Kristal Elma öldü. Yaşasın Effie!
05 ARALIK 2004
Son günlerde Peryön’ün 12’inci Ulusal Kongresinde 300 insan kaynakları uzmanına verdiğim konferans dışında iletişim adına beni en çok heyecanlandıran olay hiç şüphesiz Reklamcılar Derneği’nin Effie açıklamasıydı.
Siz deyin 10, ben diyeyim 15 yıldır medyada neredeyse tek başıma bağırıp durdum: “Reklamcılıkta sadece yaratıcılığa ödül vermek yanlıştır! Aslolan yaratıcı değil, reklam vereni hedefine taşıyan doğru reklam yapmaktır!” Bana göre sadece Kristal Elma ödülünü düzenlemek hem müşteriye haksızlık yapmaktı hem de reklam sektörüne hazırlanan gencecik beyinlere. Onların önüne yapılan işin sanat değil, ticari hayatın, iş dünyasının bir parçası olduğunu anlatacak hedef bir türlü konamadı.
Bir dönem kazanılan Elma’larla müşteriye ‘Biz ne kadar yaratıcıyız’ gösterileri yapıldı. Reklam ajansının girişine bol bol Kristal Elma heykelcikleri dizildi.
Şaka gibi... Sanki reklam verene, “Bak senin paranla biz çok yaratıcı işler yaparız. Reklamın konuşturur! Sen malını satmışsın satamamışsın o kadar önemli değil! Reklamın güzel olsun yeter” deniyordu...
Ben bunları söyleyip yazdıkça, yıllardır ayağına bastığım herkes bana kızdı. Reklam sektörünün krizinin bir nedeni yaptıkları harcama üzerinden komisyon almak idiyse, diğer nedeni de bu yaratıcılık işine takılıp kalmalarıydı. Israrla vurguluyordum: Reklamda aslolan ‘yaratıcılık’ değil buluşçuluktur ve reklam vereni ticari hedefine taşımaktır. Bunun ödüllendirilmesi gerekir!
Şimdi Reklamcılar Derneği müthiş bir iş yapıyor ve ilk kez 1968 yılında Amerika Pazarlama Derneği (AMA) tarafından düzenlenmiş olan Effie’yi Türkiye’ye getiriyor. Günlerce ayakta alkışlayabilirim onları. Çünkü bu ödül ülkemizde her şeyi değiştirecek. Reklam anlayışını, müşterinin reklamcılara bakışını, iletişim fakültelerinin eğitim sistemini... Her şeyi... Neden mi? Burada sözü Reklamcılar Derneği’ne bırakayım. Onlar her şeyi anlatmışlar:
“Reklamcılar Derneği, 2003 yılında Amerika Pazarlama Derneği’ne (AMA) başvurarak, Effie Yarışması’nın Türkiye temsilciliğini aldı.
Effie Türkiye Reklam Etkinliği Yarışması, Reklamcılar Derneği ve Reklamverenler Derneği tarafından gerçekleştiriliyor.
Effie reklamın işlevini, pazarlama kaynaklarının etkili ve yararlı kullanımı olarak tanımlıyor, destekliyor. Reklamı, pazarlama hedeflerine ulaşmadaki yardım gücü ve rolüyle değerlendiriyor.
Effie’nin amacı; ticari etkinliği yüksek, sonuç getiren kampanyaları seçerek ödüllendirmek. Katılan kampanyaların stratejik planlama, pazar araştırması, yaratıcılık, medya ve iş yönetimi disiplinlerini başarıyla birleştirmiş olmaları gerekiyor.
Effie jürisi reklamveren, reklam ajansı, araştırma, halkla ilişkiler, medya yöneticileriyle akademik görevlilerden oluşuyor.
Reklam yatırımının bölgesel ölçekte de başarılı olabileceğini vurgulamak için ayrıca “Bölgesel Başarı Özel Ödülü” de veriliyor.
Yarışmalara son katılım 31 Ocak 2005’te. Ödül Töreni ise Mart 2005’te.”
Bence Kristal Elma öldü. Yaşasın Effie! Reklamcılar Derneği ve Reklamverenler Derneği bu sektör için ne kadar büyük bir iş yaptıklarını 10 yıl sonra daha net görecekler. Sağ kalırsak biz de göreceğiz...
