“İnsanları information ile overdose etmeyelim”
20 Mart 2021 - yeni Şafak
Nasıl başlık ama?! Tüyleriniz henüz diken diken olmadıysa devam edelim: “Antant kalmak… Communication sektörü… Expert olmak… Order vermek… Deadline’a uymak… Impact yaratmak… Consernlerimizi share etmek… Arrange etmek… Propose etmek… Şunu suggest etmek istiyorum… Toplantı set etmek… Follow up yapalım arkadaşlar…”
Türkçe’nin ‘yanlış’ ya da ‘kötü’ kullanımının bir eseri olan ‘Plaza dili’nde sıkça kullanılan bu örnekler, Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ile Yazar Gülse Birsel’in 2016 yılındaki Marka Konferansı’nda yaptıkları “Türkçe Yıkılıyor” başlıklı sunumda hicvediliyorlar… YouTube’dan bulup izlemenizi tavsiye ederiz…
Bülent Eczacıbaşı İstanbul Erkek Liseli Yönetici ve İş İnsanları Platformu’nun (İELYİP) toplantısına konuk olduğunda, ben de herkes gibi finans, sanayi ya da yatırım üzerine konuşmasını bekliyordum… Ancak öyle olmadı… “En Büyük Kültür Hazinemiz: Anadilimiz” başlıklı sunumunda Eczacıbaşı, epeyce mesai harcadığı Türkçe’nin doğru kullanılması hakkında kıymetli bilgiler paylaştı.
Yalnızca yukarıda sıraladığımız ‘Türkçe-İngilizce karması’ ifadelerin değil, zaman zaman bizim de eleştirdiğimiz, tamamen Türkçe kelimelerden oluşsa da Türkçe kurallarına uygun olmayan “geliyor olacağım” gibi kullanımların da kültür hazinemizi nasıl kısırlaştırdığından bahsetti…
Bu ‘salgından’ son derece rahatsızız; yalnız olmadığımızı da biliyoruz. Ancak Eczacıbaşı Holding’te ‘uydurukça’ diye anılan bu ‘yeni’ dille mücadele etmek için hayata geçirilen çalışma kadar etkilisine de çok sık rastlanmadığımızı kabul edelim.
Önce bir sözlük hazırlamışlar… Türkçe karşılıkları bulunduğu hâlde plaza insanlarınca İngilizce kullanılan kelimeleri sıralamışlar… Ardından Türkçe’nin ‘doğru’ kullanılmasıyla ilgili eğitim programları açmışlar… Sonra da işin içine biraz da oyun katarak hâlâ bu yanlış kullanımlara yönelenlerden 5’er TL toplamışlar… Biriken paralarla da okullara Türkçe sözlükler hediye etmişler…
Son derece ‘önemli’ bir ihtiyaç doğrultusunda tasarlanmış, sonuçlarıyla hem holding çalışanlarına hem okullardaki öğrencilere hem de örnek olduğu diğer kurumlara ve kişilere ‘fayda’ sağlayan bir çalışma olmuş doğrusu… Üstelik bu katkı ömür boyu süreceği gibi kültürümüze de olumlu yansıyacaktır.
Nasıl ki “Devletin temeli, millî kültür” ise ‘kültürün temeli de dildir’. Dilin toplumsal yaşamı olduğu kadar değerleri, anlamları, düşünceleri ve dönüşümleri yansıtan bir yapısı vardır. Dil üzerine yapılmış bilimsel çalışmalarda ‘ideoloji’ ile arasında ayrılmaz bir bağ bulunduğu görülür. Yansıma ters yönlü de olabileceğinden, dili değiştirmenin de toplum üzerinde etkileri olabilir…
Bu doğrultuda, gündelik hayatımıza yerleştiğini üzülerek gözlemediğimiz “Toplantı set etmek”, “Bilim Kurulu toplanıyor olacak” gibi ifadeler yalnızca dilin kirlenmesi, bozulması anlamına değil, zihinsel süreçlerin ve toplumsal yaşamın ekseninin de Batı’ya kayması anlamına geldiğini görmemiz gerekir…
Dil bilimciler, kullanıma giren kelimelerin ‘tesadüfi’ bir şekilde belirlendiğini söylerler… Tam da bu sebeple hangi yeni kelimenin toplum tarafından benimsenip dile yerleşeceği, hangilerinin unutulup gideceği tespit edilemiyor…
Türkçesi olmayan ya da karşılıkları türetilse de kabul görmeyen kelimelere; asansör için önerilen ‘iner çıkar’ ya da kültür yerine önerilen ‘hars’ örnek verilebilir… Bilgisayar, yazılım ya da donanım gibi kabul görenler de var elbette…
Dili yaşatma, doğru kullanım konusunda yol gösterme sorumluluğu devlete aittir. Hükümet de Türkçe’nin doğru kullanılması meselesinin peşini bırakacak gibi değil. Konuyu millî kültürümüz çerçevesinde sahiplenerek özendirici ya da bilgilendirici çalışmalar yapıyorlar.
Bu hususta Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından ciddiyetle ve titizlikle hazırlanan yayınları son derece yerinde buluyoruz. “İletişim ve Medya Bağlamında Çevirmen Başvuru Kitabı”nın ardından, web sitelerinden herkesin erişimine açtıkları “Kamu Terim Bankası”, yazılı geçmişi 1500 yıl öncesine dayanan Türkçe için çok kıymetli ve etkili bir hizmet.
