“Eski günahların gölgesi uzun olur...”
07 EYLÜL 2007
Bu özdeyişi ne kadar sık kullanır oldum. İlk Oscar Wilde söylemiş galiba. Edebiyat eleştirmeni (K Dergisi) sevgili Pakize Barışta hataların faturasının er veya geç karşımıza çıkabileceğini bu sözle vurgular.
AK Parti milletvekili Özlem Türköne’yi programında konuk eden Okan Bayülgen, Özlem Hanım’a ‘Özlem’ ve ‘Sen’ deyince minik bir kriz çıkmıştı. Her kriz için geçerli olan üç safha vardır. Isınma dönemi, en sıcak dönem ve soğuma dönemi. Bu mini kriz tam unutulduğu, yani soğuma dönemine geçtiği sırada Özlem Hanım’ın eşi Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne’nin kendi ayaklarına yaylım ateşi açan, ‘vur sineme öldür beni’ türünden açıklaması geldi...
Türköne, Bayülgen’i rastladığı ilk yerde dövebileceğini söylüyordu. Her zaman mağdurdan yana olan halkımızın sempati ibresi önce Özlem Hanım’ı gösterirken bu açıklamayla birlikte hemen Okan Bayülgen’e dönüverdi. Isınma dönemi bu kez Türköne’ler için başladı... Ve nihayet düne geldik... Son haftaların bence en ilginç gazetecilik olaylarından birini bizimkiler yakalamıştı...
Akşam’ın ilk sayfasından Ebru Toktar imzasıyla giren habere göre Mümtaz’er Türköne’nin eski eşi de tartışmanın ve krizin bir parçası haline gelivermişti. Eski eş Mualla Kavuncu, Mümtaz’er Beyden daha önce bir kaç kez dayak yediğini söylüyordu... Hepsi bu mu? Hayır! İş uzuyordu. Özlem Türköne, Mümtaz’er Hoca ile asistanlığı sırasında ‘kariyer’ yapabilmek için evlenmişti; hem de aralarındaki 18 yaşlık farkı hiçe sayarak...
Hikayesini yazıp, kurgulasanız, bu kadarını denk getiremezsiniz. Ya da üniversitedeki derste “Yahu şu kendi krizini kendin yarat, durumuna bir örnek uydursam” deseniz, böylesini uyduramazsınız...
Eskiden ortada sadece Bayülgen’in krizi vardı, Özlem Hanım ise ‘mağdur kahraman’ rolündeydi... Şimdi üç kişinin birden krizi var: Özlem Hanım’ın, Özlem Hanımın eşinin ve Özlem Hanımın eşinin eski eşinin... Bu arada Bayülgen ne oldu? Çoktan sıyrıldı aradan. Herkes unuttu onu. Krizi falan kalmadı.
Mümtaz’er Bey ve eski eşi konuşmaya devam ederlerse belli ki Özlem Hanımın başı daha çok ağrıyacak. Eğer ortaya Özlem Hanımın kendisi çıkıp konuşursa; durduk yerde yarayı kaşır ve daha da kanatır. Peki kim soğutacak krizi? Bunu yapması gereken tek kişi var: Mümtaz’er Hoca!.. Ona buna sataşmadan, çıkıp özür dileyecek. “Amacını aşan...”, “Yanlış anlaşıldım...” gibi sözlerle ‘standart iletişim hareketleri’(!) sergileyecek; ‘artistik iletişim hareketlerinden’ kaçınacak.
Ancak şimdiden geç kaldı...
Bir uyuyoruz ki, sormayın
Bilirsiniz, ben araştırmalara önem veririm. “Ölçmüyorsan yapma” diyen British Telecom’un efsane CEO’su Sir Ian Vallance’ı aklımdan çıkarmamaya çalışırım. Seçimlerin öncesinde işkembeden atanlarla, bilerek analiz yapanları, biraz da bu anlayış birbirlerinden ayırmıştır. Tüm araştırmalara mı inanırım? Hayır. Bazılarına şüphe ile bakmak gerektiğini bilirim. Örneğin, Edirne halkının %50’sinin Cumhuriyet okuduğunu saptayan araştırma gibi... İki kişiye sormuşlar Edirne’de. Biri “Cumhuriyet okuyorum” demiş...