Kaş yapayım derken göz çıkarmayın
Alkolden pek haz etmem. İçmeden de ‘sarhoş’ olabildiğimden midir; alkol alanlarda gördüğüm ‘sanki o adam gidiyor, başkası geliyor’ durumundan mıdır, aldığım eğitimden midir, bilemiyorum. Ama yemek kültüründen bir nebze anlarım. Benim için yemekte içilecek iki içkiden biri şarapsa diğeri kesinlikle rakıdır. Öteki içkiler ise hamallık...
Fransızlar şaraplarıyla, Ruslar votkalarıyla, Almanlar biralarıyla, İngilizler viskileriyle, Japonlar sakileriyle ülkelerinin markalarına katma değer getirirken, Tekel’in elindeki rakının süklüm püklüm köşesinde oturmasına hep hayıflanmışımdır.
Şimdi bomba gibi bir rakı markası var Türkiye’nin: Efe! Şişe tasarımı harika! Logosu çok çarpıcı... İletişimine gelince aynı övgüleri sıralamak kolay değil.
Geçenlerde tam sayfa bir ilan vermişler. Başlığı şu: “Özür dileriz!”
Tam sayfa kamuoyu duyurularının, Hz. Ali’nin efsanevi kılıcı Zülfikâr gibi ucu iki çatallı, bu nedenle çok riskli olduğunu burada birkaç kez yazdım. Duyuruda, ‘Özür dileriz’ başlığını görünce, “Eyvah!” dedim, “Rakı kazanının içine bir şey düşmüş herhalde. Kendi krizlerini kendileri şişiriyorlar”... Hayır öyle değilmiş. Çok talep varmış Efe’ye. Bazı yerlerde bulunamıyormuş. Onun için Türk halkından özür diliyorlarmış... Bizim halkımız iletişimde, öyle ‘kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!’ numaralarını, iki anlama da çekilebilen yaklaşımları anlamıyor. Eğer bu duyuru, milletin aklında ‘Efe rakısı halktan özür diledi’ şeklinde kalmadıysa, ben de bu işi bilmiyorum.
Bir de geçen hafta Murat Sabuncu’nun yazdığı bir uygulama var ki, o da başka bir Zülfikâr... Efe olayının altına imza atanlardan Ekrem Demirtaş Sabuncu’ya demiş ki: “Türkiye'deki Efe Rakı satan tüm lokanta ve barlardaki garsonların üniversitede okuyan çocuklarına aylık 100 milyon lira burs veriyoruz.” Akıllıca iş. Fakat iki sakıncası var: Bir, bu işi garsonların üyesi oldukları bir sivil toplum örgütü üzerinden yapmazsanız; iki, bunu açıkça ilan etmezseniz; iyi niyetiniz ve akıllı pazarlama taktiğiniz, birden rüşvet ve haksız rekabet olarak algılanabilir. Efe iyi bir çizgi yakaladı. Markayı yönetmek yaratmaktan zordur. Efe iletişimi biraz daha özen istiyor sanki.
İlki zor, devamı şart...
Geçen hafta şirkette RESFEST Dijital Film Festivali’nin duyurusu için özenle hazırlanmış bir basın dosyası dikkatimi çekti. Projenin iletişim sponsorluğunu reklam ajansı TBWA üstlenmiş. Dosya içinde yer alan diğer sponsor Tekofaks Panasonic’in patronu Ayhan Bermek’in mektubu hayli öğretici:
“İlklere imza atanların, rüştlerini ispat edene kadar destek bulmalarının oldukça zor olduğunu anımsadım. Türkiye’ye faksı ilk getiren firma olarak “ilk olmanın“ ne denli zor olduğunu yaşadığım 80’li yıllar aklıma geldi. Bu duyguyla Tekofaks Panasonic olarak dünyayı gezen ilk film festivali Resfest’e ana sponsor olmaya karar verdik. Dijital dünyayla uyum, ürünleri değil bu ürünler aracılığıyla yapılan üretimleri ön plana çıkararak mümkün. İşte bu sorumluluk duygusu ile herkesin aklında yeni pencereler açan, dinamik, yaratıcı ve her şeyden önemlisi çok genç olan bu festivale ilk yılında sponsor olmak, bu genç ekibin yanında olmak istedik.”
