Kristal Elma ortasından çatlamak üzere
08 HAZİRAN 2003
Serdar Erener’i iletişim dünyasında tanımayan yoktur. Sevenleri kadar sevmeyenleri de çoktur. Hakkıyla kazandığı başarılarından güç alarak işine, kendi deyimiyle ‘bir rençper gibi’ asılır. Çevresine de pek müdanaası yoktur. Garanti Bankası, Turkcell, Arçelik gibi büyük şirketler, onun işleriyle hedeflerine daha da yakınlaşmışlardır...
Doğru bildiğini, lafın nereye gideceğini pek hesap etmeden ‘küt’ diye söyler. Eyyamcılığına rastlamadım. Güzel işler kadar, hatta belki de ondan daha çok, doğru işler yapmayı, müşterilerinin parasını boşa harcatmamayı ön planda tutmaya çalıştığı için, her zaman takdir etmişimdir. Bir projede beraber çalışmak kısmet olmadı. Çok yakın dost da sayılmayız. Ama her zaman beğenmişimdir kendisini ve tarzını...
Buna rağmen, Reklamcılar Derneği’ne yazdığı şahsi mektubu ve o mektupta açıkladığı kararı anlamakta güçlük çektim.
Erener mektubunda, TV jürisinin kendi koyduğu kriterleri çiğneyerek Arçelik reklamındaki özgünlüğü dikkate almamasını protesto ediyor, Kristal Elma’dan çekildiğini ve ödül törenine katılmayacağını belirtiyordu.
İşin ilginç yanı, Serdar Erener, internette bir anda binlerce kişiye ulaştırılan mektubunu yazarken kendi ajansının ödüllerin çoğunu aldığını ve Yılın Reklam Ajansı seçildiğinin duyumunu almış.
Telefonda konuştuk. Ne yazacağımdan söz ettim kendisine. “Benim amacım ödül avcılığı değil, haksızlığa karşı isyan. ‘Orijinal fikir’ kriterine uyulmadı” dedi.
“Helal olsun Serdar!” diye başlık atabilmeyi çok isterdim. Ama Türk halkının ortak ruhî şekillenmesini bu kadar iyi bilen birinin kalkıp o halkın ortak değerlerine pek uymayacak bir tavır sergilemesini anlamam mümkün değildi.
Ne yazık ki sonunda herkesin aklında “Arçelik finale kalamadı, onun için çekildi” diye kalacaktır. Mektubun geri kalan kısmı şimdiden unutulmuştur bile...
Mağduriyet mi söz konusuydu? Gidip aslanlar gibi diğer ödüllerini alacaktın. İllâ ki birileri gelip sana, “Arçelik sizce neden ödüle layık bulunmadı?” diye soracaklardı. Sen de “Onu da TV jürisi üyelerine sorun” diyecektin. O zaman başta Arçelik, üçüncü şahıslar medyada senin uğradığın haksızlığa isyan edeceklerdi... Sana da her zaman lâyık olduğun sempati çiçeklerini toplamak kalacaktı...
Zeka düzeyinin hayli yüksek olduğunu düşündüğüm Erener’in bu tavrı değil diğerini seçmesinin altında ne yatıyor, diye bir hayli düşündüm. Ne yattığını telefonda, satır aralarında söylemişti aslında: Perfeksiyonizm... Yani mükemmeliyetçilik... Oysa hakikat ile gerçeklik buluşmadı mı -ki genellikle buluşmazlar- insanın böyle istenmedik durumlara düşmesi işten bile değildir...
New York Times onun için New York Times
New York Times yalan ve çalıntı haber konusunu başkalarına fırsat vermeden kendisi gündeme getirdi. İki yazarını ifşa etti. Ardından hem Genel Yayın Yönetmeni istifa etti, hem de Yazı İşleri Müdürü. Bu iki yöneticinin olan bitenden büyük bir olasılıkla haberleri yoktu. Ama olsun, kriz çıktı mı gereği yapılacak, kurunun yanında yanması gereken yaşlar da yanacaktı...