Ya da dondurmanın denizde boğulmaya neden olduğunu saptayan çıkarsama gibi. Bakmışlar ki, yazın denizde boğulma vakaları artıyor. Bir de dondurma tüketimi... Ee, o halde!..
Türkiye İstatistik Kurumu’nun anket sonuçlarını da dikkatlice ele almak gerektiğini düşünüyorum. Konu: Zaman Kullanımı... 2006 yılına ait sonuçlar geçtiğimiz günlerde açıklanmış.
5070 hanede 15 yaş ve üzerindeki 11 bin 815 kişi ile gerçekleştirilen anketin sonuçlarına göre bir günde yapılan aktivitelerden bazıları şöyle:
Erkekler 8 saat 27 dakika, kadınlar 8 saat 32 dakika uyuyormuş. (Ben iki gruba da girmiyorum...)
Spora erkekler 10, kadınlar 4 dakika ayırıyormuş. (Ben günde 1 saatle fena değilim...)
Kitle iletişim araçları erkeklerin 2 saat 20, kadınların 2 saat 7 dakikasını alıyormuş. (Herhalde dağılım şöyledir: TV 1 saat 10 dakika, telefon 1 saat, gazete 5 dakika, dergi 3 dakika, kitap 2 dakika –uyku getirsin diye)
Çalışma ve iş arama kırsalda 5 saat 1 dakika, kentte 6 saat 6 dakika sürüyormuş. (6 aydır iş arayanlar uzayda yaşıyor olmalılar)
Elbette bu kadar genellenmiş rakamlara bakıp aksiyon alınmaz, strateji oluşturulmaz. Ancak sonuçlar oldukça ilginç. Uzmanların önerdiği oranda uyuyoruz ve günümüzün önemli bir kısmı uyuyarak geçiyor. 8 buçuk saatlik uykunun verdiği sağlık ve güzellik bize yetiyor olmalı ki, spor yapma ihtiyacı duymuyoruz. Çalışmak için ayırdığımız zaman ise ülke ve kendimizin kalkınması için yetiyor olmalı. Yüzlerce şirket, tüketicisine doğru kanallardan ulaşabilmek için her yıl onlarca araştırma yaptırıyor.
Bu anket böyle bir çalışma değil ama pazarlama departmanlarının detaylarını görmesine değecek...
AK Parti milletvekili Özlem Türköne’yi programında konuk eden Okan Bayülgen, Özlem Hanım’a ‘Özlem’ ve ‘Sen’ deyince minik bir kriz çıkmıştı. Her kriz için geçerli olan üç safha vardır. Isınma dönemi, en sıcak dönem ve soğuma dönemi. Bu mini kriz tam unutulduğu, yani soğuma dönemine geçtiği sırada Özlem Hanım’ın eşi Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne’nin kendi ayaklarına yaylım ateşi açan, ‘vur sineme öldür beni’ türünden açıklaması geldi...
Türköne, Bayülgen’i rastladığı ilk yerde dövebileceğini söylüyordu. Her zaman mağdurdan yana olan halkımızın sempati ibresi önce Özlem Hanım’ı gösterirken bu açıklamayla birlikte hemen Okan Bayülgen’e dönüverdi. Isınma dönemi bu kez Türköne’ler için başladı... Ve nihayet düne geldik... Son haftaların bence en ilginç gazetecilik olaylarından birini bizimkiler yakalamıştı...
Akşam’ın ilk sayfasından Ebru Toktar imzasıyla giren habere göre Mümtaz’er Türköne’nin eski eşi de tartışmanın ve krizin bir parçası haline gelivermişti. Eski eş Mualla Kavuncu, Mümtaz’er Beyden daha önce bir kaç kez dayak yediğini söylüyordu... Hepsi bu mu? Hayır! İş uzuyordu. Özlem Türköne, Mümtaz’er Hoca ile asistanlığı sırasında ‘kariyer’ yapabilmek için evlenmişti; hem de aralarındaki 18 yaşlık farkı hiçe sayarak...
Hikayesini yazıp, kurgulasanız, bu kadarını denk getiremezsiniz. Ya da üniversitedeki derste “Yahu şu kendi krizini kendin yarat, durumuna bir örnek uydursam” deseniz, böylesini uyduramazsınız...