Birçok sponsorluk projeleri ilk yıllarında büyük finansal zorluk çekerler. Oysa, genç projelerde yer almanın, maliyeti daha düşük, etkisi daha yüksek, markaya kattığı değer daha büyüktür. Yeter ki sürekli olsun.
Her sene altı kıtada otuzu aşkın şehirde düzenlenen ve dünyayı gezen ilk film festivali Resfest’e ilk yılında sponsor olan TBWA ve Tekofaks’ı kutluyorum. Aynı performansı onlardan gelecek yıl da bekliyoruz. 10-12 Aralık’da Yeni Melek Gösteri Merkezi’nde, 60 YTL’ye tüm filmleri izlemek mümkün. Tek bölüm ise sadece 10 YTL. Öğrencilere indirim de varmış...
Benim favorim Anne Sütü kampanyası
Hani bazı iletişim uzmanı arkadaşlar zaman zaman “Halkla ilişkiler çalışmaları ölçülemez” buyururlar ya. İşte size tokat gibi bir yanıt. Önce bundan bir yıl öncesine gidelim. Ekim ve Kasım aylarında 3 tane yazı yazmışım. Berna Laçin ile Hülya Koçyiğit’in herhangi bir ücret almadan rol aldıkları “İlk 6 ay sadece anne sütü” adı verilen kampanyayı çok doğru bulduğumdan fakat doğru dürüst duyurulmadığından söz etmişim.
Sağlık Bakanlığı, UNICEF ve Coca-Cola’dan Turkuaz’cılar da gönderdikleri yanıtlarla durumu aydınlatmışlar. Pilot bölge olarak seçtikleri İstanbul ve Diyarbakır’da 40 bin aileye yüzyüze ulaşmayı hedeflediklerinden söz etmişler. Ben de şöyle bir not düşmüşüm o tarihte: “Hele Bakanlık, nefis hazırlanmış posterler, emzirme video klipleri, emzirme ile ilgili çok güzel çizimler içeren bir kitapçık, ‘Başarılı emzirmede 10 öneri’, ‘Emzirmek için 1001 neden” gibi geniş kapsamlı metinler de eklemeyi ihmal etmemiş. O kadar ikna oldum ki, anne olabilseydim herhalde çocuğumu, kızsa evlenene, erkekse askere gidene kadar emzirirdim...”
Aradan bir yıl geçti ve bu kampanyanın üç tarafı, Bakanlık, UNICEF ve Coca-Cola bir basın toplantısı ile sonuçları bu hafta açıkladılar. (Cuma günkü Sabah 1 ve 4. Sayfa) Sonuç müthiş. 1988 yılında binde 77.7 olan çocuk ölümü, binde 29’a gerilemiş. Anne sütü ile beslenme oranı ise 1998’de yüzde 9.4 iken yüzde 27.3 düzeyine çıkmış. Bu tür çalışmaları 168 ülkede yürüttüklerini söyleyen UNICEF yetkilileri Türkiye’nin bu alanda en başarılı ülkelerden biri olduğunu belirtmiş.
Türkiye Halkla İlişkiler Derneği’nin (HİD) bu yılki Altın Pusula ödülü için benim adayım hiç şüphesiz bu proje. Bu arada hatırlatalım. Başvuru süresi uzatılmış. Birkaç gün daha var. Bu ve benzer projelerin mutlaka Altın Pusula’ya katılmaları şart. Hem kendilerini biraz daha duyurmak için, hem de bir şeyler öğrenmek adına...
Kısa...Kısa...Kısa...
· Rafineri reklam ajansı ödül avcılığına devam ediyor. Gecen yaz çuval ilanı ile Cannes Reklam Festivali’nde, 10 bin reklam arasından, alkolsüz içecekler kategorisinin tek Cannes Aslaı'nı kazanmışlardı. Şimdi de dünyanın belki de en önemli ve prestijli yarışması olan Epica'da bu kez kampanya olarak, Cafe Del Mondo ile Altın buldular. Kutluyorum.
