Lafın yarısı yalanın bütünü olabilir…
09 EYLÜL 2011
Farklı bir tür olduklarına inancım her geçen gün biraz daha artan ‘hesap uzmanlarından’ dostumuz Abbas Yüksel vilayet binasına yolu düştüğünde gözü duvarda asılı olan bir yazıya takılmış… Sözler Gazi’ye aitmiş… Çoğumuzun “Hmmm!..” deyip geçeceği satırları o sorgulamayı tercih etmiş.
Söz şu: “Türkiye Cumhuriyetini Kuran Türkiye Halkına, Türk Milleti Denir. Ne Mutlu Türküm Diyene.”
Abbas Bey, “Ne mutlu Türküm diyene” ifadesi her ne kadar 10’uncu yıl Nutku’nda tek başına kullanılmış olsa da, üzerine yorum yapılıp tartışılırken yukarıdaki birinci cümleden koparılmaması gerektiği kanaatinde. Aksi takdirde Atatürk’ün düşüncesinin tahrif edilmiş olacağını düşünüyor.
Üşenmemiş, oturmuş zamanın Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’e bir mektup yazmış. Suretini de Başbakan Erdoğan’a yollamış:
“… Bu zamana kadar okullarda ve muhtelif yerlerde bu sözün sadece son satırını gördüm. Tıpkı “lâ takrabû-ssalâte “(namaza yaklaşmayın) gibi. Oysa ayetin tamamı mealen şöyledir: Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. (Diyanet İşleri Meali - yeni)
Bilindiği üzere, ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ sözünün ırkçılık ifade ettiği zaman zaman tartışılır. Oysa sözün tamamından hiç de öyle bir anlam çıkmaz.
Sayın Bakanım, naçizane teklifim; Cumhuriyeti, halkı, milleti, ülkeyi ancak bu kadar öz bir şekilde bir arada ifade eden bu sözün, okullara, kamu yerlerine vs. bütün haliyle asılmasıdır…”
Bu mektup, 2003’de yazılmış. 8 yıl önce… Ben bir değişikliğe rastlamadım… Keşke rastlasaymışım. Belki bugün bazı çelişkiler çok daha yumuşamış olurdu…
Öte yandan tahrifat şüphesi uyandıran ilk uygulama bu değildir. O kadar çoktur ki… İşte, İstanbul Erkek Liseliler Derneği’nin dergisine de yazdığım dramatik bir başka örnek daha…
Atatürk’e atfedilen şu ünlü “Türkiye’yi çağdaş uygarlık (kastedilen Batı’dır) düzeyine çıkaracağız” sözü… Türkiye’de başbakanlar, Cumhurbaşkanları, özellikle 10’uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer sık sık kullanmıştır bu sözü…
Oysa ortada yüzde yüzlük bir ‘tahrifat’ söz konusudur. Deyişin orijinali de uzaklarda değildir. 10’uncu yıl nutkunun içindedir… Orijinal cümle son derece açık ve nettir:
“Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız!”
Ne tür bir ideolojik sapma, aşağılık kompleksi, özgüven yoksunluğu, “milli kültürü”müzü “Türkiye”, “muasır medeniyet”i “Batı uygarlığı”, “seviyenin üstüne çıkarma”yı ancak “o seviyeye kadar gelebilmek” haline getirmiş ve bu milleti onca yıl uyutmayı başarmıştır… Akıl alır gibi değil…
Bazılarının ‘Milli Kültür’den, ‘Batı’nın aşılabileceği’ iddiasından rahatsızlık duyduğu âşikârdır… Bunlar “Ne mutlu Türk’üm diyene”nin önündeki cümleden de rahatsızlık duyarlar… “Batılılar merttir, düello yaparlar; bizimkiler namerttir pusu kurarlar” metaforu da aynı aşağılık kompleksi ve Hıristiyan Batı hayranlığından kaynaklanır…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün orijinal metinlerine dönmek acaba her türden etnik meseledeki ‘açılımlara’ sağlam bir ışık tutabilir mi?
Kitapçı gidebilir, kitap gitmez…
ABD’nin 40 yıllık kitap mağazası zinciri Borders’ın e-kitaplarla rekabet edemediği için iflas ettiği, bizzat Başkanları Mike Edwars tarafından açıklanmış… Teknolojik alandaki her yeniliğin bir öncekini perişan edeceğini savunanlarla, edemeyeceğini iddia edenler yılardır tartışır dururlar. Ben daha çok ikinci grubun yanında dururum. Ne tiyatro yok olmuştur, ne radyo, ne bale, ne de opera… Belki biçim ve içerik değiştirmişlerdir. Hepsi o…
Borders’in başına gelenlerin nedeni elektronik kitap satışlarının giderek daha çok cazibe merkezi olmasından çok ABD’nin içinde bulunduğu ekonomik altüst oluşlara karşı direncin zayıflamasında aramak lazım.
Bence iyi tiyatro nasıl ortalığı yıkıyor, videodan TV’den etkilenmiyorsa, iyi kitap da aynı yolu izleyecektir…
Kitap da alacağız, ipad’den kitap da “dinleyeceğiz”... Gazete de alacağız, internetten yerli ve yabancı gazeteleri de izleyeceğiz. Sahaflardan da Amazon’dan da kitap ısmarlayacağız. Sahaflar on-line satış yapmaya başladılar bile.