İşin başında biraz güven kaybeder gibi olsa da New York Times, bu olaydan kendisine duyulan güveni tazeleyip artırarak çıkacaktır.
Şimdi dönüp kendimize bakmanın tam zamanı...
Fazla derin araştırmaya gerek yok. En basit örnekten gitmekte yarar var...
Tekil şahıslara ya da kurumlara karşı hakaret ettikleri gerekçesiyle büyük tazminatlara mahkûm olmuş gazeteciler ve bunların genel yayın yönetmenleri yerlerinde duruyor mu, durmuyor mu? Bunların patronları, New York Times’ın imtiyaz sahibi Arthur Sulzberg gibi derhal görevden alınmalarını isteyip, durumu kamu oyu ve kamu vicdanı ile paylaşmışlar mı? Yoksa işi örtbas mı etmişler?..
Son dönemde bir tek Sabah’da Fethullah Gülen’le ilgili bir yalan haberde benzer bir davranış sergilendiğine ve kamu oyunun bilgilendirildiğine tanık oldum. Bunun dışında bir uygulamayı bilen varsa lütfen beni uyarsın.
Öyle yalandan kınama yazısı göndermeyi, muhabiri çağırıp haşlamayı kastetmiyorum. Yukarıdaki örnek gibi bir tutumu kastediyorum...
İşte onun için New York Times, New York Times oluyor. Onun için reklam gelirleri ve ekonomisi ayakta duruyor. Onun için o sektörün itibarı bizdeki gibi en alt sıralarda yer almıyor...
Allah, Philips’i bayilerinden korusun
Ben Philips ile büyüdüm. Evimizdeki tüm elektronik aletler Philips markalı idi. Bu da bende bu markaya karşı müthiş bir saygı yaratmıştır. Onun için Philips haberleri beni ilgilendirir, Philips’in PSV Eindhoven takımı da...
Bir marka için iki tane olmazsa olmaz, vaat ve güvendir. "Her Cebe Her Eve Philips" de, Philips güvencesinde bir vaat kampanyasıdır: “Philips Fisio 625 Cep telefonu ile Philips Xalio 200 Dect telefonu bir arada 299 milyona!”
Yayıncı arkadaşımız Burak Tezcan eşine bu ürünleri almak için harekete geçmiş. Hikâyenin bundan sonrasını ondan dinleyelim:
“Sabah’da ilanı görünce Mecidiyeköy'e en yakın iki bayiyi aradık. İkisi de ellerinde telefon olmadığını söylediler. Bunun üzerine iş inada bindi. Mecidiyeköy çevresindeki 5 bayiyi aradık. Onlar da Şişli'deki Uğur İletişim gibi, ‘Biz bu kampanyaya dahil değiliz’ dediler. Gayrettepe'deki Global, ‘Ben Philips bayiiyim; Başarı'nın bayii değilim’ dedi. Normsis ‘Elimizde şu an ürün yok ama telefonunuzu bırakırsanız size haber veririz’ dedi. Profilo Alişveriş Merkezi'ndeki iki ayrı bayi (Aker ve Valdan) ‘Ürünler elimizde yok’ diye yanıtladı. Reklam etkili ama sonuç...”
Bu bir müşteri şikayeti değil bir iletişim öğretisi. Bir: İletişime başladın mı, elinde yeterli ürün olacak. İki: Önce bayilerine ‘müşteri ilişkileri yönetimi eğitimi’ vereceksin. Üç: Markandan daha kıymetli hiçbir şeyin olamaz, markana zarar veren bayii bir gün bile tutmayacaksın... Müşterinin marka bağımlılığı şu şarkıya benzer: “Sevdim mi tam severim, sildim mi bir kalemde!”...
Hayal Kahvesi’nden intihar teşebbüsü
İletişim uzmanı arkadaşımız Tüge Tanaydın Hanım anlatıyor: “Bu hafta sonunu uzun zamandır gitmediğimiz Beyoğlu'na ayırdık. Cumartesi günü küçük bir Beyoğlu turu... Akşam yemeği sonrasında Ferhan Şensoy'un Orta Oyuncuları Tiyatrosu'ndaki oyun... Ardından uzun zamandır uğramadığımız Hayal Kahvesi...
