“Allah’ım, bana eşyayı olduğu gibi göster” (göründüğü gibi değil)
02 kASIM 2007
Şu altın işine ciddi reaksiyon alacağımı biliyordum.
Teziniz varsa mutlaka antitezini de oluşturuyorsunuz. Ben de tezi olmadan yazmayı, yaşamayı başaramayanlardan olduğum için, reaksiyon almam kadar doğal bir şey olamaz.
Bir hafta önce ne yazdığımızı hatırlayalım. Başlık şöyleydi: Kaz dağının içindekinin içindeki (!)
Peygamber Efendimizin en sık dile getirdiği duanın “Allah’ım bana eşyayı (şeyleri) olduğu gibi göster” olduğunu belirtmiş, bir de Mevlana’nın ünlü eseri Fih-i Mafih’e gönderme yapmıştık…
Yazıdan bir özet alalım: “Kaz dağları… Altın arayan şirketler... Çevreciler… Protestolar…
Bu filmi daha önce de görmüştük… Bergama’da. Çevreciler Eurogold’a dünyayı dar etmişlerdi. Siyanür atıkları Bergama’yı tehdit ediyordu. Eurogold derhal kovulmalıydı oradan… Obeliks’ler… Köylüler… Ankara’ya çizgili pijamalı protesto yürüyüşleri…
Tam o sıcak günlerde 9 Eylül Üniversitesinden Prof. Dr. Yılmaz Savaşçın’ı pek kimse kaale almıyordu. Savaşçın, NPQ Türkiye dergisinde “Çok fazla medyatik çevre yalanı var” diye feryat ediyordu. Sonralarda her şey açığa çıktı. Kitaplar bile yazıldı. Alman Vakıfları, çevrecileri provoke ve finanse etmişler, Eurogold’un üzerine salmışlardı… Alman altın sanayi için Türkiye çok ciddi bir pazardı ve Türkiye’de altın çıkarılmaması gerekiyordu…”
Şimdi bize bu konuda görüşlerini ileten Mustafa Baytosun’a kulak verelim:
“Ali Bey, farzedin ki, biz maniple edilmiş geri zekalı ve gereğinden fazla çevreye duyarlı insanlar olarak yanlış yoldayız. Peygamber (SAV) sözünün gereğini yerine getirmekten aciz kullarız. Eşyayı sermayenin becerdiği şekilde -bu fiili tabiatın anasını bellemek şeklinde alın lütfen- olduğu gibi değil kirlenen yeraltı ve yerüstü suları, asit yağmurları, kesilen binlerce ağaç ile oluşan çevre katliamını kafamızda oluşturduğumuz sanrılarla görmekteyiz. Ama Allah aşkına lütfen sadece altın madencileri ve onlarla kol kola girmiş kerameti kendinden menkul Prof.’ların sözünü dinlediğiniz, örnek verdiğiniz kadar bizim tarafımızda olan akademisyenleri, konunun uzmanlarını, o bölgede tarımla hayvancılıkla uğraşanları, evine artık pet şişede su almak zorunda kalan yöre insanını da dinleyin. Çevre katliamcılarına karşı pijamalarıyla eylem yapanlara asteriks modeli diyenler satılmış medya yalakalarıdır. Ama işiniz gereği sadece sermaye gözlüğü ile konuya bakarsanız göremezsiniz. Sadece Marmara bölgesinde fabrikaların sırf maliyet diye kurmadıkları, kursa da işletmedikleri arıtma tesisleri nedeniyle akarsuların ne hale geldiğini, oksijensizlikten ölen binlerce balığı herhalde bir yerlerde görmüş ya da okumuşsunuzdur.
Son söz: Hep örneklerini verdiğiniz Amerikan modeli algı yönetimi ile kapitalist sermaye, dünyayı kendi keyfine göre hüküm sürmek için kullandığından o kadar da matah bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bakınız, 11 Eylül. Kafasında mercimek kadar beyni olan ve ruhunu şeytana satmayan herkes biliyor ki, gereğinde başkanlarını bile ortadan kaldıran Amerikan tarzı derin devletin bir ‘co-operation’ çalışmasıdır. Saygılar.”
Aynı gün gelen bir başka e-posta. Geldiği yer olarak Ayhan Erler’in adı ve adresi var. Mesajın sonunda ise YD rumuzu…
“Değerli Ali Bey, linç kültürünün her alana yayıldığı günümüzde, sadece işini yapan (ODTÜ Jeoloji ve Rhodes University mezunu olup, Bulgaristan, G. Afrika, Yemen, Hindistan ve Avustralya'da maden araştırma Jeologu sıfatıyla 13 yıl çalıştıktan sonra ülkesine dönmüş biri olarak son 15 gündür madencilikle ilgili yaşananları anlayabilmiş değilim. Benim bu meslekte ilk çalıştığım yer Çanakkale'nin Bayramiç ilçesi idi. Evet… 1988 yılında. Biga yarımadası yıllardır bu araştırmaların yapıldığı bir yerdir. Sanki bir hafta önce bu işler başlamışçasına koparılan yaygara zaten yerlerde sürünen sektörü, bir 3-5 yıl daha geriye götürdü.
