“Amerika’nın kaderi İstanbul’a bağlı…”
09 KASIM 2011
Bu iddialı tespit cümlesini rahmetli Halit Refiğ, 2003 yılının ortalarında yayınlanan, teması ‘Anti-Amerikanizm’ olan NPQ Türkiye dergisindeki makalesine başlık olarak seçmişti.
Halit Bey’in bu makalesini hatırlatmama vesile olan haber şu:
Colombia Üniversitesi, Pekin, Paris, Bombay gibi kentlerdeki ‘Küresel Merkez’lerinden birini İstanbul’da açmış. Rektörleri Lee C. Bollinger de bu açılış nedeniyle İstanbul’a gelmiş ve Hürriyet’ten Gila Benmayor’a hayli ilginç bir röportaj vermiş.
Bollinger, küreselleşmeyi anlamak isteyenlerin Türkiye’ye bakmaları gerektiğini söylüyor. Dünyanın hiçbir noktası bizim topraklar kadar ilginç değilmiş. Bizim ülkemiz, Batı’dan Doğu’ya doğru kayan gücün, ‘kaymanın ve değişimin gerçekleştiği noktada’ duruyormuş. (Bunu Halit Refiğ yıllar önce hem söylüyor hem de yazıyordu) Bollinger röportajda şöyle diyor:
“İstanbul, Ortadoğu ve Arap ülkelerinde olup bitenlerin, Afrika’daki gelişmelerin, Rusya’nın, Doğu Avrupa ülkeleriyle ve Kafkasya’nın kolaylıkla izlenebileceği bir ‘başkent’ diyebilirim. Pekin de aynı şekilde o bölgenin başkenti” (Röportajın tamamı mutlaka okunmalı)…
2003 yılında bizler henüz, ‘Amerika sonrası dünya’ ve post-küreselleşmeyi tartışmaya başlamamışken, rahmetli Halit Refiğ, dünya egemenliğinin rolünün İstanbul’dan geçtiğine yönelik öngörüsüyle ‘biraz fazla’ oluyordu (!) elbette. Bu tespiti yaparken Türklerin İstanbul’u aldığı tarihlere dönüp bakıyor ve şöyle diyordu:
“Amerika tarihi dikkatle düşünüldüğünde, İstanbul’un bu ülkenin kaderi üzerinde ne kadar çarpıcı bir rolü bulunduğu görülebilir. Osmanlılar 1453 yılında İstanbul’u ele geçirdikten sonra, egemenliği bilinen üç kıtaya yaymış, çağının en güçlü devleti olma imkanını sağlamışlardı. İskender’in kendi ömrü ile sınırlı fütühatı sayılmazsa Osmanlılardan önce egemenliğini üç kıtaya yayan sadece bir İmparatorluk vardı: Roma...”
Roma İmparatorluğu’nun da başkentini Roma’dan İstanbul’a taşımasıyla içinde yaşadığımız bu büyük metropolün, eski dünyanın tam merkezi olduğunu, Colombiya Üniversitesi Rektörü zat-ı muhteremin söyledikleri üzerinden, Türkiye’yi oluma konusunda bir türlü anlaşamadığımız ‘ecnebi Türk’ arkadaşlarımıza anımsatmanın tam sırası... Halit Bey, dünden bugüne gelen bir bakışla İstanbul’u o tarihlerden alıp, iki kutuplu dünya dönemindeki ‘güçler arası denge merkezi’ olarak konumlandığı yıllara ve İkiz Kuleler saldırılarından sonrasına, yazıyı yazdığı tarih olan 2003 başına kadar mercek altında tutuyor.
Refiğ’in tezi ilginç. Bu teze göre Amerika’nın gözü İstanbul’da. Dünya enerji kaynaklarını ve ticaret yollarını ve de özellikle Avrasya’yı denetimi altında tutabilmek için... 2008 yılına gelindiğinde de Halit Bey, yine NPQ Türkiye’de yayımladığı makalelerinde ‘Amerika sonrası dünya’ koşullarında gücünü yitiren ABD’nin Türkiye siyasetinde değişiklik yapacağına ve ‘çatışmadan’ çok ‘uzlaşmayı’ tercih edeceğine dikkat çekiyor.
Colombia Üniversitesi Rektörü (!) çok haklı...
Krause’li “Var mısın, Yok musun?” tutar mı?
Programı izlemeden yazmak kolay değil. Ancak yine de genel geçerli saptamalardan yola çıkılabilir… Bana sorarsanız Krause’li “Var mısın, Yok musun?”un tutma şansı çok az… En azından Acun’lusunun üzerinden bu kadar az zaman geçtiği için şansı zayıf.
Gözler Acun’u arayacak. İyi bir ‘eğlence yıldızı’ olmaya aday Krause, Acun’un konuğuymuş da Acun birazdan gelecekmiş gibi bir duygunun yaratılması işten bile değil…
Aşılmaz mı bu durum? Aşılabilir… Ama çok zor. Akla gelmemiş artistik performans, ‘farklılıkların yönetimi’ ve sebat gerekli mesela. Oysa bizde ısrar ve sabır pek olası değil…
“Format mı, star mı?” tartışmasının da hani tam yeri. Bir başka ünlü tartışma ile birlikte devreye girebilir: 1. Form işleve tâbidir (Form follows function - Frank Lloyd Wright, Mies Van der Rohe) 2. Form işlevi belirler (Function follows Form – Alfred I. Tauber)
Bakalım format, yani ‘form’ her şeyi belirliyor mu, hep birlikte göreceğiz…
Halit Bey’in bu makalesini hatırlatmama vesile olan haber şu:
Colombia Üniversitesi, Pekin, Paris, Bombay gibi kentlerdeki ‘Küresel Merkez’lerinden birini İstanbul’da açmış. Rektörleri Lee C. Bollinger de bu açılış nedeniyle İstanbul’a gelmiş ve Hürriyet’ten Gila Benmayor’a hayli ilginç bir röportaj vermiş.
