Kutunun içi kadar dışı da önemlidir
21 EKİM 2006
Jenerik marka olmak kolay iş değildir. Gilette (Jilet) gibi, Nescafe gibi, Orkid gibi, Selpak gibi... Marka yönetiminde en yüksek mertebedir... Jenerik marka durumunu korumak ise, neredeyse onu oluşturmak kadar zordur. Sürekli tetikte olacaksın. Kendini yenileyeceksin. Rekabeti gözden kaçırmayacaksın...
Selpak ile derdim vardı. Kutu tasarımı yüzünden. Arabaya binerim bir bakarım; üzerinde çizgi roman kahramanları bulunan bir kutu... Ya da bayanları hedefleyen desenler... Sinir olurdum. Taktım kafaya. İçine Selpak kutusunun yerleştirilebileceği şık kutular aramaya başladım. Nafile... Sorun çözülmedi yani. Geçen yıl gibi teslim oldum. Aramayı bıraktım...
Bugün postadan kocaman bir Selpak kutusu çıktı... İçinde 10 kadar değişik kutu tasarımı... Bana göre olanlar da var. “Tamam!” dedim, “Benim gibilerinin sesini duymuşlar nihayet! Biraz geç kaldılar; ama kutu üzerindeki görselleri çok güzel tasarlamışlar!”...
“Kardeşim, alt tarafı kağıt mendil. Ne yapacaksın kutusunu?” diyenleri duyar gibiyim. “Biçim mi işlevin peşinden gitmelidir; yoksa işlev mi biçime egemen olmalıdır?” tartışmasında ben işlevcilerden yana değilim... Önce gözüm ruhum tatmin olacak. O yüzden dış cephesi özenli binalar her zaman daha çok heyecan vermiştir bana. Halkımız da öyle düşünür... Eşitler arasında sevdiğini tercih eder... Selpak doğrusunu yapmış yani... Bir de deriden ya da kadife gibi şık bir kumaştan, içlerine yerleştirilmiş olan kağıt mendil kutlarının bittikçe değiştirilebileceği, klasik ama keyifli kutular yaptırsa...
Danone sandviç durumundan sıyırdı
Fransa Parlamentosu’nun aldığı karara karşı Türkiye’deki Fransız şirketlerinin büyük bir kısmı iki arada bir derede kaldılar. Buna “İki cami arasında beynamaz durumu” da denebilir. Kolay iş değil aşağıya tükürseler sakal, yukarıya tükürseler bıyık. Bir an için tam tersini düşünün. TBMM Almanya’yı kızdıracak bir karar taslağını onaylamış. Siz de Almanya’da faaliyet gösteren bir Türk şirketisiniz. Ne yapacaksınız? Bizim TBMM’yi kınasanız, sizi Türkiye’de ipe çekecekler; kınamasanız Almanya’da...
Bu tipik sandviç durumu içinde bocalayan ve/veya abuk sabuk işler yapan Fransız şirketlerinin arasından Danone büyük bir başarı ile farklılaşarak sıyrıldı. Şirket Kasım sonuna kadar sosyal paydaşlarından toplayacağı 23 bin imzayı Fransa’ya iletmeye karar verdi. İmzalanacak metinde şöyle yazıyor: “Fransız Senatosu üyelerine, Fransız Ulusal Meclisi’nin sözde Ermeni soykırımının inkarını suç sayan yasa tasarısını onaylamasının, bu hassas konu hakkında açık ve yapıcı iletişim ortamının sürdürülmesine engel olacağına inanıyoruz. Dolayısıyla siz Fransız Senatosu üyelerini, bu kaygımızı göz önüne alarak, demokrasi ve ifade özgürlüğü değerlerine sadık kalmaya ve ilgili yasayı reddetmeye davet ediyoruz. Danone Türkiye Ailesi.”
Danone son derece demokratik ve etkili bir yol seçmiş. Diğer Fransız şirketleri de etrafta sadece konuşacaklarına bu tür eylemlere yönelseler...
