“Der Ton macht die Musik”
06 Nisan 2021 - Yeni Şafak
Almanların çok beğendiğim bir lafıdır… Aşağı yukarı “Müziği, tonu belirler” diye çevrilebilir. Anlam üretiminde, biçim ve içerik bir bütün hâlinde hareket eder diye de anlaşılabilir. Bunu, biçimin hatırı sayılır payının altını çizerek yapar.
İletişimcilerin aşina olduğu bir tartışmadır bu… Bir metnin anlamı, yalnızca içinde yazılanlardan mı ibarettir? Yoksa algılamada, o metnin yayınlandığı mecra, gazeteyse sayfadaki yeri, TV’deyse yayın saati, süresi gibi biçimsel özellikler mi etkilidir?
Bizce ikisi bir bütündür ve çoğunlukla hafife alınarak geçiştirilmek istenen ‘müziğin tonunun’ ya da biçimin nasıl kurgulandığı, aynı içerikten çıkarılacak anlamı A noktasına da taşıyabilir, Z noktasına da… Yani zıt noktalara…
Emekli amirallerin gece yarısı yaptıkları açıklamadaki ‘düğüm’ buradadır… Açıklamada imzası olan amirallerin bazıları bugüne kadar çeşitli yayınlarda görüşlerini dile getirdiler… Hem de çok daha sert biçimlerde… Üstelik kendileri hakkında bir soruşturma da açılmadı…
Şimdi ise olay, döndü dolaştı, çoğunlukla biçimde kilitlendi…
Metnin gece yarısı yayınlanması, “Yüce Türk Milletine” hitabı ile başlayarak imzacıları ‘alternatif’ bir pozisyona taşıması ve genel ‘tonu’, genç ya da yaşlı hiçbirimizin yabancısı olmadığı askeri darbelere ya da girişimlerine ait metinleri çağrıştırdı.
Montrö meselesinin, medyanın üzerinde tepindiği bir konuya dönmesi yaklaşık 10 gün öncesine dayanıyor… TBMM Başkanı Mustafa Şentop’u TV programında ağırlayan Muharrem Sarıkaya kendisine şu soruyu yöneltiyor: “Birgün bir Cumhurbaşkanı ‘Ben Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çekildim’ derse veya ‘Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi’ni feshettim’ derse veya ‘Montrö’yü tanımıyorum’ derse…”
Mustafa Şentop da yanıtlıyor: “Teknik olarak yapabilir. Bunu sadece bizim Cumhurbaşkanımız veya eski sistemdeki Bakanlar Kurulu değil; Almanya da yapabilir, Amerika da... Ama mantıkta, mümkün ile muhtemel arasında fark vardır. Yeterli miktar yoğurt bulursanız, Marmara Denizi'nden ayran yapmak mümkündür. Akli imkândır bu. İhtimal ise gerçeklerden hareketle bir işin olabilirliği üzerinedir. Bu muhtemel değildir...”
Şentop’un açıklaması son derece net olsa da konu, medyanın da fişeklemesiyle “Montrö Sözleşmesi tartışmaya açılıyor” noktasına çekildi… Sayın Şentop, baktı ki olacak gibi değil, durumu anlamamakta direnenler için daha da netleştirebilmek amacıyla bir açıklama daha yaptı: “…Lozan gibi Montrö gibi anlaşmalardan çıkmanın söz konusu olmayacağını da açık bir şekilde söyledim. Bunun imkânsızlığını ifade ettim. Başta Montrö olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu, İstiklal Harbi’yle elde ettiğimiz mevzilerle ilgili hiçbir düşünce aklımızdan geçmemiştir.”
O bildiriyi yayınlayan amiraller, diyelim ki TV programının tamamını izlemediler de etrafın kışkırtmasıyla yanlış bir düşünceye kapıldılar… Sonraki açıklamayı da mı okumadılar?... Veyahut yukarıda bahsettiğimiz metnin biçimsel özelliklerinin zihinlerde darbe anlamına gelecek çağrışımlar yapacağını da mı düşünemediler?.. Koskoca amirallerin bunları ıskalaması mümkün müdür?..
Konunun tamamen yanlış anlaşılmasıyla çok sayıda problemin olduğu metinde bir de şu cümle var tabii: “Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir.”
Bunca badire, darbe atlatmış bizimki gibi bir ülkede, bildiriyle ilgili yukarıda da sıraladığımız biçimsel sorunlar ve de birkaç gün önce “Montrö gibi anlaşmalardan çıkmak söz konusu değil” açıklaması da yapılmışken, yukarıdaki cümlenin ‘tehdit’ olarak algılanması karşısında çok da şaşırmamak gerekir…
Darbeyi çağrıştıran her şey elbette soruna neden olur… Oysa, emekli amirallerin de diğer tüm vatandaşlar gibi rahatsızlıklarını dile getirmelerinin başka yolları vardı. Bir kısmını TV’lerde bugüne kadar zaten dinledik… Sivil toplum örgütleri ya da siyasi partiler içinde bu görüşleri dile getirmeleri çok daha ‘doğru’, biçimsel olarak da kabul edilebilir bir yol olurdu…
İletişimcilerin aşina olduğu bir tartışmadır bu… Bir metnin anlamı, yalnızca içinde yazılanlardan mı ibarettir? Yoksa algılamada, o metnin yayınlandığı mecra, gazeteyse sayfadaki yeri, TV’deyse yayın saati, süresi gibi biçimsel özellikler mi etkilidir?
