Kurtlar onlardan sorulur
30 OCAK 2012
Bu diziyi yapmak da zaten TRT’ye yakışırdı. Büyük Türk romancısı Kemal Tahir’in bir başka eserinden uyarlanan Halit Refiğ üstadın devlete olan saygısının bir nişanesi olarak aklı ve gönlüyle ekrana aktardığı Yorgun Savaşçı’nın yakılmasının vebalinden bir nebze olsun kurtulma yollarından biri olabilir… Kurt Kanunu haftaya Salı günü TRT’de başlıyor…
Kurt Kanunu’nu beyaz perdeye 1991’de rahmetli Ersin Pertan aktarmıştı. Çok dürüst bir yapımdı. Ani Pertan’ın nefis art direktörlüğü ve esere sadakati unutulur gibi değildi.
Şimdi Kurt Kanunu Panafilm imzası ile geliyor. Kurtlar Vadisi ilk günden beri dikkat ve hayranlıkla izlediğim bir TV yapımıydı. Bu kez yapımcı sandalyesinde Bahadır Özdener var. Onun adı da önemli bir garanti belgesidir. Ancak eminim her zamanki gibi bir ekip çalışması vardır bu dev projenin arkasında. Kurt’lar Pana’dan sorulur çünkü… TRT, Panafilm, Kemal Tahir ve fragmanlar çok umut verici. Resmi tarih tezinin sınırlarını zorlayan bir yaklaşımı ne kadar tartışmaya hazırız, göreceğiz. Tahir’in bir önceki eserinde sınıfta kalmıştık çünkü…
Leonard Cohen’in ‘blues’ izni…
Tevazu, kibir ve liyakat gibi kavramlar, insanın aklına günün her saati değil ancak vesile ile gelir… Yarın piyasa çıkması beklenen Old Ideas adlı yeni albümünün Paris’teki tanıtımında yeni şarkılarında ‘blues tadı’ndan dem vuran gazetecilere Leonard Cohen’in verdiği yanıt iyi bir vesile olabilir mesela…
“Her zaman blues’u sevdim. Her zaman blues’un müzikal yapısını sevdim; fakat her zaman sanki blues söylemeye hakkım yokmuş gibi hissettim. Fakat bir şekilde bu hak tanındı bana. Ve bu biçimi kullanma hakkım olduğunu hissettim ve birkaç şarkı bu şekilde geldi bana. Şimdi blues söyleye iznim var.”
Kulak verin çevrenizdeki şarkıcılara. “Blues mu? Ne var onda yahu! Yeri, zamanı uygunsa neden söylemeyelim…” diyen ne kadar çok gafil bulacaksınız…
Cambazlık, cerrahlık, mühendislik gibi somut beceri gerektiren tüm işler dışında altına giremeyeceğimiz mesleki sorumluluk yoktur. İletişim mi, o da ne ki?.. Film yönetmek, sunuculuk yapmak, CEO’luk falan hikâye… Bu işleri yapmıyorsak, koşullar bizden yana olmadığı içindir; yoksa üstesinden gelemeyeceğimiz, layık olmadığımız uğraş yoktur…
Aslında soru çok açık. “Biraz açar mısınız?” ya da “Nasıl yani?” gibi zaman ve zemin kazandırdığı sanılan ilave ‘ebleh’ soruları kaldırmayacak kadar açık. İşimize layık olduğumuzu hissediyor muyuz? O işi yapmaya hakkımız var mı? Ehliyetimiz var mı?
Yaptığı işe layık olduklarını düşünenler de düşünmeyenler de kendi gerçekliklerini kendilerine saklayıp, cevaplarını kendi iç seslerinde diledikleri gibi verebilirler. Sesli olarak ifade ettiklerinde, örneğin ‘işime layığım’ ya da ‘işime layık değilim’ dediklerinde, tevazu ve kibir sarkacının neresinde durduklarını kestirmek zor değildir.
“Tevazu, bizim toplumun pin kodudur” demişti Cem Yılmaz.
“Fazla mütevazı olma, gerçek sanırlar” ya da “Fazla mütevazılık kibirdendir” gibi özlü deyişler de bize has kültürel gerçeklerin ters köşeye yatırılmış ifadeleri değil mi?
Bir işe ‘layık’ olmak, olabilmek çok büyük emek ve özverilerle mümkün... Yokluktan, zorluklardan çıkıp var edebilmeyi başarmış insanın yaşadıklarını unutması mümkün mü? Kimbilir kaç yüz tane ‘kibirli’ ya da ‘kerameti kendinden menkul’ insan tanıyıp, onlarla baş etmek zorunda kalmıştır…
Eğer yaşadığı zorluklar sırasında irfandan biraz olsun nasibini almamışsa, hayattan sadece ‘varlık olmayı’ çekip almış demektir, ‘var olmayı’ değil.
