“İyi ki darbe olmuş da kalmışız memlekette!..”
12 EYLÜL 2011
31 yıl önce bugün Kapıkule kapısından giriş yapmıştık… Daha doğrusu 11 Eylül’ü 12 Eylül’e bağlayan gece… Tanklar üstümüze üstümüze doğru geliyordu… “Trakya hep hareketlidir. Yine bir tatbikat var herhalde…” diye düşündük…
İsviçre’den geliyorduk… Eşim orda iş bulmuştu. Ben de üniversiteye yeniden kaydolmuştum… O çalışacak bize bakacak, ben de 9 yıl okuyup sonuna kadar getirdiğim kimya öğrenimimi tamamlayacaktım… Aarau yakınlarında nehir kıyısında çok hoş bir ev kiralamış, ev sahibine hangi TV kanallarını izlemek istediğimizi bildirmiş, garajımızı bile ayarlamıştık …
Türkiye’den kaçıyor; memleketimizi terk ediyorduk… Çünkü ne huzurumuz kalmıştı, ne yaşama güvencemiz, ne de kendi memleketimizde var olma sevincimiz… O dönemde elinde olanağı olan pek çok kişinin yaptığını yapıyorduk…
Vızır vızır hareket eden askeri araçların arasından geçerek mecburen eve döndük. Yastığa kafayı koyar koymaz uyumuşuz. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yanındaki bir tim ile bizim bakkalı ‘haşlayan’ bir astsubayın sesiyle uyandık: “Derhal kapat dükkânı!… Bu seferki başka”…
Evet bu seferki farklıydı…
Milliyet’ten servis aracı geldi. Gazeteye gittik. Hemen İsviçre’yi aradım. Türkler’in İsviçre’ye girişi yasaklanmış, bizim izinler de iptal edilmişti. Kimle konuştuysam hayatından memnundu: “Ordu Cumhuriyet’e ve vatana sahip çıktı!” 12 Eylül Anayasası’nın, o ecüş bücüş hukuk katliamı belgenin %92 ‘Evet’ oyu ile bu halk tarafından onaylanması başka nasıl açıklanabilirdi ki zaten… Entelektüeli, aydını, iş adamı, sanatçısı, sokaktaki sıradan vatandaşı mutabıktı: “Vatan elden gidiyor!”…
Bugün ne hikmetse herkes bir başka havada… Kızdırırlarsa, Anayasa’ya Hayır demiş olmanın pek bir işe yaramayacak gururuyla 12 Eylül’de zil takıp oynamış olanların tek tek adlarını açıklarım; şaşar kalırsınız…
Aslında haksız sayılmazlardı da zil takıp oynamakta… Dedim ya, biz ülkeyi terk etmeye kadar vardırmıştık işi… Sonradan bin kere şükrettik, “İyi ki darbe olmuş da kalmışız memlekette!..” Yurt dışında yaşayan ve memleketlerinden duygusal olarak kopamamış onca vatandaşın hali pür melali ortada… İntiharın bini bir para…
Hal böyle olmasına rağmen aradan 31 yıl geçtikten sonra, 12 Eylül’ü en önce Silahlı Kuvvetler’in bir şekilde ele alıp eleştirmesi ne kadar iyi olurdu… Aradan onca zaman geçmiş. Nedir o darbelerle ilgili duruşunuz, en azından görüş olarak dile getirseniz; herkes rahatlayacak. Oysa tam tersi bir algı yaratıyor Silahlı Kuvvetler, sanki tüm darbelerin arkasındaymış gibi… Oysa özündeki duruşlarının öyle olmadığını Ordu’ya biraz yakın olan herkes bilir… Algı ile gerçeklik arasındaki uçurumun kapatılmama sorumluluğu kimde dersiniz?