Burada en önemli görev ise medyaya düşüyor. Her yayın kuruluşu, dilimizin doğru kullanımı adına ne yaptığını sorgulayarak işe koyulmalı…
Türkçe’nin ‘yanlış’ ya da ‘kötü’ kullanımının bir eseri olan ‘Plaza dili’nde sıkça kullanılan bu örnekler, Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ile Yazar Gülse Birsel’in 2016 yılındaki Marka Konferansı’nda yaptıkları “Türkçe Yıkılıyor” başlıklı sunumda hicvediliyorlar… YouTube’dan bulup izlemenizi tavsiye ederiz…
Bülent Eczacıbaşı İstanbul Erkek Liseli Yönetici ve İş İnsanları Platformu’nun (İELYİP) toplantısına konuk olduğunda, ben de herkes gibi finans, sanayi ya da yatırım üzerine konuşmasını bekliyordum… Ancak öyle olmadı… “En Büyük Kültür Hazinemiz: Anadilimiz” başlıklı sunumunda Eczacıbaşı, epeyce mesai harcadığı Türkçe’nin doğru kullanılması hakkında kıymetli bilgiler paylaştı.
Yalnızca yukarıda sıraladığımız ‘Türkçe-İngilizce karması’ ifadelerin değil, zaman zaman bizim de eleştirdiğimiz, tamamen Türkçe kelimelerden oluşsa da Türkçe kurallarına uygun olmayan “geliyor olacağım” gibi kullanımların da kültür hazinemizi nasıl kısırlaştırdığından bahsetti…
Bu ‘salgından’ son derece rahatsızız; yalnız olmadığımızı da biliyoruz. Ancak Eczacıbaşı Holding’te ‘uydurukça’ diye anılan bu ‘yeni’ dille mücadele etmek için hayata geçirilen çalışma kadar etkilisine de çok sık rastlanmadığımızı kabul edelim.
Önce bir sözlük hazırlamışlar… Türkçe karşılıkları bulunduğu hâlde plaza insanlarınca İngilizce kullanılan kelimeleri sıralamışlar… Ardından Türkçe’nin ‘doğru’ kullanılmasıyla ilgili eğitim programları açmışlar… Sonra da işin içine biraz da oyun katarak hâlâ bu yanlış kullanımlara yönelenlerden 5’er TL toplamışlar… Biriken paralarla da okullara Türkçe sözlükler hediye etmişler…
Son derece ‘önemli’ bir ihtiyaç doğrultusunda tasarlanmış, sonuçlarıyla hem holding çalışanlarına hem okullardaki öğrencilere hem de örnek olduğu diğer kurumlara ve kişilere ‘fayda’ sağlayan bir çalışma olmuş doğrusu… Üstelik bu katkı ömür boyu süreceği gibi kültürümüze de olumlu yansıyacaktır.
Nasıl ki “Devletin temeli, millî kültür” ise ‘kültürün temeli de dildir’. Dilin toplumsal yaşamı olduğu kadar değerleri, anlamları, düşünceleri ve dönüşümleri yansıtan bir yapısı vardır. Dil üzerine yapılmış bilimsel çalışmalarda ‘ideoloji’ ile arasında ayrılmaz bir bağ bulunduğu görülür. Yansıma ters yönlü de olabileceğinden, dili değiştirmenin de toplum üzerinde etkileri olabilir…
Bu doğrultuda, gündelik hayatımıza yerleştiğini üzülerek gözlemediğimiz “Toplantı set etmek”, “Bilim Kurulu toplanıyor olacak” gibi ifadeler yalnızca dilin kirlenmesi, bozulması anlamına değil, zihinsel süreçlerin ve toplumsal yaşamın ekseninin de Batı’ya kayması anlamına geldiğini görmemiz gerekir…
Dil bilimciler, kullanıma giren kelimelerin ‘tesadüfi’ bir şekilde belirlendiğini söylerler… Tam da bu sebeple hangi yeni kelimenin toplum tarafından benimsenip dile yerleşeceği, hangilerinin unutulup gideceği tespit edilemiyor…
Türkçesi olmayan ya da karşılıkları türetilse de kabul görmeyen kelimelere; asansör için önerilen ‘iner çıkar’ ya da kültür yerine önerilen ‘hars’ örnek verilebilir… Bilgisayar, yazılım ya da donanım gibi kabul görenler de var elbette…
Dili yaşatma, doğru kullanım konusunda yol gösterme sorumluluğu devlete aittir. Hükümet de Türkçe’nin doğru kullanılması meselesinin peşini bırakacak gibi değil. Konuyu millî kültürümüz çerçevesinde sahiplenerek özendirici ya da bilgilendirici çalışmalar yapıyorlar.
Bu hususta Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından ciddiyetle ve titizlikle hazırlanan yayınları son derece yerinde buluyoruz. “İletişim ve Medya Bağlamında Çevirmen Başvuru Kitabı”nın ardından, web sitelerinden herkesin erişimine açtıkları “Kamu Terim Bankası”, yazılı geçmişi 1500 yıl öncesine dayanan Türkçe için çok kıymetli ve etkili bir hizmet.
Burada en önemli görev ise medyaya düşüyor. Her yayın kuruluşu, dilimizin doğru kullanımı adına ne yaptığını sorgulayarak işe koyulmalı…