken kullanımı yaygınlaştırmaya çalışmak ise yapılan, bu aşamada yapılan iletişim harcamalarına yazık olur... Neyin iletişimini yapıyorsanız sahada mutlaka karşılığı olmalı. Yoksa bu benim, Brad Pitt’e benzediğim yolunda kampanya yapmama benzer ki, pek işe yaramadığı gibi ters bile tepebilir...
Kısa...Kısa...Kısa...
· Ara Cargo’nun başarılı patronu Sevgili Celal Aras dostumuz sözünü tuttu ve başlattığı kampanyayı sürdürmeye karar verdi. Gönderi paket ve poşetlerinin üzerine Türkiye’nin çeşitli yörelerinden nefis fotoğraflar koyuyorlardı. 15 milyon insana ulaşan çok akıllıca bir sosyal sorumluluk çalışmasıydı bu. Fakat ekim gibi bitirmeyi planlamışlardı. Hiçbir sosyal sorumluluk çalışması bu kadar kısa sürede bir etki yaratmaz. Bunu hem yazdım, hem de ATV’nin gecesine rastladığımda kendisine söyledim. “Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değmeli” dedim. Nihayet Aras Cargo’dan basın bülteni geldi. Yılbaşına kadar uzatmışlar. Güzel ama, yine de yetmez sevgili Celal Aras! Her yere sponsor oluyorsun, biraz da kendine sponsor ol!
· Güzel Sanatlar Saatchi & Saatchi’nin Genel Müdürü Zeynep Aydın Hanım’ın ıslak imzası ile büyük bir özenle hazırlanmış, son derece ilginç bir kitap çıktı postadan: Lovemarks. Tek kelime ile süper. Kapakta “Future beyond brands” ibaresi var. Yani ‘markaların ötesindeki gelecek’... Zeynep Hanım da zaten mektubunda, “Bizlerin hayatı Lovemarks’tan önce sonra diye ikiye ayrılmış durumda. Markalara, reklama hatta bazen hayatın kendisine bile farklı gözle bakmaya başladık” diye yazmış. Kitabı okuduktan sonra ona katılmamak mümkün değil. İyi hoş da Zeynep Hanım, Türkiye’deki ajansın da katkısı olduğu anlaşılan bu muhteşem kitabı parasıyla satın alıp İstanbul Üniversitesi’ndeki öğrencilerime de dağıtmak istiyorum. Hem de Türkçe olarak. Ne yapacağım şimdi?.. Bu lüks baskıyla satın almaya kalksam yıkılırım. Haydi göreyim sizi, çıkarın şunun daha ekonomik ve Türkçe versiyonunu, o zaman bir kez daha şapka çıkarayım size...
· Sek Süt ve Tat Ketçap’tan iki tane kocaman poşet geldi. Çok başarılı iki pazarlama çalışması ürünü. Birinin sloganı “içSEK, eğlenSEK, büyüSEK” diğerininki “TAT Çap Çap Ketçap”... İkisinde de aynı Hollywood çizgi film figürlerinin kullanılıyor olması biraz kafa karıştırıyor ama mühim değil. Poşetler de ürünler de bıcır bıcır, cana yakın sımsıcak. “Acaba Buggs Bunny, Tazmania Canavarı, Tweety ve Sylvester yerine yerli çizgi kahramanlar bulunsaydı daha çok iş yapmaz mıydı?” diye düşünmedim desem yalan olur. Yerli dizi de, yerli müzik de, yerli film de yabancısından daha çok iş yapıyorsa, yerli çizgi kahraman da daha çok iş yapabilir mantığı yani... Ama olsun. Tasarım ve fikir çok iyi. Kentlerdeki belli bir kitleyi hedefliyorlarsa ve hedefledikleri satış rakamlarına ulaşırlarsa mesele yok. Bana sonucu yazarlarsa sizlerle paylaşırım. Ben de merak ediyorum...
Bizim şirketten 6 arkadaş Kottler’i izlemeye gittiler. Yarı parasını onlar ödedi; yarısını da şirket. Yine de ceplerinden 200 Dolardan fazla para çıktı. “Değdi mi?” diye sordum. “Fazlasıyla değdi!” diye yanıtladılar. Özellikle de “Nasıl oluyor da iletişim danışmanlığı şirketleri reklam ajanslarıyla aynı düzeyde çalışabiliyorlar, hatta bazı durumlarda onları yönlendirebiliyorlar?” diye merak içinde olan bizim ‘iletişim’ gurularının Kottler’i dinlemelerinin yerinde olacağını vurguladılar...