Yazınızdan anladığım, sizin bu kuru ajitasyonlarla ve ‘romantik çevreci’ anlayışıyla konuya yaklaşmadığınızdır.
… Aşağıdaki 2 linke tıklarsanız trajedinin boyutlarını göreceksinizdir. Saygılarımla. http://www.sabah.com.tr/2007/09/04/haber,A6BC095DA48D466C8BC0C0C867555D97.html ve http://www.sabah.com.tr/2007/09/04/haber,A5C6708E94124309B7A2FCD61197E545.html”
Yukarıdaki linkler Türkiye’de altın arama ruhsatı almış olan diğer gruplarla ilgili. Benim bu konuda daha derinlikli bir bilgim olmadığı için daha fazla yorum yapmak istemiyorum. Ancak bir de Prof. Dr. Yılmaz Savaşçın’a kulak vermekte yarar var. Gönderdiği mesaj şöyle:
“Aşağıdaki yazıdan da anlaşılacağı gibi sondajların yapıldığı bölge esas Kaz Dağlarının çok ötesinde. Yenice - Bayramiç arası ve tam bir maden işletme bölgesi. Orada madenciliği yasaklayacaksak en azından Çanakkale Seramik Fabrikalarını kapatmamız gerekir. Alttaki yazımı Anadolu Ajansına ve birçok gazeteciye gönderdim. Çıt çıkmadı.”
Yılmaz Hoca’nın yazısı bende. Gerçek çevreci yaklaşımlarla, çıkar çevrelerinin dümen suyunda hareket eden çevreci yaklaşımlar arasında fark gözetilmesi gerektiğini savunan Savaşçın’ın uzunca yazısını dileyen herkese gönderebilirim. Benim yerim müsait değil. Keşke burada da yayınlayabilseydim. Yılmaz Savaşçın’ın yazısını okuduktan sonra Peygamber Efendimizin duasına bir kez daha sarılmamak imkânsız: “Allahım bana şeyleri olduğu gibi göster”…
Teziniz varsa mutlaka antitezini de oluşturuyorsunuz. Ben de tezi olmadan yazmayı, yaşamayı başaramayanlardan olduğum için, reaksiyon almam kadar doğal bir şey olamaz.
Bir hafta önce ne yazdığımızı hatırlayalım. Başlık şöyleydi: Kaz dağının içindekinin içindeki (!)
Peygamber Efendimizin en sık dile getirdiği duanın “Allah’ım bana eşyayı (şeyleri) olduğu gibi göster” olduğunu belirtmiş, bir de Mevlana’nın ünlü eseri Fih-i Mafih’e gönderme yapmıştık…
Yazıdan bir özet alalım: “Kaz dağları… Altın arayan şirketler... Çevreciler… Protestolar…
Bu filmi daha önce de görmüştük… Bergama’da. Çevreciler Eurogold’a dünyayı dar etmişlerdi. Siyanür atıkları Bergama’yı tehdit ediyordu. Eurogold derhal kovulmalıydı oradan… Obeliks’ler… Köylüler… Ankara’ya çizgili pijamalı protesto yürüyüşleri…
Tam o sıcak günlerde 9 Eylül Üniversitesinden Prof. Dr. Yılmaz Savaşçın’ı pek kimse kaale almıyordu. Savaşçın, NPQ Türkiye dergisinde “Çok fazla medyatik çevre yalanı var” diye feryat ediyordu. Sonralarda her şey açığa çıktı. Kitaplar bile yazıldı. Alman Vakıfları, çevrecileri provoke ve finanse etmişler, Eurogold’un üzerine salmışlardı… Alman altın sanayi için Türkiye çok ciddi bir pazardı ve Türkiye’de altın çıkarılmaması gerekiyordu…”
Şimdi bize bu konuda görüşlerini ileten Mustafa Baytosun’a kulak verelim:
“Ali Bey, farzedin ki, biz maniple edilmiş geri zekalı ve gereğinden fazla çevreye duyarlı insanlar olarak yanlış yoldayız. Peygamber (SAV) sözünün gereğini yerine getirmekten aciz kullarız. Eşyayı sermayenin becerdiği şekilde -bu fiili tabiatın anasını bellemek şeklinde alın lütfen- olduğu gibi değil kirlenen yeraltı ve yerüstü suları, asit yağmurları, kesilen binlerce ağaç ile oluşan çevre katliamını kafamızda oluşturduğumuz sanrılarla görmekteyiz. Ama Allah aşkına lütfen sadece altın madencileri ve onlarla kol kola girmiş kerameti kendinden menkul Prof.’ların sözünü dinlediğiniz, örnek verdiğiniz kadar bizim tarafımızda olan akademisyenleri, konunun uzmanlarını, o bölgede tarımla hayvancılıkla uğraşanları, evine artık pet şişede su almak zorunda kalan yöre insanını da dinleyin. Çevre katliamcılarına karşı pijamalarıyla eylem yapanlara asteriks modeli diyenler satılmış medya yalakalarıdır. Ama işiniz gereği sadece sermaye gözlüğü ile konuya bakarsanız göremezsiniz. Sadece Marmara bölgesinde fabrikaların sırf maliyet diye kurmadıkları, kursa da işletmedikleri arıtma tesisleri nedeniyle akarsuların ne hale geldiğini, oksijensizlikten ölen binlerce balığı herhalde bir yerlerde görmüş ya da okumuşsunuzdur.