· Okurlarımızdan Mustafa Taha yazmış: “Beşiktaş'ın İstanbul'daki her maçına gidiyorum. İnönü'de dev bir scoreboard var. Maç içerisinde scoreboard işlevini yapıyor. Ekranda devamlı NTV ve CNBC-E tanıtımları dönüp duruyor. Ama öyle böyle değil. Herhalde aynı dizilerin ve programların tanıtımını yaklaşık abartısız 50 kere seyretmiş oluyorsunuz. Elinde böyle koca bir ekran var. Hazır 30 bin kişide varken neden Beşiktaş TV'nin (bu sezon sadece 1 kere GS maçında yayın yapıldı) yayınını veya NTV'nin İngiltere veya Alman liginden verdiği maçları yayınlamadıklarını anlamış değilim. Eldeki koskoca bir olanağı kullanmaktan yoksun oluyorlar.” Taha Bey önerinizi dikkate alacaklardır. Ayrıca orası mükemmel bir reklam alanı olarak da işe yarayabilir... Fakat Beşiktaş’ın şu sır auğraştığı başka bir dolu iş var...
· T-box’dan bu sayfada arada sırada söz ederiz. Bizce son yıllarda Türkiye’de uygulanmış en başarılı, en ekonomik marka yaratma çalışmalarından biridir. Onlarla ilgili bilgi almaya çalışırken internette bir web sitesine rastladım. T-box prezervatifleriyle ilgili. Girin bir bakın: http://www.rafineri.net/test/game.t-box.com.tr Bir oyun bu. Daha çok erişkinler için. Ama gençlere de iyi ders veriyor. Bu sayfayı hazırlayan Trafo’yu kutluyorum.
· Doritos genellikle iletişimini iyi yönetir. Çalıştıkları halkla ilişkiler ajansı Idea da işini çok iyi biliyor. Yeni ürünü tattırmak için çok şirin bir kutu içinde hem cips yollamış hem de sosundan. Şirkette herkese test yaptırdım. Bayıldılar. ‘Çift taraflı simetrik’ iletişim dediğimiz işte bu. Ya da basını adam yerine koymak... Ürün beğenilmemiş olsaydı bile ‘iyi duygular’ besleyecektik Doritos Dippas için.
Siz deyin 10, ben diyeyim 15 yıldır medyada neredeyse tek başıma bağırıp durdum: “Reklamcılıkta sadece yaratıcılığa ödül vermek yanlıştır! Aslolan yaratıcı değil, reklam vereni hedefine taşıyan doğru reklam yapmaktır!” Bana göre sadece Kristal Elma ödülünü düzenlemek hem müşteriye haksızlık yapmaktı hem de reklam sektörüne hazırlanan gencecik beyinlere. Onların önüne yapılan işin sanat değil, ticari hayatın, iş dünyasının bir parçası olduğunu anlatacak hedef bir türlü konamadı.
Bir dönem kazanılan Elma’larla müşteriye ‘Biz ne kadar yaratıcıyız’ gösterileri yapıldı. Reklam ajansının girişine bol bol Kristal Elma heykelcikleri dizildi.
Şaka gibi... Sanki reklam verene, “Bak senin paranla biz çok yaratıcı işler yaparız. Reklamın konuşturur! Sen malını satmışsın satamamışsın o kadar önemli değil! Reklamın güzel olsun yeter” deniyordu...
Ben bunları söyleyip yazdıkça, yıllardır ayağına bastığım herkes bana kızdı. Reklam sektörünün krizinin bir nedeni yaptıkları harcama üzerinden komisyon almak idiyse, diğer nedeni de bu yaratıcılık işine takılıp kalmalarıydı. Israrla vurguluyordum: Reklamda aslolan ‘yaratıcılık’ değil buluşçuluktur ve reklam vereni ticari hedefine taşımaktır. Bunun ödüllendirilmesi gerekir!