Kendilerini yaptıkları işe layık görmeyenleri de, fazlasıyla layık görenleri de ‘okuyabilmek’ gerektiğini düşündürttü bana Leonard Cohen... Malum, aşağılık ya da üstünlük komplekslerimizin kaynağı aynı.
Kurt Kanunu’nu beyaz perdeye 1991’de rahmetli Ersin Pertan aktarmıştı. Çok dürüst bir yapımdı. Ani Pertan’ın nefis art direktörlüğü ve esere sadakati unutulur gibi değildi.
Şimdi Kurt Kanunu Panafilm imzası ile geliyor. Kurtlar Vadisi ilk günden beri dikkat ve hayranlıkla izlediğim bir TV yapımıydı. Bu kez yapımcı sandalyesinde Bahadır Özdener var. Onun adı da önemli bir garanti belgesidir. Ancak eminim her zamanki gibi bir ekip çalışması vardır bu dev projenin arkasında. Kurt’lar Pana’dan sorulur çünkü… TRT, Panafilm, Kemal Tahir ve fragmanlar çok umut verici. Resmi tarih tezinin sınırlarını zorlayan bir yaklaşımı ne kadar tartışmaya hazırız, göreceğiz. Tahir’in bir önceki eserinde sınıfta kalmıştık çünkü…
Leonard Cohen’in ‘blues’ izni…
Tevazu, kibir ve liyakat gibi kavramlar, insanın aklına günün her saati değil ancak vesile ile gelir… Yarın piyasa çıkması beklenen Old Ideas adlı yeni albümünün Paris’teki tanıtımında yeni şarkılarında ‘blues tadı’ndan dem vuran gazetecilere Leonard Cohen’in verdiği yanıt iyi bir vesile olabilir mesela…
“Her zaman blues’u sevdim. Her zaman blues’un müzikal yapısını sevdim; fakat her zaman sanki blues söylemeye hakkım yokmuş gibi hissettim. Fakat bir şekilde bu hak tanındı bana. Ve bu biçimi kullanma hakkım olduğunu hissettim ve birkaç şarkı bu şekilde geldi bana. Şimdi blues söyleye iznim var.”
Kulak verin çevrenizdeki şarkıcılara. “Blues mu? Ne var onda yahu! Yeri, zamanı uygunsa neden söylemeyelim…” diyen ne kadar çok gafil bulacaksınız…
Cambazlık, cerrahlık, mühendislik gibi somut beceri gerektiren tüm işler dışında altına giremeyeceğimiz mesleki sorumluluk yoktur. İletişim mi, o da ne ki?.. Film yönetmek, sunuculuk yapmak, CEO’luk falan hikâye… Bu işleri yapmıyorsak, koşullar bizden yana olmadığı içindir; yoksa üstesinden gelemeyeceğimiz, layık olmadığımız uğraş yoktur…
Aslında soru çok açık. “Biraz açar mısınız?” ya da “Nasıl yani?” gibi zaman ve zemin kazandırdığı sanılan ilave ‘ebleh’ soruları kaldırmayacak kadar açık. İşimize layık olduğumuzu hissediyor muyuz? O işi yapmaya hakkımız var mı? Ehliyetimiz var mı?
Yaptığı işe layık olduklarını düşünenler de düşünmeyenler de kendi gerçekliklerini kendilerine saklayıp, cevaplarını kendi iç seslerinde diledikleri gibi verebilirler. Sesli olarak ifade ettiklerinde, örneğin ‘işime layığım’ ya da ‘işime layık değilim’ dediklerinde, tevazu ve kibir sarkacının neresinde durduklarını kestirmek zor değildir.
“Tevazu, bizim toplumun pin kodudur” demişti Cem Yılmaz.
“Fazla mütevazı olma, gerçek sanırlar” ya da “Fazla mütevazılık kibirdendir” gibi özlü deyişler de bize has kültürel gerçeklerin ters köşeye yatırılmış ifadeleri değil mi?
Bir işe ‘layık’ olmak, olabilmek çok büyük emek ve özverilerle mümkün... Yokluktan, zorluklardan çıkıp var edebilmeyi başarmış insanın yaşadıklarını unutması mümkün mü? Kimbilir kaç yüz tane ‘kibirli’ ya da ‘kerameti kendinden menkul’ insan tanıyıp, onlarla baş etmek zorunda kalmıştır…
Eğer yaşadığı zorluklar sırasında irfandan biraz olsun nasibini almamışsa, hayattan sadece ‘varlık olmayı’ çekip almış demektir, ‘var olmayı’ değil.
Kendilerini yaptıkları işe layık görmeyenleri de, fazlasıyla layık görenleri de ‘okuyabilmek’ gerektiğini düşündürttü bana Leonard Cohen... Malum, aşağılık ya da üstünlük komplekslerimizin kaynağı aynı.