Eskiden ortada sadece Bayülgen’in krizi vardı, Özlem Hanım ise ‘mağdur kahraman’ rolündeydi... Şimdi üç kişinin birden krizi var: Özlem Hanım’ın, Özlem Hanımın eşinin ve Özlem Hanımın eşinin eski eşinin... Bu arada Bayülgen ne oldu? Çoktan sıyrıldı aradan. Herkes unuttu onu. Krizi falan kalmadı.
Mümtaz’er Bey ve eski eşi konuşmaya devam ederlerse belli ki Özlem Hanımın başı daha çok ağrıyacak. Eğer ortaya Özlem Hanımın kendisi çıkıp konuşursa; durduk yerde yarayı kaşır ve daha da kanatır. Peki kim soğutacak krizi? Bunu yapması gereken tek kişi var: Mümtaz’er Hoca!.. Ona buna sataşmadan, çıkıp özür dileyecek. “Amacını aşan...”, “Yanlış anlaşıldım...” gibi sözlerle ‘standart iletişim hareketleri’(!) sergileyecek; ‘artistik iletişim hareketlerinden’ kaçınacak.
Ancak şimdiden geç kaldı...
Bir uyuyoruz ki, sormayın
Bilirsiniz, ben araştırmalara önem veririm. “Ölçmüyorsan yapma” diyen British Telecom’un efsane CEO’su Sir Ian Vallance’ı aklımdan çıkarmamaya çalışırım. Seçimlerin öncesinde işkembeden atanlarla, bilerek analiz yapanları, biraz da bu anlayış birbirlerinden ayırmıştır. Tüm araştırmalara mı inanırım? Hayır. Bazılarına şüphe ile bakmak gerektiğini bilirim. Örneğin, Edirne halkının %50’sinin Cumhuriyet okuduğunu saptayan araştırma gibi... İki kişiye sormuşlar Edirne’de. Biri “Cumhuriyet okuyorum” demiş...
Ya da dondurmanın denizde boğulmaya neden olduğunu saptayan çıkarsama gibi. Bakmışlar ki, yazın denizde boğulma vakaları artıyor. Bir de dondurma tüketimi... Ee, o halde!..
Türkiye İstatistik Kurumu’nun anket sonuçlarını da dikkatlice ele almak gerektiğini düşünüyorum. Konu: Zaman Kullanımı... 2006 yılına ait sonuçlar geçtiğimiz günlerde açıklanmış.
5070 hanede 15 yaş ve üzerindeki 11 bin 815 kişi ile gerçekleştirilen anketin sonuçlarına göre bir günde yapılan aktivitelerden bazıları şöyle:
Erkekler 8 saat 27 dakika, kadınlar 8 saat 32 dakika uyuyormuş. (Ben iki gruba da girmiyorum...)
Spora erkekler 10, kadınlar 4 dakika ayırıyormuş. (Ben günde 1 saatle fena değilim...)
Kitle iletişim araçları erkeklerin 2 saat 20, kadınların 2 saat 7 dakikasını alıyormuş. (Herhalde dağılım şöyledir: TV 1 saat 10 dakika, telefon 1 saat, gazete 5 dakika, dergi 3 dakika, kitap 2 dakika –uyku getirsin diye)
Çalışma ve iş arama kırsalda 5 saat 1 dakika, kentte 6 saat 6 dakika sürüyormuş. (6 aydır iş arayanlar uzayda yaşıyor olmalılar)
Elbette bu kadar genellenmiş rakamlara bakıp aksiyon alınmaz, strateji oluşturulmaz. Ancak sonuçlar oldukça ilginç. Uzmanların önerdiği oranda uyuyoruz ve günümüzün önemli bir kısmı uyuyarak geçiyor. 8 buçuk saatlik uykunun verdiği sağlık ve güzellik bize yetiyor olmalı ki, spor yapma ihtiyacı duymuyoruz. Çalışmak için ayırdığımız zaman ise ülke ve kendimizin kalkınması için yetiyor olmalı. Yüzlerce şirket, tüketicisine doğru kanallardan ulaşabilmek için her yıl onlarca araştırma yaptırıyor.
Bu anket böyle bir çalışma değil ama pazarlama departmanlarının detaylarını görmesine değecek...