Şimdi Reklamcılar Derneği müthiş bir iş yapıyor ve ilk kez 1968 yılında Amerika Pazarlama Derneği (AMA) tarafından düzenlenmiş olan Effie’yi Türkiye’ye getiriyor. Günlerce ayakta alkışlayabilirim onları. Çünkü bu ödül ülkemizde her şeyi değiştirecek. Reklam anlayışını, müşterinin reklamcılara bakışını, iletişim fakültelerinin eğitim sistemini... Her şeyi... Neden mi? Burada sözü Reklamcılar Derneği’ne bırakayım. Onlar her şeyi anlatmışlar:
“Reklamcılar Derneği, 2003 yılında Amerika Pazarlama Derneği’ne (AMA) başvurarak, Effie Yarışması’nın Türkiye temsilciliğini aldı.
Effie Türkiye Reklam Etkinliği Yarışması, Reklamcılar Derneği ve Reklamverenler Derneği tarafından gerçekleştiriliyor.
Effie reklamın işlevini, pazarlama kaynaklarının etkili ve yararlı kullanımı olarak tanımlıyor, destekliyor. Reklamı, pazarlama hedeflerine ulaşmadaki yardım gücü ve rolüyle değerlendiriyor.
Effie’nin amacı; ticari etkinliği yüksek, sonuç getiren kampanyaları seçerek ödüllendirmek. Katılan kampanyaların stratejik planlama, pazar araştırması, yaratıcılık, medya ve iş yönetimi disiplinlerini başarıyla birleştirmiş olmaları gerekiyor.
Effie jürisi reklamveren, reklam ajansı, araştırma, halkla ilişkiler, medya yöneticileriyle akademik görevlilerden oluşuyor.
Reklam yatırımının bölgesel ölçekte de başarılı olabileceğini vurgulamak için ayrıca “Bölgesel Başarı Özel Ödülü” de veriliyor.
Yarışmalara son katılım 31 Ocak 2005’te. Ödül Töreni ise Mart 2005’te.”
Bence Kristal Elma öldü. Yaşasın Effie! Reklamcılar Derneği ve Reklamverenler Derneği bu sektör için ne kadar büyük bir iş yaptıklarını 10 yıl sonra daha net görecekler. Sağ kalırsak biz de göreceğiz...
Kaş yapayım derken göz çıkarmayın
Alkolden pek haz etmem. İçmeden de ‘sarhoş’ olabildiğimden midir; alkol alanlarda gördüğüm ‘sanki o adam gidiyor, başkası geliyor’ durumundan mıdır, aldığım eğitimden midir, bilemiyorum. Ama yemek kültüründen bir nebze anlarım. Benim için yemekte içilecek iki içkiden biri şarapsa diğeri kesinlikle rakıdır. Öteki içkiler ise hamallık...
Fransızlar şaraplarıyla, Ruslar votkalarıyla, Almanlar biralarıyla, İngilizler viskileriyle, Japonlar sakileriyle ülkelerinin markalarına katma değer getirirken, Tekel’in elindeki rakının süklüm püklüm köşesinde oturmasına hep hayıflanmışımdır.
Şimdi bomba gibi bir rakı markası var Türkiye’nin: Efe! Şişe tasarımı harika! Logosu çok çarpıcı... İletişimine gelince aynı övgüleri sıralamak kolay değil.
Geçenlerde tam sayfa bir ilan vermişler. Başlığı şu: “Özür dileriz!”
Tam sayfa kamuoyu duyurularının, Hz. Ali’nin efsanevi kılıcı Zülfikâr gibi ucu iki çatallı, bu nedenle çok riskli olduğunu burada birkaç kez yazdım. Duyuruda, ‘Özür dileriz’ başlığını görünce, “Eyvah!” dedim, “Rakı kazanının içine bir şey düşmüş herhalde. Kendi krizlerini kendileri şişiriyorlar”... Hayır öyle değilmiş. Çok talep varmış Efe’ye. Bazı yerlerde bulunamıyormuş. Onun için Türk halkından özür diliyorlarmış... Bizim halkımız iletişimde, öyle ‘kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!’ numaralarını, iki anlama da çekilebilen yaklaşımları anlamıyor. Eğer bu duyuru, milletin aklında ‘Efe rakısı halktan özür diledi’ şeklinde kalmadıysa, ben de bu işi bilmiyorum.