“Beyoğlu'ndaki Hayal Kahvesi'nin girişi 10 milyon ve ilk içki ücretsiz. Eşim kapıda ödemeyi yaparken daha önceden adıma gönderilmiş olan tek kişilik özel giriş kartı aklıma geldi. Eşim ödemesini yaparken ben de o sırada kartımı buldum. Kasadaki bayan ‘Bu kart artık geçmiyor’ dedi...
“Nedenini sordum. Bir başka arkadaşını çağırdı. O da karta baktı, ‘Geçmiyor, ama bir dakika!’ diyerek büyük bir olasılıkla bir üst makama danışmaya gitti. Birazdan geldi ve ‘İşletmeler değiştiği için bu kartla giriş yapmanız mümkün değil’ dedi.
“O sırada kendi ödemesini yapan eşim, bir an düşünmeden fişini iade edip parasını geri aldı. Biz de o akşamki Hayal Kahvesi programını Ortaköy'deki Ceneviz Kahvesi'ne kaydırdık.”...
Hiç düşünmeden İletişim fakültesinde ders diye okut... Dünyada ‘müşteri devrimi’ kavramı almış başını gitmiş. Müşteri değeri kurum değerinde birinci sırada. Defolu ya da beğenilmeyen ürün ya da hizmet anında yenisi ile değiştiriliyor ya da parası iade ediliyor. Kendi üretmedikleri ürünleri geri alanları bile duydum... Müşteriye yanlış yapan görevli veya yöneticinin kariyer yapma şansı yok gibi bir şey...
Bir zamanlar İstanbul gençliğine yaşam biçimi, ilham kaynağı olmuş Hayal Kahvesi ise Ortaçağ’a dönmüş sanki... Bu da intiharın ekonomik ve toplumsal olanı...
Farlarınızı yakın, kazaya gelmeyin!
İsveç’de gündüz ya da gece, arabanın kontağını çevirmenizle birlikte farların da yandığını biliyor muydunuz? Ya da AB araştırmalarına göre farların gündüz de yanmasıyla birlikte kazaların %20-25 oranında azaldığını?
Ben de bunları Bridgestone’un 1999’dan bu yana ısrarla yürüttüğü toplumsal sorumluluk kampanyasının yeni ayağı başladığında öğrendim.
Türkiye’de sıfırdan başlamışlar. Farların yanma oranını önce %10’lara, oradan %16’ya kadar çıkarmışlar. Bir süre ara vermişler. Rakam %10’lara düşmüş. Şimdi hedefleri %20...
“Yolun Açık Olsun, Farların da” kampanyası TV’de başladı. Hani o gözlerine far gibi çizgiler çizmiş çocukların oynadığı film. Shell benzincilerinde dağıttıkları posterler, boyama kalemleri ve kitaplardaki Fındık adlı köpek ve ailesi çok daha şirin.
Amaç çocuklar vasıtasıyla anne-babaları etkilemek. Trafik kazalarının azalmasına yardımcı olacaklarına kesin gözüyle bakıyorlar. Brisa ve Bridgestone’a şapka çıkarıyorum...
Hacı Şakir’e buruk teşekkür
Kurumsal itibar için yayınlanmış prestij kitaplarına hayranım. Trilyon verseniz bir daha bir benzerini bulmanız zordur. Bu kez de elimde Rota Yayınları’nın hazırladığı, Hacı Şakir Sabunları’nın çıkardığı “Sabunun Hikâyesi” var.
Olağanüstü bir kalite ve içerik zenginliği. Tebrikler, teşekkürler Hacı Şakir... Rota Yayınları’nın sevimli sahibesi Günseli Ocakoğlu’nu aradım: “Kaç bastınız?”. Cevap çarpıcı:“1000 Türkçe, 500 İngilizce!”
