Kötülük dijital bir icat mı?
18 Mayıs 2019 - Yeni Şafak
Bizim sekiz yaşındaki Alinihat’ı yakın zamana kadar dijital kirlilikten koruduk. Fakat, okulun verdiği görevleri yapmak için bilgisayarla tanışmaya mecbur kaldı. Sonra da arkadaşlarıyla konuşa konuşa video oyunlarından haberdar oldu ve FİFA’nın bir oyununu indirmek için izni kopardı. Tabii her boş vaktini bilgisayar başında geçirmemesi için belli sınırlar çizildi. Annesi, Alinihat’ın video oyunu zamanını hafta sonraları birer saatle sınırladı.
Bizim içimiz rahat. Fakat Alinihat’ınki değil. Çünkü arkadaşları bir sürü başka oyun daha indirmiş… Öyle bizimki gibi bir saat sınırı falan da yok. Anne-babalar çocuklarını deyim yerindeyse ‘park etmiş’ durumdalar. Oyun saatini hafta sonları birer saatten her gün bir saate çıkarmak için arkadaşları Alinihat’a, o da bize baskı yapıyor… Bu gidişle Cuma günleri bir saat daha izin vereceğiz gibi görünüyor.
Benim çocukluğum meyve ağaçları olan kocaman bir bahçede geçti. Sokağımızdan günde beş-on araba ya geçer ya geçmezdi. Bahçeler, sokaklar bizimdi… Öyle ikide bir kontrol de edilmezdik.
Şimdi ne sokakta ne de tablette çocukları denetimsiz, kontrolsüz bırakmak söz konusu bile olamaz. Sağır sultanın bile duyduğu Mavi Balina örneğinde olduğu gibi şiddetin her türlüsü dijital dünyadaki oyun ve filmlerde çocuklar için tuzak kurmuş bekliyor.
Diğer yandan, 2011 ve sonraki yıllarda dünyaya gelen Alfa Kuşağı çocukları ileri teknolojilerin, akıllı telefonların içine doğdular. Çocukların teknoloji kullanımını bilinçsizce kısıtlamak onları kendi dünyalarına ve geleceklerine yabancılaştırıyoruz endişesini de peşinde getiriyor.
Kendi yaş grubunun oynadığı oyunları bilmeyen çocuklara arkadaşları da pek sahip çıkmıyor. Şu aralar ‘ezik’ sözü pek moda. Bu numaraları bilmeyen çocuklara, arkadaşları ‘ezik’ diyor. Yani, çocuğunuz hakiki bir sosyal yaşama sahip olsun isterken bir de kendi elinizle dışlanmasına neden olabilirsiniz… Neticede bizim gibi pek çok anne-baba ‘ne yapacağız’ diye şaşkın durumda…
Tek tehlike oyunlar da değil... Sosyal medya çocukların yaşıtı olmayanlarla karşılaşabileceği, istismara çok açık bir alan.
Üstelik sanal olmayan yaşamda, insanların çeşitli sebeplerle de olsa dizginlemek ya da gizli tutmak istedikleri ‘kötü’ davranışlar burada bir marifet gibi sergilenebiliyor.
Üç gün önce okuduğum bir haberin başlığı şöyle: “Malezya’da 16 yaşındaki bir genç Instagram’da düzenlediği anket sonrası intihar etti.”
Bu genç kız, Instagram hesabından “Gerçekten önemli, karar vermeme yardım edin” diyen, “Ö” ve “Y” seçenekleri işaretlenebilen bir anket paylaşmış. Tahmin edeceğiniz gibi ‘Ö’ “öl”, ‘Y’ ise “yaşa” anlamına geliyormuş. Sonuç mu? Çok vahim. Yüzde 69, “öl” seçeneğini işaretlemiş. Ve çocuk, intihar ederek hayatına son vermiş.
Genç kızın ölümünden sonra ankete hala oy verilebildiği için bu oranlar değişmiş. “Yaşa” diyenlerin oranı yüzde 88’e yükselmiş. Devreye giren ‘vicdan mı, yoksa suçlanma korkusu mu?’ oldu orasını bilemeyeceğim…
Söylenecek çok şey var… Fakat insanın kötülüğe açık yönünü gördüğümüz böyle anlarda bazen kendimizi ‘sözün bittiği yer’de hissediyoruz.
Uçuruma yuvarlanan ve haber alınamayan Anadolu Ajansı muhabiri Abdulkadir Nişancı’nın arkasından sosyal medyada yazılanları daha dört gün önce bu köşede eleştirdik. Geçen sene Mart ayındaki özel uçak kazasında hayatını kaybeden sekiz genç kadın için yine sosyal medyada ne çirkin ne kötü sözler sarf edildiğini unutmadık.