Bir de geçen hafta Murat Sabuncu’nun yazdığı bir uygulama var ki, o da başka bir Zülfikâr... Efe olayının altına imza atanlardan Ekrem Demirtaş Sabuncu’ya demiş ki: “Türkiye'deki Efe Rakı satan tüm lokanta ve barlardaki garsonların üniversitede okuyan çocuklarına aylık 100 milyon lira burs veriyoruz.” Akıllıca iş. Fakat iki sakıncası var: Bir, bu işi garsonların üyesi oldukları bir sivil toplum örgütü üzerinden yapmazsanız; iki, bunu açıkça ilan etmezseniz; iyi niyetiniz ve akıllı pazarlama taktiğiniz, birden rüşvet ve haksız rekabet olarak algılanabilir. Efe iyi bir çizgi yakaladı. Markayı yönetmek yaratmaktan zordur. Efe iletişimi biraz daha özen istiyor sanki.
İlki zor, devamı şart...
Geçen hafta şirkette RESFEST Dijital Film Festivali’nin duyurusu için özenle hazırlanmış bir basın dosyası dikkatimi çekti. Projenin iletişim sponsorluğunu reklam ajansı TBWA üstlenmiş. Dosya içinde yer alan diğer sponsor Tekofaks Panasonic’in patronu Ayhan Bermek’in mektubu hayli öğretici:
“İlklere imza atanların, rüştlerini ispat edene kadar destek bulmalarının oldukça zor olduğunu anımsadım. Türkiye’ye faksı ilk getiren firma olarak “ilk olmanın“ ne denli zor olduğunu yaşadığım 80’li yıllar aklıma geldi. Bu duyguyla Tekofaks Panasonic olarak dünyayı gezen ilk film festivali Resfest’e ana sponsor olmaya karar verdik. Dijital dünyayla uyum, ürünleri değil bu ürünler aracılığıyla yapılan üretimleri ön plana çıkararak mümkün. İşte bu sorumluluk duygusu ile herkesin aklında yeni pencereler açan, dinamik, yaratıcı ve her şeyden önemlisi çok genç olan bu festivale ilk yılında sponsor olmak, bu genç ekibin yanında olmak istedik.”
Birçok sponsorluk projeleri ilk yıllarında büyük finansal zorluk çekerler. Oysa, genç projelerde yer almanın, maliyeti daha düşük, etkisi daha yüksek, markaya kattığı değer daha büyüktür. Yeter ki sürekli olsun.
Her sene altı kıtada otuzu aşkın şehirde düzenlenen ve dünyayı gezen ilk film festivali Resfest’e ilk yılında sponsor olan TBWA ve Tekofaks’ı kutluyorum. Aynı performansı onlardan gelecek yıl da bekliyoruz. 10-12 Aralık’da Yeni Melek Gösteri Merkezi’nde, 60 YTL’ye tüm filmleri izlemek mümkün. Tek bölüm ise sadece 10 YTL. Öğrencilere indirim de varmış...
Benim favorim Anne Sütü kampanyası
Hani bazı iletişim uzmanı arkadaşlar zaman zaman “Halkla ilişkiler çalışmaları ölçülemez” buyururlar ya. İşte size tokat gibi bir yanıt. Önce bundan bir yıl öncesine gidelim. Ekim ve Kasım aylarında 3 tane yazı yazmışım. Berna Laçin ile Hülya Koçyiğit’in herhangi bir ücret almadan rol aldıkları “İlk 6 ay sadece anne sütü” adı verilen kampanyayı çok doğru bulduğumdan fakat doğru dürüst duyurulmadığından söz etmişim.
Sağlık Bakanlığı, UNICEF ve Coca-Cola’dan Turkuaz’cılar da gönderdikleri yanıtlarla durumu aydınlatmışlar. Pilot bölge olarak seçtikleri İstanbul ve Diyarbakır’da 40 bin aileye yüzyüze ulaşmayı hedeflediklerinden söz etmişler. Ben de şöyle bir not düşmüşüm o tarihte: “Hele Bakanlık, nefis hazırlanmış posterler, emzirme video klipleri, emzirme ile ilgili çok güzel çizimler içeren bir kitapçık, ‘Başarılı emzirmede 10 öneri’, ‘Emzirmek için 1001 neden” gibi geniş kapsamlı metinler de eklemeyi ihmal etmemiş. O kadar ikna oldum ki, anne olabilseydim herhalde çocuğumu, kızsa evlenene, erkekse askere gidene kadar emzirirdim...”