Çok pahalı olduğu her yanından belli olan bu kitabı daha fazla basmak çılgınlık olurdu zaten. Hem de gereksiz... Fakat her zaman dediğimiz gibi, 7’den 77’ye, en zengininden en fakirine, herkesin kullandığı sabun gibi bir ürünün bu muhteşem kitabı, sadece bir avuç insana mı ulaşmalıydı? Birinci hamur kitap kâğıdına çok daha ucuza maledilmiş bir baskı, her markette Hacı Şakir alana bedava verilemez miydi? Onca yılın bir vefa borcu olarak?.. Yazık olmuş... Bu canım kitabı gerçek sahiplerinden esirgememek gerekirmiş...
Shubuo reklamı keşke beni yanıltsa
Turkcell Shubuo ile çok akıllı bir iş yapmış. Ürünlerini bir portal mantığı ile 6 grupta paketlemiş. 150 hizmet ürünü arasında milletin başı dönüyordu. Bunları daha da zenginleştirerek bu kez kullanımı hayli kolay bir yapıya büründürmüş. Deneyimli kadro, deneyimli Genel Müdürleri ile harika bir iş çıkarmışlar. Zaman içinde mükemmel sonuç alacaklarına hiç şüphem yok...
Benim 3 haftadır dile getirdiğim şüphe, ürünle değil iletişim stratejileri ile ilgiliydi. Cam bardağı vinçle kırma yaklaşımlarını, gereğinden fazla para harcamalarını, reklamın mimarisini doğru bulmuyordum. Bu şüphem devam ediyor.
Çocukluğumun starı Erol Büyükburç’u, hafif dalga geçermiş gibi yaklaşılmış olsa da, bu yüksek teknoloji ürünüyle bir türlü buluşturamadım. Reklamlarda hedeflenen kitle ile bu portalin gerçek hedef kitlesinin de uyuşmadığını düşünüyorum. Kampanyanın “Shubuo” dışında hangi kilit mesajı var, onu da çıkaramadım. Hangi duygusal ya da rasyonel fayda anlatılıyor, farketmek zor. Ve nihayet, çevremde reklamda gösterilen hedef kitle grubundan en az 30 kişiye sordum, ne anladınız, diye. Hepsi aynı şeyi söylediler: Hiçbir şey!
Şimdi bütün bunlara rağmen ben yanılmaya hazırım. Yanılabilirim de. Çünkü ürün mükemmel. 6 ay sonra Shubuo’cu dostlar gelip bu kampanyanın ne kadar başarılı olduğunu rakamlarla göstersinler, ben yanıldığımı hemen kabule hazırım...
Doğru bildiğini, lafın nereye gideceğini pek hesap etmeden ‘küt’ diye söyler. Eyyamcılığına rastlamadım. Güzel işler kadar, hatta belki de ondan daha çok, doğru işler yapmayı, müşterilerinin parasını boşa harcatmamayı ön planda tutmaya çalıştığı için, her zaman takdir etmişimdir. Bir projede beraber çalışmak kısmet olmadı. Çok yakın dost da sayılmayız. Ama her zaman beğenmişimdir kendisini ve tarzını...
Buna rağmen, Reklamcılar Derneği’ne yazdığı şahsi mektubu ve o mektupta açıkladığı kararı anlamakta güçlük çektim.
Erener mektubunda, TV jürisinin kendi koyduğu kriterleri çiğneyerek Arçelik reklamındaki özgünlüğü dikkate almamasını protesto ediyor, Kristal Elma’dan çekildiğini ve ödül törenine katılmayacağını belirtiyordu.
İşin ilginç yanı, Serdar Erener, internette bir anda binlerce kişiye ulaştırılan mektubunu yazarken kendi ajansının ödüllerin çoğunu aldığını ve Yılın Reklam Ajansı seçildiğinin duyumunu almış.
Telefonda konuştuk. Ne yazacağımdan söz ettim kendisine. “Benim amacım ödül avcılığı değil, haksızlığa karşı isyan. ‘Orijinal fikir’ kriterine uyulmadı” dedi.
“Helal olsun Serdar!” diye başlık atabilmeyi çok isterdim. Ama Türk halkının ortak ruhî şekillenmesini bu kadar iyi bilen birinin kalkıp o halkın ortak değerlerine pek uymayacak bir tavır sergilemesini anlamam mümkün değildi.