Özetin özü: Kitabın özü var oldukça fenomenindeki değişimler sonucu etkiler ama belirlemez; ortadan kaldırmaz...
Söz şu: “Türkiye Cumhuriyetini Kuran Türkiye Halkına, Türk Milleti Denir. Ne Mutlu Türküm Diyene.”
Abbas Bey, “Ne mutlu Türküm diyene” ifadesi her ne kadar 10’uncu yıl Nutku’nda tek başına kullanılmış olsa da, üzerine yorum yapılıp tartışılırken yukarıdaki birinci cümleden koparılmaması gerektiği kanaatinde. Aksi takdirde Atatürk’ün düşüncesinin tahrif edilmiş olacağını düşünüyor.
Üşenmemiş, oturmuş zamanın Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’e bir mektup yazmış. Suretini de Başbakan Erdoğan’a yollamış:
“… Bu zamana kadar okullarda ve muhtelif yerlerde bu sözün sadece son satırını gördüm. Tıpkı “lâ takrabû-ssalâte “(namaza yaklaşmayın) gibi. Oysa ayetin tamamı mealen şöyledir: Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. (Diyanet İşleri Meali - yeni)
Bilindiği üzere, ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ sözünün ırkçılık ifade ettiği zaman zaman tartışılır. Oysa sözün tamamından hiç de öyle bir anlam çıkmaz.
Sayın Bakanım, naçizane teklifim; Cumhuriyeti, halkı, milleti, ülkeyi ancak bu kadar öz bir şekilde bir arada ifade eden bu sözün, okullara, kamu yerlerine vs. bütün haliyle asılmasıdır…”
Bu mektup, 2003’de yazılmış. 8 yıl önce… Ben bir değişikliğe rastlamadım… Keşke rastlasaymışım. Belki bugün bazı çelişkiler çok daha yumuşamış olurdu…
Öte yandan tahrifat şüphesi uyandıran ilk uygulama bu değildir. O kadar çoktur ki… İşte, İstanbul Erkek Liseliler Derneği’nin dergisine de yazdığım dramatik bir başka örnek daha…
Atatürk’e atfedilen şu ünlü “Türkiye’yi çağdaş uygarlık (kastedilen Batı’dır) düzeyine çıkaracağız” sözü… Türkiye’de başbakanlar, Cumhurbaşkanları, özellikle 10’uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer sık sık kullanmıştır bu sözü…
Oysa ortada yüzde yüzlük bir ‘tahrifat’ söz konusudur. Deyişin orijinali de uzaklarda değildir. 10’uncu yıl nutkunun içindedir… Orijinal cümle son derece açık ve nettir:
“Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız!”
Ne tür bir ideolojik sapma, aşağılık kompleksi, özgüven yoksunluğu, “milli kültürü”müzü “Türkiye”, “muasır medeniyet”i “Batı uygarlığı”, “seviyenin üstüne çıkarma”yı ancak “o seviyeye kadar gelebilmek” haline getirmiş ve bu milleti onca yıl uyutmayı başarmıştır… Akıl alır gibi değil…
Bazılarının ‘Milli Kültür’den, ‘Batı’nın aşılabileceği’ iddiasından rahatsızlık duyduğu âşikârdır… Bunlar “Ne mutlu Türk’üm diyene”nin önündeki cümleden de rahatsızlık duyarlar… “Batılılar merttir, düello yaparlar; bizimkiler namerttir pusu kurarlar” metaforu da aynı aşağılık kompleksi ve Hıristiyan Batı hayranlığından kaynaklanır…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün orijinal metinlerine dönmek acaba her türden etnik meseledeki ‘açılımlara’ sağlam bir ışık tutabilir mi?
Kitapçı gidebilir, kitap gitmez…
ABD’nin 40 yıllık kitap mağazası zinciri Borders’ın e-kitaplarla rekabet edemediği için iflas ettiği, bizzat Başkanları Mike Edwars tarafından açıklanmış… Teknolojik alandaki her yeniliğin bir öncekini perişan edeceğini savunanlarla, edemeyeceğini iddia edenler yılardır tartışır dururlar. Ben daha çok ikinci grubun yanında dururum. Ne tiyatro yok olmuştur, ne radyo, ne bale, ne de opera… Belki biçim ve içerik değiştirmişlerdir. Hepsi o…
Borders’in başına gelenlerin nedeni elektronik kitap satışlarının giderek daha çok cazibe merkezi olmasından çok ABD’nin içinde bulunduğu ekonomik altüst oluşlara karşı direncin zayıflamasında aramak lazım.
Bence iyi tiyatro nasıl ortalığı yıkıyor, videodan TV’den etkilenmiyorsa, iyi kitap da aynı yolu izleyecektir…
Kitap da alacağız, ipad’den kitap da “dinleyeceğiz”... Gazete de alacağız, internetten yerli ve yabancı gazeteleri de izleyeceğiz. Sahaflardan da Amazon’dan da kitap ısmarlayacağız. Sahaflar on-line satış yapmaya başladılar bile.
Özetin özü: Kitabın özü var oldukça fenomenindeki değişimler sonucu etkiler ama belirlemez; ortadan kaldırmaz...