Kusur kadı kızında olur CHP’de olamaz!
27 ARALIK 2010
Cumhuriyet Halk Partisi Okyanusu geçti sayılır… ‘Seine’ ya da ‘Thames’ nehrinde de boğulmazsa, yolu açık… Partinin önünü tıkayan, her türden yenileşimciliğe kapalı, statükocu yönetimle yolların ayrılması hayra alamet. Son Kurultay’da bu durum perçinlendi. Şu anki 16 Genel Başkan Yardımcısı da belli ki yeniliklere açık kadrolardan seçilmiş…
“E, tamam işte. Hâlâ ne o, Seine nehrinde boğulma endişesi?..”
İşin fikriyat yanındaki değişim de aynı cesaretle ele alınmadıkça, Seine nehrinde boğulma tehlikesi sürecektir.
Başkan yardımcılarından ikisinin görevleri ile ilgili getirilmiş tanım, endişemi artırmaya devam ediyor: Erdoğan Toprak Bey, Tanıtım, Basın ve Propaganda’dan sorumlu Başkan Yardımcısı… Bir de Alaattin Yüksel Bey var… Onun görevi ne?.. Halkla İlişkiler’den sorumlu Başkan Yardımcısı…
Acaba Alaattin Bey’in sorumluluk alanını belirlerken iddialı kebapçıların ve restoranların kapısında bekleyen, rezervasyon yapıp, insanları masalarına yerleştiren ve kartvizitlerinde “Halkla İlişkiler Müdürü” yazan hanımefendileri mi örnek aldılar?.. Yoksa Alaattin Bey’e bir Başkan Yardımcılığı koltuğu ayarlamak gerekti de onun için mi “zararsız” buldukları bu unvanı seçtiler?..
Erdoğan Bey’e neden ‘İletişimden Sorumlu’ dememişler de Goebels’i çağrıştıran Propoganda sözcüğünü kullanmışlar acaba?.. (Hoş Ankara’da o kelime ‘Propağanda’ diye telaffuz ediliyor ve kendisine başka bir anlam yükleniyor olabilir…) Bir de tabii hangi mantıkla ‘Halkla İlişkiler’i ‘Tanıtım, Basın ve Propaganda’nın içinde görmüyorlar, anlaması zor…
“Amma abarttın kardeşim. O kadar kusur kadın kızında da olur!”
Doğru… Kadı kızında olabilir ancak iktidara talip bir partide olmaz…
Türkiye’de bu tür kavramların ‘bilgisi’ ve ‘iş tecrübesi’ tam olarak gelişmediğinden durmadan karıştırılırlar. Farklarının farkına varılmaz, farklarının altını çizmek isteyenler ise huzuru bozdukları için sevilmezler…
İlişki – İletişim, kriz – şikâyet, sevmek – beğenmek, ünlü olmak – marka olmak, propaganda – publicity – PR, turizm tanıtımı – ülke tanıtımı, aydın - entelektüel, tasallut altında olma – bağlılık, devrim – ihtilal vs.
Ne yazık ki günümüzün bilgi toplumunda “uysa da, uymasa da” yaklaşımı pek çalışmaz. O yüzden CHP bir an önce bütün demodeliğini üzerinden atarak toplumun ondan beklentilerine cevap verecek politikaları geliştirmek durumundadır.
“Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir?” baskıda
Bundan önceki kitabı çok daha hızlı yazmıştım. Algılama Yönetimi… Bu sonuncusu çok uğraştırdı… ‘Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir?’ adını verdiğim konferanslar dizisine aslında 4 yıl önce başlamıştım. Kitapta da anlattığım ilk konferansı 2004 Sonbaharı’nda sevgili Suat Soysal’ın ısrarı ile Lütfi Kırdar’da 6. Perakende Günleri sırasında vermek kısmet olmuştu.
Aslında birincisine oranla çok daha kolay okunan bu kitabın beni dört yıl uğraştırmasının iki sebebi vardı: Karmaşık olanı ‘yalınlaştırarak’ sunma çabası ve oradan buradan uydurulmuş metaforlarla değil kendi beceriksizliklerimden yola çıkarak elde ettiğim tecrübelerden bir dünya görüşü ve yaklaşımı ifade edebilme mücadelesi… Bir de tabii ‘öğrenme’ ile ‘eğlenme’ arasında bir çelişki olmadığı düşüncesiyle, keyifle okunacak bir ‘edebiyat dışı eser’ ortaya koyabilme sevdası…
Zor iş anlayacağınız… Hem bakıldığında “Ne var canım ben de yazarım böyle bir şey!” dedirtecek… Hem de yazmaya kalkıldığında tek sayfası bile taklit edilemeyecek… Ne yaman bir talep…
Kitap Remzi Kitabevi tarafından yayımlanıyor. Pazartesi matbaadan gelecekmiş. Çarşamba kitapçılarda olur… Okuyup görüş bildirenlere müteşekkir kalırım…
“E, tamam işte. Hâlâ ne o, Seine nehrinde boğulma endişesi?..”