Burada kötülük sosyal medyada değil, onu bu şekilde kullananlardadır elbette… İnsan maalesef kötülüklere açık bir varlık.
Bunun en klâsik örneklerinden biri, adını Stanley Miligram’ın soyadından alan meşhur Miligram Deneyi’dir.
Bir otorite figürünün emri ya da teşvikiyle kişilerin bir başkasına ne kadar zarar verebileceğini ölçmek amacıyla 1960’lı yılların başında yapılmış… Deneyde, gönüllülere bellek çalışmasında yer alacakları söylenmiş. Çalışmaya katılanlara bazı sorular sorulacak, sorunun cevabı hatırlanmadığında ya da yanlış cevap verildiğinde asıl katılımcı onlara ‘elektrik şoku’ verecektir… Aslında verdiğini sanacaktır. Deneyde elektrik şoku verildiği düşünülen kişiler ise aktördür.
Neticede, katılımcıların istedikleri cevabı alamadıkça elektrik şokunun şiddetini artırmışlar. Arada bir tereddüde düştüklerindeyse odadaki beyaz gömlekli (beyaz doktor gömleği otorite figürünün bir parçası olduğu için önemlidir) bilim adamının “devam edin” demesiyle şok vermeye devam etmişler. Şokun ölümcül noktalara ulaştığı anlarda diğer katılımcının sesi kesilmekte ve artık sağlıklarının ciddi anlamda tehlikeye girdikleri düşünülmekteymiş. Buna rağmen katılımcıların yüzde 65’i deneye devam etmiş…
Ez cümle, insan, dijital dünyada, reel dünyada olduğu kadar kötülüğe açıktır. Daha fazla değil. Ancak yabancısı olduğumuz bu yeni dijital yaşamda kendisini iyiye yöneltecek örneklere ve toplumsal kurallara ihtiyaç duyuyor. İnsanların bu iyilik ve doğruluk mertebelerine ‘kendiliğinden’ erişmelerini beklerken pek çok çocuğun hayatı ve geleceği kararabilir.
Bunu göze alamayacağımıza göre kendi dijital toplum kurallarımızı ve denetim mekanizmalarımızı geliştirmemizin ve kullanıcıları sorumlu davranmak zorunda bırakmamızın zamanıdır. Yarın kutlayacağımız 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı'nın 100. yıldönümünde gençlerimizi bir de böyle düşünebiliriz. Bayramınız kutlu olsun!
Bizim içimiz rahat. Fakat Alinihat’ınki değil. Çünkü arkadaşları bir sürü başka oyun daha indirmiş… Öyle bizimki gibi bir saat sınırı falan da yok. Anne-babalar çocuklarını deyim yerindeyse ‘park etmiş’ durumdalar. Oyun saatini hafta sonları birer saatten her gün bir saate çıkarmak için arkadaşları Alinihat’a, o da bize baskı yapıyor… Bu gidişle Cuma günleri bir saat daha izin vereceğiz gibi görünüyor.
Benim çocukluğum meyve ağaçları olan kocaman bir bahçede geçti. Sokağımızdan günde beş-on araba ya geçer ya geçmezdi. Bahçeler, sokaklar bizimdi… Öyle ikide bir kontrol de edilmezdik.
Şimdi ne sokakta ne de tablette çocukları denetimsiz, kontrolsüz bırakmak söz konusu bile olamaz. Sağır sultanın bile duyduğu Mavi Balina örneğinde olduğu gibi şiddetin her türlüsü dijital dünyadaki oyun ve filmlerde çocuklar için tuzak kurmuş bekliyor.
Diğer yandan, 2011 ve sonraki yıllarda dünyaya gelen Alfa Kuşağı çocukları ileri teknolojilerin, akıllı telefonların içine doğdular. Çocukların teknoloji kullanımını bilinçsizce kısıtlamak onları kendi dünyalarına ve geleceklerine yabancılaştırıyoruz endişesini de peşinde getiriyor.
Kendi yaş grubunun oynadığı oyunları bilmeyen çocuklara arkadaşları da pek sahip çıkmıyor. Şu aralar ‘ezik’ sözü pek moda. Bu numaraları bilmeyen çocuklara, arkadaşları ‘ezik’ diyor. Yani, çocuğunuz hakiki bir sosyal yaşama sahip olsun isterken bir de kendi elinizle dışlanmasına neden olabilirsiniz… Neticede bizim gibi pek çok anne-baba ‘ne yapacağız’ diye şaşkın durumda…
Tek tehlike oyunlar da değil... Sosyal medya çocukların yaşıtı olmayanlarla karşılaşabileceği, istismara çok açık bir alan.