İletişim Danışmanı arkadaşlarımız Aylin Taşkıner ve Ahu Parlar’ın, 6 saatlik sunumdan herkesin kendisine bir tür ders çıkarabileceği notları şöyle:
- Dünya nüfusunun yüzde 85’ini fakir olarak nitelendirilebilecek kesim oluşturuyor; öyleyse bu gruplara nasıl pazarlama yapabileceğimizi anlamamız lazım.
- Bazı şirketlerin “experience manager”ları vardır... Bunların işi müşterinin yaşadığı deneyimi anlamak ve iyileştirmektir. ‘Müşteri deneyimi’ her şeyin anasıdır.
- Şirketlerin yöneticileri genellikle bir tek P’ye odaklanırlar. Bundan daha hatalı bir şey yoktur...
- Pazarlama “holistic – bütünsel” olarak ele alınmalıdır. PR’dan reklama, etkinlikten, şirket sözcüsünün görünümüne, yaşamına, iç iletişime kadar hepsinin entegre ve paralel yönetilmesi gerekir.
- Dünyada ciddi bir reklam karmaşası vardır. Reklamlar birbirinin aynı hale gelmiştir. “Why spend money on ordinary advertising?” (Sıradan reklamlara neden para harcanır ki?) Marka itibarı ve algısı son derece önemlidir. Artık günümüzde markalar genel olarak reklamla farklılaşamamaktadır. Marka algısı olmayan bir şirketin başı beladadır.
- Promosyon yeni müşteri getirmede ya da müşteri sadakatini artırmada çok başarılı değil. PR’ın önemi giderek artmaktadır. İnsanlar haber olarak duydukları şeylere daha çok inanırlar. “The Fall of Advertising and The Rise of PR” (Reklamın çöküşü PR’ın yükselişi) adlı kitabı herkesin okuması gerekir.
- Satış odaklı yaklaşım dönemi bitmiştir.
- Kaynakların etkin kullanımı önemlidir. Yüksek bütçeli reklam çalışmalarından, daha mütevazı bütçeli ancak etkisi yüksek PR çalışmaları ön plana geçmiştir.
- Dikkat edilmesi gereken denklem şudur: NT + OO = EOO (New Technology + Old Organization = Expensive Old Organization) Yeni teknoloji + eski organizasyon = Pahalı eski organizasyon. İnsanların kafası eski modellere göre işlediği sürece, istediğiniz kadar yeni teknolojiler ile donatın şirketinizi... Ancak, “pahalı bir eski şirket”iniz olur....
İçtiğimiz süt ya sağlıksız ya da faydasız
Türkiye’de sütün bölgesine göre hâlâ %70-80 oranında merdiven altı denen sistemle satılıp tüketildiğinden haberdar mısınız? Ya bu sütlerin inanılmaz derecede sağlığa zararlı madde, mikrop içerdiğinden. Tamam, kaynatınca bunlar gidiyormuş ama, bu sefer de sütün içindeki yararlı maddeler de %60 – 80 oranında azalıyormuş... Yani ya pis bir şey içiyoruz, ya da yararsız bir şey... Hem de ülkece en az %70 oranında...
Bunu uzun yıllardır bilim insanları ve Tetrapak anlatıp duruyor. Ya kim destekliyor?
Ben Tetrapak’ın adını ilk kez bir Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) kampanyasında duymuştum. Kullanılmış Tetrapak kutuları toplanıyor, sonra bunların sıkıştırılmasından oluşan malzeme ile yapılmış okul sıra ve sandalyeleri ihtiyaç sahiplerine dağıtılıyordu.
Bir ambalaj sanayi kuruluşu Tetrapak... Hani her gün bir şekilde elimize aldığımız sütlerin, meyve, sebze sularının paketlenmesi için geliştirilmiş paket ya da kutu sisteminin jenerik haline gelmiş markası... Tetrapak’ı kullanan firmaların hedef kitlesi sıvı içecek üreten gıda sektörü. Süt tüketenler Tetrapak’ı pek bilmezler. Bilmek durumunda da değildirler. Bilmesi gereken gıda sektörüdür. Sağlık Bakanlığıdır. Yani kitlesel reklama ihtiyacı yoktur Tetrapak’ın. Buna rağmen çoğumuz biliriz. Hem de saygın bir marka olarak. Çünkü toplumsal sorumluluğuna en az ticari sorumluluk kadar önem verir.