Ne yazık ki sonunda herkesin aklında “Arçelik finale kalamadı, onun için çekildi” diye kalacaktır. Mektubun geri kalan kısmı şimdiden unutulmuştur bile...
Mağduriyet mi söz konusuydu? Gidip aslanlar gibi diğer ödüllerini alacaktın. İllâ ki birileri gelip sana, “Arçelik sizce neden ödüle layık bulunmadı?” diye soracaklardı. Sen de “Onu da TV jürisi üyelerine sorun” diyecektin. O zaman başta Arçelik, üçüncü şahıslar medyada senin uğradığın haksızlığa isyan edeceklerdi... Sana da her zaman lâyık olduğun sempati çiçeklerini toplamak kalacaktı...
Zeka düzeyinin hayli yüksek olduğunu düşündüğüm Erener’in bu tavrı değil diğerini seçmesinin altında ne yatıyor, diye bir hayli düşündüm. Ne yattığını telefonda, satır aralarında söylemişti aslında: Perfeksiyonizm... Yani mükemmeliyetçilik... Oysa hakikat ile gerçeklik buluşmadı mı -ki genellikle buluşmazlar- insanın böyle istenmedik durumlara düşmesi işten bile değildir...
New York Times onun için New York Times
New York Times yalan ve çalıntı haber konusunu başkalarına fırsat vermeden kendisi gündeme getirdi. İki yazarını ifşa etti. Ardından hem Genel Yayın Yönetmeni istifa etti, hem de Yazı İşleri Müdürü. Bu iki yöneticinin olan bitenden büyük bir olasılıkla haberleri yoktu. Ama olsun, kriz çıktı mı gereği yapılacak, kurunun yanında yanması gereken yaşlar da yanacaktı...
İşin başında biraz güven kaybeder gibi olsa da New York Times, bu olaydan kendisine duyulan güveni tazeleyip artırarak çıkacaktır.
Şimdi dönüp kendimize bakmanın tam zamanı...
Fazla derin araştırmaya gerek yok. En basit örnekten gitmekte yarar var...
Tekil şahıslara ya da kurumlara karşı hakaret ettikleri gerekçesiyle büyük tazminatlara mahkûm olmuş gazeteciler ve bunların genel yayın yönetmenleri yerlerinde duruyor mu, durmuyor mu? Bunların patronları, New York Times’ın imtiyaz sahibi Arthur Sulzberg gibi derhal görevden alınmalarını isteyip, durumu kamu oyu ve kamu vicdanı ile paylaşmışlar mı? Yoksa işi örtbas mı etmişler?..
Son dönemde bir tek Sabah’da Fethullah Gülen’le ilgili bir yalan haberde benzer bir davranış sergilendiğine ve kamu oyunun bilgilendirildiğine tanık oldum. Bunun dışında bir uygulamayı bilen varsa lütfen beni uyarsın.
Öyle yalandan kınama yazısı göndermeyi, muhabiri çağırıp haşlamayı kastetmiyorum. Yukarıdaki örnek gibi bir tutumu kastediyorum...
İşte onun için New York Times, New York Times oluyor. Onun için reklam gelirleri ve ekonomisi ayakta duruyor. Onun için o sektörün itibarı bizdeki gibi en alt sıralarda yer almıyor...
Allah, Philips’i bayilerinden korusun
Ben Philips ile büyüdüm. Evimizdeki tüm elektronik aletler Philips markalı idi. Bu da bende bu markaya karşı müthiş bir saygı yaratmıştır. Onun için Philips haberleri beni ilgilendirir, Philips’in PSV Eindhoven takımı da...
Bir marka için iki tane olmazsa olmaz, vaat ve güvendir. "Her Cebe Her Eve Philips" de, Philips güvencesinde bir vaat kampanyasıdır: “Philips Fisio 625 Cep telefonu ile Philips Xalio 200 Dect telefonu bir arada 299 milyona!”
