“Eski günahların gölgesi uzun olur”
01 Aralık 2020 - Yeni Şafak
Çevremde izlemeyene rastlamadım… Kadın-erkek, toplumun o kesimi, bu kesimi, meslek, yaş da fark etmiyor… Bu yıl dördüncü sezonu yayınlanan Masterchef Türkiye’ye ciddi bir ilgi var… Jüri üyeleri ve yarışmacılar seviliyor; program beğeniliyor…
Peki, program bunu hangi yolla başarıyor? Onca başka yapım arasından nasıl sıyrılıyor?
Popüler kültürde kendine yer bulabilmenin hiç de ‘gizli olmayan’ formülü şöyle: Toplumun kültür ve değerlerini dikine keseceksin…
Lisedeki coğrafya derslerini hatırlayalım. Yerin katmanlarını gösteren çizimlerde olduğu gibi toplumun demografisi, kültür ve değerleri üst üste sıralansın… İşte böyle bir tabloda tüm katmanlara temas ederek hepsini ‘dikey kesen’ kişiler ya da kitap, şarkı, dizi, reklam, TV programları gibi ürünler başarılı olabiliyorlar…
Bu teveccühü kazanabilmek için bahsi geçen ürünlerin ‘tekrarlanabilir’ olması da gerekir. O zaman görülecektir ki ‘sabun köpüğü’ etkisi bu işler için geçerli değildir. Yani Gangnam Style gibi bir süre sonra ortadan kaybolan, devamı getirilemeyen ‘popüler’ işler ile ‘popüler kültür’ ürünleri arasında çok ciddi farklar vardır…
Bir sonraki -çok da kolay olmayan- adım ise kalıcılığını kesinleştirip ‘pop klâsiği’ olabilmektir. Sezen Aksu, Nilüfer, Ajda Pekkan, Erol Evgin, Barış Manço, MFÖ gibi sanatçılarımız, ürettikleri ya da seslendirdikleri eserlerle bunu başarabilen isimler arasındadırlar… Tabii ki Beatles ve diğerleri de…
İşte, Masterchef bir popüler kültür ürünüdür derken kastettiğimiz budur… Başarısının sırrı, her kesimden, yaştan, cinsiyetten ‘herkese’ hitap etmesinde, kültür ve değerlere dokunmasındadır…
İddiasını toplumu dikine kesmekten alan bir ürünün ve onun izleyicisinin tahammül edemeyeceklerinin başında da kültür ve değerlerine aykırı davranılması gelir…
Bildiğimiz kadarıyla yarışmanın katılımcılarından birinin akıl almaz küfür ve hakaretler içeren, belli etnik grupları ve ünlü iş insanlarını hedef alan Twitter paylaşımları, böyle bir çelişkinin öznesi olmuş… Sık sık tekrarlarız “Eski günahların gölgesi uzun olur” diye… Her ne kadar program çekilmeden uzun zaman önce yazılmış mesajlar olsa da bunlar bugün de erişilebilir durumda ve ortalığa da saçılmış…
Bu vaka karşısında işine ve izleyicisinin değerlerine sahip çıkan, onlara saygısını sürdüren bir yapım şirketine ya da kişiye tek bir seçenek kalıyor… Kusurlu davranan kişi de dâhil olmak üzere kimse daha fazla yıpranmadan cezayı kesmek, ‘yolları ayırmak’… Nitekim böyle de olmuş, önceki günkü yayında durum, söz konusu yarışmacıya nedenleriyle bildirilmiş, kendisinin de sözlerine ve vedasına imkân verilerek diskalifiye kararı açıklanmış…
Cemal Paşa ve Nâzım Hikmet arasında geçtiği yazılan bir diyalog buraya son derece uygun düşüyor… Milliyet Blog’ta bildirildiğine göre Hikmet, Ahmet Cevat Emre ile birlikte Cemal Paşa’yı ziyarettedir. Cemal Paşa, Hikmet’in şiirlerini dinler ve şöyle der: “Elimden gelse bir ağaç dalına seni astırır, altında oturup ağlardım.”
Bazen böyledir… Kural kuraldır… İstesek de istemesek de sonuçları en çok bizi üzse de gereken yapılmalıdır…
Yapım şirketinin de karar alıcıların da yarışmacının diskalifiye edilmesinden çok memnun olmadıklarını ve bunu hevesle yapmadıklarını biliyoruz… Aksi olsa programda yarışmacıya özel bir zaman ayırmalarına, onu dinlemelerine ve kendisini savunarak özür dilemesine izin vermezlerine gerek olmazdı… Belli ki ceza kesilmiş ama yarışmacıyla birlikte herkes ağlamış…
Olayın daha da büyüyerek bir krize dönüşmemesinin yolu ancak budur… Belki daha da iyisi, hazırlık aşamasında yani adaylar tespit edilirken araştırmaların incelikle yapılarak bu çelişkiye meydan verilmemesi olabilirdi…
Peki, program bunu hangi yolla başarıyor? Onca başka yapım arasından nasıl sıyrılıyor?