Tetrapak son kampanyası ile bu kez sektörel sorumluluğunu yerine getiriyor. Ona Anne Çocuk Eğitimi Vakfı (AÇEV), SETBİR (Süt, Et gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği) ve Hacettepe Üniversitesi destek vermişler. Ne yazık ki Sağlık Bakanlığı yok. Oysa bakanlık bu işleri gayet iyi destekler. Tetrapak Pars/McCann ve Tribeca ile çalışıyor. Tribeca, Türkiye’nin en başarılı iletişim danışmanlığı şirketlerinden ve Türkiye’de ICCO’ya bağlı danışmanlık şirketleri birliği İDA’nın 16 üyesinden biri. Reklam filminde şu anlatılıyor: “Sütün doğal besin değerlerini kaybetmemesi ve hastalıklara neden olmaması için “işlenmiş ve paketlenmiş olarak tüketilmesi ” ile ilgili kamuoyunu bilgilendirmek.” Bu mesaj bir aile ortamında mükemmel bir dille anlatılıyor. Tetrapak’ı ve destek verenleri kutluyorum. Bir de bu filmi ücretsiz olarak yayınlayacak birden fazla TV kanalını kutlayabilsem...
Korsanlığın alemi yok!
Son günlerde gördüğüm en etkili kampanyalardan biri hiç şüphesiz Bilgisayar Kullanıcılarını Bilinçlendirme (BKB) Platformu’nun kamuoyunu bilgilendirme çalışması. Üç ‘korsan’ filmi yapmışlar. Birincisinde bir kadın, korsan kılıklı (tek gözü, tek kolu, tek bacağı olmayan, elinde koskoca bir çengel bulunan) bir taksi şoförünün aracına biniyor: Korsan geriye dönüp kadına davudi soruyor: “Nereye gidiyoruz?”... Cevap dış sesten geliyor: “Hiçbir yere gitmiyoruz! Garanti altına alınmamış bir bilgisayarla, ne siz ne de ülkemiz hiçbir yere gidemez. Doğru dürüst işler, doğru dürüst bilgisayar ister...”
İkincisi film bir diş hekimi muayenehanesinde geçiyor. Koltukta bir hasta var. Koridordan doktorun ayak sesleri duyuluyor. Gele gele doktor olarak aynı korsan geliyor adamın yanına. Üçüncüsünde ise bir erkek berberindeyiz. Adam sakal tıraşı olacak. Berber kim dersiniz? Tabii ki bizim çengel kollu korsan. Elinde de ustura... Mesaj üçünde de aynı netlikte. Korsan işlere itibar etmek insanın ‘sağlığını’ bozar!..
Bu kampanyaya şu kuruluşlar mali destek vermişler: Casper, Escort, Microsoft, Vestel...
Belli ki Microsoft başı çekmiş, bizim ulusal markalarla yürütüyor bu işi. Uluslararası olanların tuzu nasılsa kuru... Gözlerim diğer yerli üreticileri de aradı filmin jeneriğinde. Beko gibi... Arçelik gibi... Ne hikmetse yoklar.
Film çok etkili. Ben bile, arada bir korsan DVD aldığım için kendimi kötü hissettim... Allah’tan şirketteki ve evdeki tüm bilgisayarlar ve yazılımlar markalı ve lisanslı. Yoksa o korsan geceleri rüyama girebilirdi. Eğer korsan ürünler kullanıyorsanız, bu kampanyaya TV’de rastladınız mı başınızı başka yöne evirin, yoksa o korsan geceleri rahat vermez size de...
İşte Okan, işte oyunculuk!
Helal olsun Okan Bayülgen’e... Bankalararası Kart Merkezi’nin (BKM) reklam filminde bir kez daha oyunculuğuna şapka çıkardım. Hem alış veriş yapan kadın, hem yeteneksiz soyguncu, hem bakkal amca, hem de bakkal amcanın oğlu rolünde ‘ağzı açık ayran budalası’ gibi izliyorum oyunculuğunu. Bana sorarsanız en başarılı oyunu, bakkal amcanın arkasında durup olayları alık alık izleyen küçük çocuk rolünde çıkarıyor.