İşin fikriyat yanındaki değişim de aynı cesaretle ele alınmadıkça, Seine nehrinde boğulma tehlikesi sürecektir.
Başkan yardımcılarından ikisinin görevleri ile ilgili getirilmiş tanım, endişemi artırmaya devam ediyor: Erdoğan Toprak Bey, Tanıtım, Basın ve Propaganda’dan sorumlu Başkan Yardımcısı… Bir de Alaattin Yüksel Bey var… Onun görevi ne?.. Halkla İlişkiler’den sorumlu Başkan Yardımcısı…
Acaba Alaattin Bey’in sorumluluk alanını belirlerken iddialı kebapçıların ve restoranların kapısında bekleyen, rezervasyon yapıp, insanları masalarına yerleştiren ve kartvizitlerinde “Halkla İlişkiler Müdürü” yazan hanımefendileri mi örnek aldılar?.. Yoksa Alaattin Bey’e bir Başkan Yardımcılığı koltuğu ayarlamak gerekti de onun için mi “zararsız” buldukları bu unvanı seçtiler?..
Erdoğan Bey’e neden ‘İletişimden Sorumlu’ dememişler de Goebels’i çağrıştıran Propoganda sözcüğünü kullanmışlar acaba?.. (Hoş Ankara’da o kelime ‘Propağanda’ diye telaffuz ediliyor ve kendisine başka bir anlam yükleniyor olabilir…) Bir de tabii hangi mantıkla ‘Halkla İlişkiler’i ‘Tanıtım, Basın ve Propaganda’nın içinde görmüyorlar, anlaması zor…
“Amma abarttın kardeşim. O kadar kusur kadın kızında da olur!”
Doğru… Kadı kızında olabilir ancak iktidara talip bir partide olmaz…
Türkiye’de bu tür kavramların ‘bilgisi’ ve ‘iş tecrübesi’ tam olarak gelişmediğinden durmadan karıştırılırlar. Farklarının farkına varılmaz, farklarının altını çizmek isteyenler ise huzuru bozdukları için sevilmezler…
İlişki – İletişim, kriz – şikâyet, sevmek – beğenmek, ünlü olmak – marka olmak, propaganda – publicity – PR, turizm tanıtımı – ülke tanıtımı, aydın - entelektüel, tasallut altında olma – bağlılık, devrim – ihtilal vs.
Ne yazık ki günümüzün bilgi toplumunda “uysa da, uymasa da” yaklaşımı pek çalışmaz. O yüzden CHP bir an önce bütün demodeliğini üzerinden atarak toplumun ondan beklentilerine cevap verecek politikaları geliştirmek durumundadır.
“Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir?” baskıda
Bundan önceki kitabı çok daha hızlı yazmıştım. Algılama Yönetimi… Bu sonuncusu çok uğraştırdı… ‘Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir?’ adını verdiğim konferanslar dizisine aslında 4 yıl önce başlamıştım. Kitapta da anlattığım ilk konferansı 2004 Sonbaharı’nda sevgili Suat Soysal’ın ısrarı ile Lütfi Kırdar’da 6. Perakende Günleri sırasında vermek kısmet olmuştu.
Aslında birincisine oranla çok daha kolay okunan bu kitabın beni dört yıl uğraştırmasının iki sebebi vardı: Karmaşık olanı ‘yalınlaştırarak’ sunma çabası ve oradan buradan uydurulmuş metaforlarla değil kendi beceriksizliklerimden yola çıkarak elde ettiğim tecrübelerden bir dünya görüşü ve yaklaşımı ifade edebilme mücadelesi… Bir de tabii ‘öğrenme’ ile ‘eğlenme’ arasında bir çelişki olmadığı düşüncesiyle, keyifle okunacak bir ‘edebiyat dışı eser’ ortaya koyabilme sevdası…
Zor iş anlayacağınız… Hem bakıldığında “Ne var canım ben de yazarım böyle bir şey!” dedirtecek… Hem de yazmaya kalkıldığında tek sayfası bile taklit edilemeyecek… Ne yaman bir talep…
Kitap Remzi Kitabevi tarafından yayımlanıyor. Pazartesi matbaadan gelecekmiş. Çarşamba kitapçılarda olur… Okuyup görüş bildirenlere müteşekkir kalırım…