Bollinger, küreselleşmeyi anlamak isteyenlerin Türkiye’ye bakmaları gerektiğini söylüyor. Dünyanın hiçbir noktası bizim topraklar kadar ilginç değilmiş. Bizim ülkemiz, Batı’dan Doğu’ya doğru kayan gücün, ‘kaymanın ve değişimin gerçekleştiği noktada’ duruyormuş. (Bunu Halit Refiğ yıllar önce hem söylüyor hem de yazıyordu) Bollinger röportajda şöyle diyor:
“İstanbul, Ortadoğu ve Arap ülkelerinde olup bitenlerin, Afrika’daki gelişmelerin, Rusya’nın, Doğu Avrupa ülkeleriyle ve Kafkasya’nın kolaylıkla izlenebileceği bir ‘başkent’ diyebilirim. Pekin de aynı şekilde o bölgenin başkenti” (Röportajın tamamı mutlaka okunmalı)…
2003 yılında bizler henüz, ‘Amerika sonrası dünya’ ve post-küreselleşmeyi tartışmaya başlamamışken, rahmetli Halit Refiğ, dünya egemenliğinin rolünün İstanbul’dan geçtiğine yönelik öngörüsüyle ‘biraz fazla’ oluyordu (!) elbette. Bu tespiti yaparken Türklerin İstanbul’u aldığı tarihlere dönüp bakıyor ve şöyle diyordu:
“Amerika tarihi dikkatle düşünüldüğünde, İstanbul’un bu ülkenin kaderi üzerinde ne kadar çarpıcı bir rolü bulunduğu görülebilir. Osmanlılar 1453 yılında İstanbul’u ele geçirdikten sonra, egemenliği bilinen üç kıtaya yaymış, çağının en güçlü devleti olma imkanını sağlamışlardı. İskender’in kendi ömrü ile sınırlı fütühatı sayılmazsa Osmanlılardan önce egemenliğini üç kıtaya yayan sadece bir İmparatorluk vardı: Roma...”
Roma İmparatorluğu’nun da başkentini Roma’dan İstanbul’a taşımasıyla içinde yaşadığımız bu büyük metropolün, eski dünyanın tam merkezi olduğunu, Colombiya Üniversitesi Rektörü zat-ı muhteremin söyledikleri üzerinden, Türkiye’yi oluma konusunda bir türlü anlaşamadığımız ‘ecnebi Türk’ arkadaşlarımıza anımsatmanın tam sırası... Halit Bey, dünden bugüne gelen bir bakışla İstanbul’u o tarihlerden alıp, iki kutuplu dünya dönemindeki ‘güçler arası denge merkezi’ olarak konumlandığı yıllara ve İkiz Kuleler saldırılarından sonrasına, yazıyı yazdığı tarih olan 2003 başına kadar mercek altında tutuyor.
Refiğ’in tezi ilginç. Bu teze göre Amerika’nın gözü İstanbul’da. Dünya enerji kaynaklarını ve ticaret yollarını ve de özellikle Avrasya’yı denetimi altında tutabilmek için... 2008 yılına gelindiğinde de Halit Bey, yine NPQ Türkiye’de yayımladığı makalelerinde ‘Amerika sonrası dünya’ koşullarında gücünü yitiren ABD’nin Türkiye siyasetinde değişiklik yapacağına ve ‘çatışmadan’ çok ‘uzlaşmayı’ tercih edeceğine dikkat çekiyor.
Colombia Üniversitesi Rektörü (!) çok haklı...
Krause’li “Var mısın, Yok musun?” tutar mı?
Programı izlemeden yazmak kolay değil. Ancak yine de genel geçerli saptamalardan yola çıkılabilir… Bana sorarsanız Krause’li “Var mısın, Yok musun?”un tutma şansı çok az… En azından Acun’lusunun üzerinden bu kadar az zaman geçtiği için şansı zayıf.
Gözler Acun’u arayacak. İyi bir ‘eğlence yıldızı’ olmaya aday Krause, Acun’un konuğuymuş da Acun birazdan gelecekmiş gibi bir duygunun yaratılması işten bile değil…
Aşılmaz mı bu durum? Aşılabilir… Ama çok zor. Akla gelmemiş artistik performans, ‘farklılıkların yönetimi’ ve sebat gerekli mesela. Oysa bizde ısrar ve sabır pek olası değil…
“Format mı, star mı?” tartışmasının da hani tam yeri. Bir başka ünlü tartışma ile birlikte devreye girebilir: 1. Form işleve tâbidir (Form follows function - Frank Lloyd Wright, Mies Van der Rohe) 2. Form işlevi belirler (Function follows Form – Alfred I. Tauber)
Bakalım format, yani ‘form’ her şeyi belirliyor mu, hep birlikte göreceğiz…