Son söz: Hep örneklerini verdiğiniz Amerikan modeli algı yönetimi ile kapitalist sermaye, dünyayı kendi keyfine göre hüküm sürmek için kullandığından o kadar da matah bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bakınız, 11 Eylül. Kafasında mercimek kadar beyni olan ve ruhunu şeytana satmayan herkes biliyor ki, gereğinde başkanlarını bile ortadan kaldıran Amerikan tarzı derin devletin bir ‘co-operation’ çalışmasıdır. Saygılar.”
Aynı gün gelen bir başka e-posta. Geldiği yer olarak Ayhan Erler’in adı ve adresi var. Mesajın sonunda ise YD rumuzu…
“Değerli Ali Bey, linç kültürünün her alana yayıldığı günümüzde, sadece işini yapan (ODTÜ Jeoloji ve Rhodes University mezunu olup, Bulgaristan, G. Afrika, Yemen, Hindistan ve Avustralya'da maden araştırma Jeologu sıfatıyla 13 yıl çalıştıktan sonra ülkesine dönmüş biri olarak son 15 gündür madencilikle ilgili yaşananları anlayabilmiş değilim. Benim bu meslekte ilk çalıştığım yer Çanakkale'nin Bayramiç ilçesi idi. Evet… 1988 yılında. Biga yarımadası yıllardır bu araştırmaların yapıldığı bir yerdir. Sanki bir hafta önce bu işler başlamışçasına koparılan yaygara zaten yerlerde sürünen sektörü, bir 3-5 yıl daha geriye götürdü.
Yazınızdan anladığım, sizin bu kuru ajitasyonlarla ve ‘romantik çevreci’ anlayışıyla konuya yaklaşmadığınızdır.
… Aşağıdaki 2 linke tıklarsanız trajedinin boyutlarını göreceksinizdir. Saygılarımla. http://www.sabah.com.tr/2007/09/04/haber,A6BC095DA48D466C8BC0C0C867555D97.html ve http://www.sabah.com.tr/2007/09/04/haber,A5C6708E94124309B7A2FCD61197E545.html”
Yukarıdaki linkler Türkiye’de altın arama ruhsatı almış olan diğer gruplarla ilgili. Benim bu konuda daha derinlikli bir bilgim olmadığı için daha fazla yorum yapmak istemiyorum. Ancak bir de Prof. Dr. Yılmaz Savaşçın’a kulak vermekte yarar var. Gönderdiği mesaj şöyle:
“Aşağıdaki yazıdan da anlaşılacağı gibi sondajların yapıldığı bölge esas Kaz Dağlarının çok ötesinde. Yenice - Bayramiç arası ve tam bir maden işletme bölgesi. Orada madenciliği yasaklayacaksak en azından Çanakkale Seramik Fabrikalarını kapatmamız gerekir. Alttaki yazımı Anadolu Ajansına ve birçok gazeteciye gönderdim. Çıt çıkmadı.”
Yılmaz Hoca’nın yazısı bende. Gerçek çevreci yaklaşımlarla, çıkar çevrelerinin dümen suyunda hareket eden çevreci yaklaşımlar arasında fark gözetilmesi gerektiğini savunan Savaşçın’ın uzunca yazısını dileyen herkese gönderebilirim. Benim yerim müsait değil. Keşke burada da yayınlayabilseydim. Yılmaz Savaşçın’ın yazısını okuduktan sonra Peygamber Efendimizin duasına bir kez daha sarılmamak imkânsız: “Allahım bana şeyleri olduğu gibi göster”…