Yayıncı arkadaşımız Burak Tezcan eşine bu ürünleri almak için harekete geçmiş. Hikâyenin bundan sonrasını ondan dinleyelim:
“Sabah’da ilanı görünce Mecidiyeköy'e en yakın iki bayiyi aradık. İkisi de ellerinde telefon olmadığını söylediler. Bunun üzerine iş inada bindi. Mecidiyeköy çevresindeki 5 bayiyi aradık. Onlar da Şişli'deki Uğur İletişim gibi, ‘Biz bu kampanyaya dahil değiliz’ dediler. Gayrettepe'deki Global, ‘Ben Philips bayiiyim; Başarı'nın bayii değilim’ dedi. Normsis ‘Elimizde şu an ürün yok ama telefonunuzu bırakırsanız size haber veririz’ dedi. Profilo Alişveriş Merkezi'ndeki iki ayrı bayi (Aker ve Valdan) ‘Ürünler elimizde yok’ diye yanıtladı. Reklam etkili ama sonuç...”
Bu bir müşteri şikayeti değil bir iletişim öğretisi. Bir: İletişime başladın mı, elinde yeterli ürün olacak. İki: Önce bayilerine ‘müşteri ilişkileri yönetimi eğitimi’ vereceksin. Üç: Markandan daha kıymetli hiçbir şeyin olamaz, markana zarar veren bayii bir gün bile tutmayacaksın... Müşterinin marka bağımlılığı şu şarkıya benzer: “Sevdim mi tam severim, sildim mi bir kalemde!”...
Hayal Kahvesi’nden intihar teşebbüsü
İletişim uzmanı arkadaşımız Tüge Tanaydın Hanım anlatıyor: “Bu hafta sonunu uzun zamandır gitmediğimiz Beyoğlu'na ayırdık. Cumartesi günü küçük bir Beyoğlu turu... Akşam yemeği sonrasında Ferhan Şensoy'un Orta Oyuncuları Tiyatrosu'ndaki oyun... Ardından uzun zamandır uğramadığımız Hayal Kahvesi...
“Beyoğlu'ndaki Hayal Kahvesi'nin girişi 10 milyon ve ilk içki ücretsiz. Eşim kapıda ödemeyi yaparken daha önceden adıma gönderilmiş olan tek kişilik özel giriş kartı aklıma geldi. Eşim ödemesini yaparken ben de o sırada kartımı buldum. Kasadaki bayan ‘Bu kart artık geçmiyor’ dedi...
“Nedenini sordum. Bir başka arkadaşını çağırdı. O da karta baktı, ‘Geçmiyor, ama bir dakika!’ diyerek büyük bir olasılıkla bir üst makama danışmaya gitti. Birazdan geldi ve ‘İşletmeler değiştiği için bu kartla giriş yapmanız mümkün değil’ dedi.
“O sırada kendi ödemesini yapan eşim, bir an düşünmeden fişini iade edip parasını geri aldı. Biz de o akşamki Hayal Kahvesi programını Ortaköy'deki Ceneviz Kahvesi'ne kaydırdık.”...
Hiç düşünmeden İletişim fakültesinde ders diye okut... Dünyada ‘müşteri devrimi’ kavramı almış başını gitmiş. Müşteri değeri kurum değerinde birinci sırada. Defolu ya da beğenilmeyen ürün ya da hizmet anında yenisi ile değiştiriliyor ya da parası iade ediliyor. Kendi üretmedikleri ürünleri geri alanları bile duydum... Müşteriye yanlış yapan görevli veya yöneticinin kariyer yapma şansı yok gibi bir şey...
Bir zamanlar İstanbul gençliğine yaşam biçimi, ilham kaynağı olmuş Hayal Kahvesi ise Ortaçağ’a dönmüş sanki... Bu da intiharın ekonomik ve toplumsal olanı...
Farlarınızı yakın, kazaya gelmeyin!
İsveç’de gündüz ya da gece, arabanın kontağını çevirmenizle birlikte farların da yandığını biliyor muydunuz? Ya da AB araştırmalarına göre farların gündüz de yanmasıyla birlikte kazaların %20-25 oranında azaldığını?
Ben de bunları Bridgestone’un 1999’dan bu yana ısrarla yürüttüğü toplumsal sorumluluk kampanyasının yeni ayağı başladığında öğrendim.