Oynayanı da, çekeni de, düşüneni de, bu kampanyayı başlatan BKM’yi de kutluyorum. Fakat galiba Bayülgen’e fazla daldığımdan olacak, kilit mesajı her defasında kaçırıyorum sanki... Genel anlamda kart kullanımının artması mı amaçlanıyor bu kampanya ile, yoksa slip çekip imzalamak yerine, POS aletine doğrudan şifre girerek paranın hesaba aktarıldığı sistemin mi tanıtımı yapılıyor? Bana ikincisi gibi geldi. Ama uygulamada, yani sahada bir türlü rastlayamadım bu düzeneğe... Uygulama yokken kullanımı yaygınlaştırmaya çalışmak ise yapılan, bu aşamada yapılan iletişim harcamalarına yazık olur... Neyin iletişimini yapıyorsanız sahada mutlaka karşılığı olmalı. Yoksa bu benim, Brad Pitt’e benzediğim yolunda kampanya yapmama benzer ki, pek işe yaramadığı gibi ters bile tepebilir...
Kısa...Kısa...Kısa...
· Ara Cargo’nun başarılı patronu Sevgili Celal Aras dostumuz sözünü tuttu ve başlattığı kampanyayı sürdürmeye karar verdi. Gönderi paket ve poşetlerinin üzerine Türkiye’nin çeşitli yörelerinden nefis fotoğraflar koyuyorlardı. 15 milyon insana ulaşan çok akıllıca bir sosyal sorumluluk çalışmasıydı bu. Fakat ekim gibi bitirmeyi planlamışlardı. Hiçbir sosyal sorumluluk çalışması bu kadar kısa sürede bir etki yaratmaz. Bunu hem yazdım, hem de ATV’nin gecesine rastladığımda kendisine söyledim. “Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değmeli” dedim. Nihayet Aras Cargo’dan basın bülteni geldi. Yılbaşına kadar uzatmışlar. Güzel ama, yine de yetmez sevgili Celal Aras! Her yere sponsor oluyorsun, biraz da kendine sponsor ol!
· Güzel Sanatlar Saatchi & Saatchi’nin Genel Müdürü Zeynep Aydın Hanım’ın ıslak imzası ile büyük bir özenle hazırlanmış, son derece ilginç bir kitap çıktı postadan: Lovemarks. Tek kelime ile süper. Kapakta “Future beyond brands” ibaresi var. Yani ‘markaların ötesindeki gelecek’... Zeynep Hanım da zaten mektubunda, “Bizlerin hayatı Lovemarks’tan önce sonra diye ikiye ayrılmış durumda. Markalara, reklama hatta bazen hayatın kendisine bile farklı gözle bakmaya başladık” diye yazmış. Kitabı okuduktan sonra ona katılmamak mümkün değil. İyi hoş da Zeynep Hanım, Türkiye’deki ajansın da katkısı olduğu anlaşılan bu muhteşem kitabı parasıyla satın alıp İstanbul Üniversitesi’ndeki öğrencilerime de dağıtmak istiyorum. Hem de Türkçe olarak. Ne yapacağım şimdi?.. Bu lüks baskıyla satın almaya kalksam yıkılırım. Haydi göreyim sizi, çıkarın şunun daha ekonomik ve Türkçe versiyonunu, o zaman bir kez daha şapka çıkarayım size...
· Sek Süt ve Tat Ketçap’tan iki tane kocaman poşet geldi. Çok başarılı iki pazarlama çalışması ürünü. Birinin sloganı “içSEK, eğlenSEK, büyüSEK” diğerininki “TAT Çap Çap Ketçap”... İkisinde de aynı Hollywood çizgi film figürlerinin kullanılıyor olması biraz kafa karıştırıyor ama mühim değil. Poşetler de ürünler de bıcır bıcır, cana yakın sımsıcak. “Acaba Buggs Bunny, Tazmania Canavarı, Tweety ve Sylvester yerine yerli çizgi kahramanlar bulunsaydı daha çok iş yapmaz mıydı?” diye düşünmedim desem yalan olur. Yerli dizi de, yerli müzik de, yerli film de yabancısından daha çok iş yapıyorsa, yerli çizgi kahraman da daha çok iş yapabilir mantığı yani... Ama olsun. Tasarım ve fikir çok iyi. Kentlerdeki belli bir kitleyi hedefliyorlarsa ve hedefledikleri satış rakamlarına ulaşırlarsa mesele yok. Bana sonucu yazarlarsa sizlerle paylaşırım. Ben de merak ediyorum...