Bu seminer kaçmaz
Dostlarım konusunda son derece sübjektifimdir. Bütün insanlar gibi. Birini seviyor ya da beğeniyorsanız, “Nasıl köfte yapar?” diye sorduklarında, “Şahane!” diye yanıt verebilirsiniz. Köftesini hiç yememiş olsanız da... Kafalarımızda böyle bir algılama filtresi vardır... Pozitif yönde de çalışır negatif yönde de... Birini sevmediniz mi de; o kişi ağzıyla kuş tutsa nafiledir... En iyi yaptığı işi bile beğenmeyebiliriz...
Dücane Cündioğlu da benim için biraz gözü kapalı referans olacağım düşünce adamlarından biridir... Şu sıra yayına hazırladığı ve birincisi piyasaya çıkmış olan Cemil Meriç kitaplarını okuyun, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Verdiğim seminer ve eğitimlerde sık sık karşılaştığım sorudur: “Ne okuyalım hocam? Ne yapalım?” Solculuk yıllarım olsaydı iş kolaydı. George Politzer’in Felsefenin Temel İlkeleri adlı kitabını tavsiye ederdim; olur biterdi. Onu okudunuz mu hayatınız değişiverirdi(!) çünkü. Şimdilerde bu kadar kolay değil işler... Bu nedenle ne okunması gerektiği ile ilgili sübjektif görüşlerimi Algılama Yönetimi adlı kitabın sonunda belirtmeye çalıştım. Şimdi bunlara bir de Cündioğlu’nun Atatürk Kitaplığı’nda verdiği Mantık ve Dilbilim Tartışmaları adlı eğitimini eklemek istiyorum... Dücane Bey’in bu yıl “Metafizik” ana temasına ayırdığı seminerleri 17 Ekim Salı günü başladı. Birinciyi kaçırdınız. İkincisi, 31 Ekim Salı 18.30; sonra 7 ve 14 Kasım... Ayda iki kez olmak üzere Mayıs’a kadar devam edecekmiş...
Bilgili olmakla bilge olmak arasındaki ince geçişi yakalamak istiyorsanız; Cündioğlu’nun etkileşimli konferanslarını kaçırmayın. Giriş ücretsizmiş... Yani, kendiniz için kıymetli bir şey yapmamak adına hiçbir mazeretiniz yok...
Selpak ile derdim vardı. Kutu tasarımı yüzünden. Arabaya binerim bir bakarım; üzerinde çizgi roman kahramanları bulunan bir kutu... Ya da bayanları hedefleyen desenler... Sinir olurdum. Taktım kafaya. İçine Selpak kutusunun yerleştirilebileceği şık kutular aramaya başladım. Nafile... Sorun çözülmedi yani. Geçen yıl gibi teslim oldum. Aramayı bıraktım...
Bugün postadan kocaman bir Selpak kutusu çıktı... İçinde 10 kadar değişik kutu tasarımı... Bana göre olanlar da var. “Tamam!” dedim, “Benim gibilerinin sesini duymuşlar nihayet! Biraz geç kaldılar; ama kutu üzerindeki görselleri çok güzel tasarlamışlar!”...
“Kardeşim, alt tarafı kağıt mendil. Ne yapacaksın kutusunu?” diyenleri duyar gibiyim. “Biçim mi işlevin peşinden gitmelidir; yoksa işlev mi biçime egemen olmalıdır?” tartışmasında ben işlevcilerden yana değilim... Önce gözüm ruhum tatmin olacak. O yüzden dış cephesi özenli binalar her zaman daha çok heyecan vermiştir bana. Halkımız da öyle düşünür... Eşitler arasında sevdiğini tercih eder... Selpak doğrusunu yapmış yani... Bir de deriden ya da kadife gibi şık bir kumaştan, içlerine yerleştirilmiş olan kağıt mendil kutlarının bittikçe değiştirilebileceği, klasik ama keyifli kutular yaptırsa...