Türkiye’de sıfırdan başlamışlar. Farların yanma oranını önce %10’lara, oradan %16’ya kadar çıkarmışlar. Bir süre ara vermişler. Rakam %10’lara düşmüş. Şimdi hedefleri %20...
“Yolun Açık Olsun, Farların da” kampanyası TV’de başladı. Hani o gözlerine far gibi çizgiler çizmiş çocukların oynadığı film. Shell benzincilerinde dağıttıkları posterler, boyama kalemleri ve kitaplardaki Fındık adlı köpek ve ailesi çok daha şirin.
Amaç çocuklar vasıtasıyla anne-babaları etkilemek. Trafik kazalarının azalmasına yardımcı olacaklarına kesin gözüyle bakıyorlar. Brisa ve Bridgestone’a şapka çıkarıyorum...
Hacı Şakir’e buruk teşekkür
Kurumsal itibar için yayınlanmış prestij kitaplarına hayranım. Trilyon verseniz bir daha bir benzerini bulmanız zordur. Bu kez de elimde Rota Yayınları’nın hazırladığı, Hacı Şakir Sabunları’nın çıkardığı “Sabunun Hikâyesi” var.
Olağanüstü bir kalite ve içerik zenginliği. Tebrikler, teşekkürler Hacı Şakir... Rota Yayınları’nın sevimli sahibesi Günseli Ocakoğlu’nu aradım: “Kaç bastınız?”. Cevap çarpıcı:“1000 Türkçe, 500 İngilizce!”
Çok pahalı olduğu her yanından belli olan bu kitabı daha fazla basmak çılgınlık olurdu zaten. Hem de gereksiz... Fakat her zaman dediğimiz gibi, 7’den 77’ye, en zengininden en fakirine, herkesin kullandığı sabun gibi bir ürünün bu muhteşem kitabı, sadece bir avuç insana mı ulaşmalıydı? Birinci hamur kitap kâğıdına çok daha ucuza maledilmiş bir baskı, her markette Hacı Şakir alana bedava verilemez miydi? Onca yılın bir vefa borcu olarak?.. Yazık olmuş... Bu canım kitabı gerçek sahiplerinden esirgememek gerekirmiş...
Shubuo reklamı keşke beni yanıltsa
Turkcell Shubuo ile çok akıllı bir iş yapmış. Ürünlerini bir portal mantığı ile 6 grupta paketlemiş. 150 hizmet ürünü arasında milletin başı dönüyordu. Bunları daha da zenginleştirerek bu kez kullanımı hayli kolay bir yapıya büründürmüş. Deneyimli kadro, deneyimli Genel Müdürleri ile harika bir iş çıkarmışlar. Zaman içinde mükemmel sonuç alacaklarına hiç şüphem yok...
Benim 3 haftadır dile getirdiğim şüphe, ürünle değil iletişim stratejileri ile ilgiliydi. Cam bardağı vinçle kırma yaklaşımlarını, gereğinden fazla para harcamalarını, reklamın mimarisini doğru bulmuyordum. Bu şüphem devam ediyor.
Çocukluğumun starı Erol Büyükburç’u, hafif dalga geçermiş gibi yaklaşılmış olsa da, bu yüksek teknoloji ürünüyle bir türlü buluşturamadım. Reklamlarda hedeflenen kitle ile bu portalin gerçek hedef kitlesinin de uyuşmadığını düşünüyorum. Kampanyanın “Shubuo” dışında hangi kilit mesajı var, onu da çıkaramadım. Hangi duygusal ya da rasyonel fayda anlatılıyor, farketmek zor. Ve nihayet, çevremde reklamda gösterilen hedef kitle grubundan en az 30 kişiye sordum, ne anladınız, diye. Hepsi aynı şeyi söylediler: Hiçbir şey!
Şimdi bütün bunlara rağmen ben yanılmaya hazırım. Yanılabilirim de. Çünkü ürün mükemmel. 6 ay sonra Shubuo’cu dostlar gelip bu kampanyanın ne kadar başarılı olduğunu rakamlarla göstersinler, ben yanıldığımı hemen kabule hazırım...