Popüler kültürde kendine yer bulabilmenin hiç de ‘gizli olmayan’ formülü şöyle: Toplumun kültür ve değerlerini dikine keseceksin…
Lisedeki coğrafya derslerini hatırlayalım. Yerin katmanlarını gösteren çizimlerde olduğu gibi toplumun demografisi, kültür ve değerleri üst üste sıralansın… İşte böyle bir tabloda tüm katmanlara temas ederek hepsini ‘dikey kesen’ kişiler ya da kitap, şarkı, dizi, reklam, TV programları gibi ürünler başarılı olabiliyorlar…
Bu teveccühü kazanabilmek için bahsi geçen ürünlerin ‘tekrarlanabilir’ olması da gerekir. O zaman görülecektir ki ‘sabun köpüğü’ etkisi bu işler için geçerli değildir. Yani Gangnam Style gibi bir süre sonra ortadan kaybolan, devamı getirilemeyen ‘popüler’ işler ile ‘popüler kültür’ ürünleri arasında çok ciddi farklar vardır…
Bir sonraki -çok da kolay olmayan- adım ise kalıcılığını kesinleştirip ‘pop klâsiği’ olabilmektir. Sezen Aksu, Nilüfer, Ajda Pekkan, Erol Evgin, Barış Manço, MFÖ gibi sanatçılarımız, ürettikleri ya da seslendirdikleri eserlerle bunu başarabilen isimler arasındadırlar… Tabii ki Beatles ve diğerleri de…
İşte, Masterchef bir popüler kültür ürünüdür derken kastettiğimiz budur… Başarısının sırrı, her kesimden, yaştan, cinsiyetten ‘herkese’ hitap etmesinde, kültür ve değerlere dokunmasındadır…
İddiasını toplumu dikine kesmekten alan bir ürünün ve onun izleyicisinin tahammül edemeyeceklerinin başında da kültür ve değerlerine aykırı davranılması gelir…
Bildiğimiz kadarıyla yarışmanın katılımcılarından birinin akıl almaz küfür ve hakaretler içeren, belli etnik grupları ve ünlü iş insanlarını hedef alan Twitter paylaşımları, böyle bir çelişkinin öznesi olmuş… Sık sık tekrarlarız “Eski günahların gölgesi uzun olur” diye… Her ne kadar program çekilmeden uzun zaman önce yazılmış mesajlar olsa da bunlar bugün de erişilebilir durumda ve ortalığa da saçılmış…
Bu vaka karşısında işine ve izleyicisinin değerlerine sahip çıkan, onlara saygısını sürdüren bir yapım şirketine ya da kişiye tek bir seçenek kalıyor… Kusurlu davranan kişi de dâhil olmak üzere kimse daha fazla yıpranmadan cezayı kesmek, ‘yolları ayırmak’… Nitekim böyle de olmuş, önceki günkü yayında durum, söz konusu yarışmacıya nedenleriyle bildirilmiş, kendisinin de sözlerine ve vedasına imkân verilerek diskalifiye kararı açıklanmış…
Cemal Paşa ve Nâzım Hikmet arasında geçtiği yazılan bir diyalog buraya son derece uygun düşüyor… Milliyet Blog’ta bildirildiğine göre Hikmet, Ahmet Cevat Emre ile birlikte Cemal Paşa’yı ziyarettedir. Cemal Paşa, Hikmet’in şiirlerini dinler ve şöyle der: “Elimden gelse bir ağaç dalına seni astırır, altında oturup ağlardım.”
Bazen böyledir… Kural kuraldır… İstesek de istemesek de sonuçları en çok bizi üzse de gereken yapılmalıdır…
Yapım şirketinin de karar alıcıların da yarışmacının diskalifiye edilmesinden çok memnun olmadıklarını ve bunu hevesle yapmadıklarını biliyoruz… Aksi olsa programda yarışmacıya özel bir zaman ayırmalarına, onu dinlemelerine ve kendisini savunarak özür dilemesine izin vermezlerine gerek olmazdı… Belli ki ceza kesilmiş ama yarışmacıyla birlikte herkes ağlamış…
Olayın daha da büyüyerek bir krize dönüşmemesinin yolu ancak budur… Belki daha da iyisi, hazırlık aşamasında yani adaylar tespit edilirken araştırmaların incelikle yapılarak bu çelişkiye meydan verilmemesi olabilirdi…