Danone sandviç durumundan sıyırdı
Fransa Parlamentosu’nun aldığı karara karşı Türkiye’deki Fransız şirketlerinin büyük bir kısmı iki arada bir derede kaldılar. Buna “İki cami arasında beynamaz durumu” da denebilir. Kolay iş değil aşağıya tükürseler sakal, yukarıya tükürseler bıyık. Bir an için tam tersini düşünün. TBMM Almanya’yı kızdıracak bir karar taslağını onaylamış. Siz de Almanya’da faaliyet gösteren bir Türk şirketisiniz. Ne yapacaksınız? Bizim TBMM’yi kınasanız, sizi Türkiye’de ipe çekecekler; kınamasanız Almanya’da...
Bu tipik sandviç durumu içinde bocalayan ve/veya abuk sabuk işler yapan Fransız şirketlerinin arasından Danone büyük bir başarı ile farklılaşarak sıyrıldı. Şirket Kasım sonuna kadar sosyal paydaşlarından toplayacağı 23 bin imzayı Fransa’ya iletmeye karar verdi. İmzalanacak metinde şöyle yazıyor: “Fransız Senatosu üyelerine, Fransız Ulusal Meclisi’nin sözde Ermeni soykırımının inkarını suç sayan yasa tasarısını onaylamasının, bu hassas konu hakkında açık ve yapıcı iletişim ortamının sürdürülmesine engel olacağına inanıyoruz. Dolayısıyla siz Fransız Senatosu üyelerini, bu kaygımızı göz önüne alarak, demokrasi ve ifade özgürlüğü değerlerine sadık kalmaya ve ilgili yasayı reddetmeye davet ediyoruz. Danone Türkiye Ailesi.”
Danone son derece demokratik ve etkili bir yol seçmiş. Diğer Fransız şirketleri de etrafta sadece konuşacaklarına bu tür eylemlere yönelseler...
Bu seminer kaçmaz
Dostlarım konusunda son derece sübjektifimdir. Bütün insanlar gibi. Birini seviyor ya da beğeniyorsanız, “Nasıl köfte yapar?” diye sorduklarında, “Şahane!” diye yanıt verebilirsiniz. Köftesini hiç yememiş olsanız da... Kafalarımızda böyle bir algılama filtresi vardır... Pozitif yönde de çalışır negatif yönde de... Birini sevmediniz mi de; o kişi ağzıyla kuş tutsa nafiledir... En iyi yaptığı işi bile beğenmeyebiliriz...
Dücane Cündioğlu da benim için biraz gözü kapalı referans olacağım düşünce adamlarından biridir... Şu sıra yayına hazırladığı ve birincisi piyasaya çıkmış olan Cemil Meriç kitaplarını okuyun, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Verdiğim seminer ve eğitimlerde sık sık karşılaştığım sorudur: “Ne okuyalım hocam? Ne yapalım?” Solculuk yıllarım olsaydı iş kolaydı. George Politzer’in Felsefenin Temel İlkeleri adlı kitabını tavsiye ederdim; olur biterdi. Onu okudunuz mu hayatınız değişiverirdi(!) çünkü. Şimdilerde bu kadar kolay değil işler... Bu nedenle ne okunması gerektiği ile ilgili sübjektif görüşlerimi Algılama Yönetimi adlı kitabın sonunda belirtmeye çalıştım. Şimdi bunlara bir de Cündioğlu’nun Atatürk Kitaplığı’nda verdiği Mantık ve Dilbilim Tartışmaları adlı eğitimini eklemek istiyorum... Dücane Bey’in bu yıl “Metafizik” ana temasına ayırdığı seminerleri 17 Ekim Salı günü başladı. Birinciyi kaçırdınız. İkincisi, 31 Ekim Salı 18.30; sonra 7 ve 14 Kasım... Ayda iki kez olmak üzere Mayıs’a kadar devam edecekmiş...
Bilgili olmakla bilge olmak arasındaki ince geçişi yakalamak istiyorsanız; Cündioğlu’nun etkileşimli konferanslarını kaçırmayın. Giriş ücretsizmiş... Yani, kendiniz için kıymetli bir şey yapmamak adına hiçbir mazeretiniz yok...