Bizce ikisi bir bütündür ve çoğunlukla hafife alınarak geçiştirilmek istenen ‘müziğin tonunun’ ya da biçimin nasıl kurgulandığı, aynı içerikten çıkarılacak anlamı A noktasına da taşıyabilir, Z noktasına da… Yani zıt noktalara…
Emekli amirallerin gece yarısı yaptıkları açıklamadaki ‘düğüm’ buradadır… Açıklamada imzası olan amirallerin bazıları bugüne kadar çeşitli yayınlarda görüşlerini dile getirdiler… Hem de çok daha sert biçimlerde… Üstelik kendileri hakkında bir soruşturma da açılmadı…
Şimdi ise olay, döndü dolaştı, çoğunlukla biçimde kilitlendi…
Metnin gece yarısı yayınlanması, “Yüce Türk Milletine” hitabı ile başlayarak imzacıları ‘alternatif’ bir pozisyona taşıması ve genel ‘tonu’, genç ya da yaşlı hiçbirimizin yabancısı olmadığı askeri darbelere ya da girişimlerine ait metinleri çağrıştırdı.
Montrö meselesinin, medyanın üzerinde tepindiği bir konuya dönmesi yaklaşık 10 gün öncesine dayanıyor… TBMM Başkanı Mustafa Şentop’u TV programında ağırlayan Muharrem Sarıkaya kendisine şu soruyu yöneltiyor: “Birgün bir Cumhurbaşkanı ‘Ben Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çekildim’ derse veya ‘Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi’ni feshettim’ derse veya ‘Montrö’yü tanımıyorum’ derse…”
Mustafa Şentop da yanıtlıyor: “Teknik olarak yapabilir. Bunu sadece bizim Cumhurbaşkanımız veya eski sistemdeki Bakanlar Kurulu değil; Almanya da yapabilir, Amerika da... Ama mantıkta, mümkün ile muhtemel arasında fark vardır. Yeterli miktar yoğurt bulursanız, Marmara Denizi'nden ayran yapmak mümkündür. Akli imkândır bu. İhtimal ise gerçeklerden hareketle bir işin olabilirliği üzerinedir. Bu muhtemel değildir...”
Şentop’un açıklaması son derece net olsa da konu, medyanın da fişeklemesiyle “Montrö Sözleşmesi tartışmaya açılıyor” noktasına çekildi… Sayın Şentop, baktı ki olacak gibi değil, durumu anlamamakta direnenler için daha da netleştirebilmek amacıyla bir açıklama daha yaptı: “…Lozan gibi Montrö gibi anlaşmalardan çıkmanın söz konusu olmayacağını da açık bir şekilde söyledim. Bunun imkânsızlığını ifade ettim. Başta Montrö olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu, İstiklal Harbi’yle elde ettiğimiz mevzilerle ilgili hiçbir düşünce aklımızdan geçmemiştir.”
O bildiriyi yayınlayan amiraller, diyelim ki TV programının tamamını izlemediler de etrafın kışkırtmasıyla yanlış bir düşünceye kapıldılar… Sonraki açıklamayı da mı okumadılar?... Veyahut yukarıda bahsettiğimiz metnin biçimsel özelliklerinin zihinlerde darbe anlamına gelecek çağrışımlar yapacağını da mı düşünemediler?.. Koskoca amirallerin bunları ıskalaması mümkün müdür?..
Konunun tamamen yanlış anlaşılmasıyla çok sayıda problemin olduğu metinde bir de şu cümle var tabii: “Aksi halde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekası için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir.”
Bunca badire, darbe atlatmış bizimki gibi bir ülkede, bildiriyle ilgili yukarıda da sıraladığımız biçimsel sorunlar ve de birkaç gün önce “Montrö gibi anlaşmalardan çıkmak söz konusu değil” açıklaması da yapılmışken, yukarıdaki cümlenin ‘tehdit’ olarak algılanması karşısında çok da şaşırmamak gerekir…
Darbeyi çağrıştıran her şey elbette soruna neden olur… Oysa, emekli amirallerin de diğer tüm vatandaşlar gibi rahatsızlıklarını dile getirmelerinin başka yolları vardı. Bir kısmını TV’lerde bugüne kadar zaten dinledik… Sivil toplum örgütleri ya da siyasi partiler içinde bu görüşleri dile getirmeleri çok daha ‘doğru’, biçimsel olarak da kabul edilebilir bir yol olurdu…