Aradan bir yıl geçti ve bu kampanyanın üç tarafı, Bakanlık, UNICEF ve Coca-Cola bir basın toplantısı ile sonuçları bu hafta açıkladılar. (Cuma günkü Sabah 1 ve 4. Sayfa) Sonuç müthiş. 1988 yılında binde 77.7 olan çocuk ölümü, binde 29’a gerilemiş. Anne sütü ile beslenme oranı ise 1998’de yüzde 9.4 iken yüzde 27.3 düzeyine çıkmış. Bu tür çalışmaları 168 ülkede yürüttüklerini söyleyen UNICEF yetkilileri Türkiye’nin bu alanda en başarılı ülkelerden biri olduğunu belirtmiş.
Türkiye Halkla İlişkiler Derneği’nin (HİD) bu yılki Altın Pusula ödülü için benim adayım hiç şüphesiz bu proje. Bu arada hatırlatalım. Başvuru süresi uzatılmış. Birkaç gün daha var. Bu ve benzer projelerin mutlaka Altın Pusula’ya katılmaları şart. Hem kendilerini biraz daha duyurmak için, hem de bir şeyler öğrenmek adına...
Kısa...Kısa...Kısa...
· Rafineri reklam ajansı ödül avcılığına devam ediyor. Gecen yaz çuval ilanı ile Cannes Reklam Festivali’nde, 10 bin reklam arasından, alkolsüz içecekler kategorisinin tek Cannes Aslaı'nı kazanmışlardı. Şimdi de dünyanın belki de en önemli ve prestijli yarışması olan Epica'da bu kez kampanya olarak, Cafe Del Mondo ile Altın buldular. Kutluyorum.
· Okurlarımızdan Mustafa Taha yazmış: “Beşiktaş'ın İstanbul'daki her maçına gidiyorum. İnönü'de dev bir scoreboard var. Maç içerisinde scoreboard işlevini yapıyor. Ekranda devamlı NTV ve CNBC-E tanıtımları dönüp duruyor. Ama öyle böyle değil. Herhalde aynı dizilerin ve programların tanıtımını yaklaşık abartısız 50 kere seyretmiş oluyorsunuz. Elinde böyle koca bir ekran var. Hazır 30 bin kişide varken neden Beşiktaş TV'nin (bu sezon sadece 1 kere GS maçında yayın yapıldı) yayınını veya NTV'nin İngiltere veya Alman liginden verdiği maçları yayınlamadıklarını anlamış değilim. Eldeki koskoca bir olanağı kullanmaktan yoksun oluyorlar.” Taha Bey önerinizi dikkate alacaklardır. Ayrıca orası mükemmel bir reklam alanı olarak da işe yarayabilir... Fakat Beşiktaş’ın şu sır auğraştığı başka bir dolu iş var...
· T-box’dan bu sayfada arada sırada söz ederiz. Bizce son yıllarda Türkiye’de uygulanmış en başarılı, en ekonomik marka yaratma çalışmalarından biridir. Onlarla ilgili bilgi almaya çalışırken internette bir web sitesine rastladım. T-box prezervatifleriyle ilgili. Girin bir bakın: http://www.rafineri.net/test/game.t-box.com.tr Bir oyun bu. Daha çok erişkinler için. Ama gençlere de iyi ders veriyor. Bu sayfayı hazırlayan Trafo’yu kutluyorum.
· Doritos genellikle iletişimini iyi yönetir. Çalıştıkları halkla ilişkiler ajansı Idea da işini çok iyi biliyor. Yeni ürünü tattırmak için çok şirin bir kutu içinde hem cips yollamış hem de sosundan. Şirkette herkese test yaptırdım. Bayıldılar. ‘Çift taraflı simetrik’ iletişim dediğimiz işte bu. Ya da basını adam yerine koymak... Ürün beğenilmemiş olsaydı bile ‘iyi duygular’ besleyecektik Doritos Dippas için.