Üstelik sanal olmayan yaşamda, insanların çeşitli sebeplerle de olsa dizginlemek ya da gizli tutmak istedikleri ‘kötü’ davranışlar burada bir marifet gibi sergilenebiliyor.
Üç gün önce okuduğum bir haberin başlığı şöyle: “Malezya’da 16 yaşındaki bir genç Instagram’da düzenlediği anket sonrası intihar etti.”
Bu genç kız, Instagram hesabından “Gerçekten önemli, karar vermeme yardım edin” diyen, “Ö” ve “Y” seçenekleri işaretlenebilen bir anket paylaşmış. Tahmin edeceğiniz gibi ‘Ö’ “öl”, ‘Y’ ise “yaşa” anlamına geliyormuş. Sonuç mu? Çok vahim. Yüzde 69, “öl” seçeneğini işaretlemiş. Ve çocuk, intihar ederek hayatına son vermiş.
Genç kızın ölümünden sonra ankete hala oy verilebildiği için bu oranlar değişmiş. “Yaşa” diyenlerin oranı yüzde 88’e yükselmiş. Devreye giren ‘vicdan mı, yoksa suçlanma korkusu mu?’ oldu orasını bilemeyeceğim…
Söylenecek çok şey var… Fakat insanın kötülüğe açık yönünü gördüğümüz böyle anlarda bazen kendimizi ‘sözün bittiği yer’de hissediyoruz.
Uçuruma yuvarlanan ve haber alınamayan Anadolu Ajansı muhabiri Abdulkadir Nişancı’nın arkasından sosyal medyada yazılanları daha dört gün önce bu köşede eleştirdik. Geçen sene Mart ayındaki özel uçak kazasında hayatını kaybeden sekiz genç kadın için yine sosyal medyada ne çirkin ne kötü sözler sarf edildiğini unutmadık.
Burada kötülük sosyal medyada değil, onu bu şekilde kullananlardadır elbette… İnsan maalesef kötülüklere açık bir varlık.
Bunun en klâsik örneklerinden biri, adını Stanley Miligram’ın soyadından alan meşhur Miligram Deneyi’dir.
Bir otorite figürünün emri ya da teşvikiyle kişilerin bir başkasına ne kadar zarar verebileceğini ölçmek amacıyla 1960’lı yılların başında yapılmış… Deneyde, gönüllülere bellek çalışmasında yer alacakları söylenmiş. Çalışmaya katılanlara bazı sorular sorulacak, sorunun cevabı hatırlanmadığında ya da yanlış cevap verildiğinde asıl katılımcı onlara ‘elektrik şoku’ verecektir… Aslında verdiğini sanacaktır. Deneyde elektrik şoku verildiği düşünülen kişiler ise aktördür.
Neticede, katılımcıların istedikleri cevabı alamadıkça elektrik şokunun şiddetini artırmışlar. Arada bir tereddüde düştüklerindeyse odadaki beyaz gömlekli (beyaz doktor gömleği otorite figürünün bir parçası olduğu için önemlidir) bilim adamının “devam edin” demesiyle şok vermeye devam etmişler. Şokun ölümcül noktalara ulaştığı anlarda diğer katılımcının sesi kesilmekte ve artık sağlıklarının ciddi anlamda tehlikeye girdikleri düşünülmekteymiş. Buna rağmen katılımcıların yüzde 65’i deneye devam etmiş…
Ez cümle, insan, dijital dünyada, reel dünyada olduğu kadar kötülüğe açıktır. Daha fazla değil. Ancak yabancısı olduğumuz bu yeni dijital yaşamda kendisini iyiye yöneltecek örneklere ve toplumsal kurallara ihtiyaç duyuyor. İnsanların bu iyilik ve doğruluk mertebelerine ‘kendiliğinden’ erişmelerini beklerken pek çok çocuğun hayatı ve geleceği kararabilir.
Bunu göze alamayacağımıza göre kendi dijital toplum kurallarımızı ve denetim mekanizmalarımızı geliştirmemizin ve kullanıcıları sorumlu davranmak zorunda bırakmamızın zamanıdır. Yarın kutlayacağımız 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı'nın 100. yıldönümünde gençlerimizi bir de böyle düşünebiliriz. Bayramınız kutlu olsun!