Türk halkında olmadığı kesin…
Bizim Top Gun geliyor…
Silahlı Kuvvetler’in üst rütbeli komutanları ile ne zaman bir araya gelsek –genellikle iletişim konusunda bir konferans veya seminer verdiğimiz zamanlar- bu konu açılır… Sinemanın ve TV’nin algılamayı yönetmekteki gücünden söz ederiz… Amerikan sinemasından Top Gun, Nimitz gibi ünlülerinin yanı sıra tüm deniz altı, uçak gemisi, ABD West Point Askeri Akademisi’nde geçen filmleri örnek veririz… Amerikan Silahlı Kuvvetleri’ni övmeyen ve kendilerine ilişkin algıyı olumlu anlamda ‘yüklemeyen’ çok az film vardır…
Bizde ise Halit Refiğ’in “Şafak Bekçileri”; bu bağlamda sayılabilirse Levent Semerci’nin “Nefes”inden başka fazla bir örnek bulmak zordur. Tabii “Maskeli Beşler”i, “O şimdi Asker” falan gibi ‘anti hero’ örnekleri saymazsanız…
Niye bizde yapılamaz diye hayıflanır dururken, “Vatan Kanatlarımızın Altında”nın haberi geldi… Yönetmen Ömer Vargı… Başrolde Engin Altan Düzyatan ve Solotürk… Müzik, Ozan Doğulu… Silahlı Kuvvetler’in kendisini ifade etmeye çok ihtiyacı vardı. Heyecanla bekliyorum…
İsviçre’den geliyorduk… Eşim orda iş bulmuştu. Ben de üniversiteye yeniden kaydolmuştum… O çalışacak bize bakacak, ben de 9 yıl okuyup sonuna kadar getirdiğim kimya öğrenimimi tamamlayacaktım… Aarau yakınlarında nehir kıyısında çok hoş bir ev kiralamış, ev sahibine hangi TV kanallarını izlemek istediğimizi bildirmiş, garajımızı bile ayarlamıştık …
Türkiye’den kaçıyor; memleketimizi terk ediyorduk… Çünkü ne huzurumuz kalmıştı, ne yaşama güvencemiz, ne de kendi memleketimizde var olma sevincimiz… O dönemde elinde olanağı olan pek çok kişinin yaptığını yapıyorduk…
Vızır vızır hareket eden askeri araçların arasından geçerek mecburen eve döndük. Yastığa kafayı koyar koymaz uyumuşuz. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yanındaki bir tim ile bizim bakkalı ‘haşlayan’ bir astsubayın sesiyle uyandık: “Derhal kapat dükkânı!… Bu seferki başka”…
Evet bu seferki farklıydı…
Milliyet’ten servis aracı geldi. Gazeteye gittik. Hemen İsviçre’yi aradım. Türkler’in İsviçre’ye girişi yasaklanmış, bizim izinler de iptal edilmişti. Kimle konuştuysam hayatından memnundu: “Ordu Cumhuriyet’e ve vatana sahip çıktı!” 12 Eylül Anayasası’nın, o ecüş bücüş hukuk katliamı belgenin %92 ‘Evet’ oyu ile bu halk tarafından onaylanması başka nasıl açıklanabilirdi ki zaten… Entelektüeli, aydını, iş adamı, sanatçısı, sokaktaki sıradan vatandaşı mutabıktı: “Vatan elden gidiyor!”…
Bugün ne hikmetse herkes bir başka havada… Kızdırırlarsa, Anayasa’ya Hayır demiş olmanın pek bir işe yaramayacak gururuyla 12 Eylül’de zil takıp oynamış olanların tek tek adlarını açıklarım; şaşar kalırsınız…
Aslında haksız sayılmazlardı da zil takıp oynamakta… Dedim ya, biz ülkeyi terk etmeye kadar vardırmıştık işi… Sonradan bin kere şükrettik, “İyi ki darbe olmuş da kalmışız memlekette!..” Yurt dışında yaşayan ve memleketlerinden duygusal olarak kopamamış onca vatandaşın hali pür melali ortada… İntiharın bini bir para…
Hal böyle olmasına rağmen aradan 31 yıl geçtikten sonra, 12 Eylül’ü en önce Silahlı Kuvvetler’in bir şekilde ele alıp eleştirmesi ne kadar iyi olurdu… Aradan onca zaman geçmiş. Nedir o darbelerle ilgili duruşunuz, en azından görüş olarak dile getirseniz; herkes rahatlayacak. Oysa tam tersi bir algı yaratıyor Silahlı Kuvvetler, sanki tüm darbelerin arkasındaymış gibi… Oysa özündeki duruşlarının öyle olmadığını Ordu’ya biraz yakın olan herkes bilir… Algı ile gerçeklik arasındaki uçurumun kapatılmama sorumluluğu kimde dersiniz?
Türk halkında olmadığı kesin…
Bizim Top Gun geliyor…
Silahlı Kuvvetler’in üst rütbeli komutanları ile ne zaman bir araya gelsek –genellikle iletişim konusunda bir konferans veya seminer verdiğimiz zamanlar- bu konu açılır… Sinemanın ve TV’nin algılamayı yönetmekteki gücünden söz ederiz… Amerikan sinemasından Top Gun, Nimitz gibi ünlülerinin yanı sıra tüm deniz altı, uçak gemisi, ABD West Point Askeri Akademisi’nde geçen filmleri örnek veririz… Amerikan Silahlı Kuvvetleri’ni övmeyen ve kendilerine ilişkin algıyı olumlu anlamda ‘yüklemeyen’ çok az film vardır…
Bizde ise Halit Refiğ’in “Şafak Bekçileri”; bu bağlamda sayılabilirse Levent Semerci’nin “Nefes”inden başka fazla bir örnek bulmak zordur. Tabii “Maskeli Beşler”i, “O şimdi Asker” falan gibi ‘anti hero’ örnekleri saymazsanız…
Niye bizde yapılamaz diye hayıflanır dururken, “Vatan Kanatlarımızın Altında”nın haberi geldi… Yönetmen Ömer Vargı… Başrolde Engin Altan Düzyatan ve Solotürk… Müzik, Ozan Doğulu… Silahlı Kuvvetler’in kendisini ifade etmeye çok ihtiyacı vardı. Heyecanla bekliyorum…