“Göreceksin bakarsan sevginin zaferini”
18 EKİM 2011
Yaklaşık üç gündür Türkiye, Turkcell reklamını konuşuyor. Karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüşler... Bir yarısı diyor ki:
“Mükemmel reklam. Son derece duygusal. Müzik harika. Otantik oyuncular şahane... Billboardların fotolarını çekip yollama fikri harika! Çok etkileyici!”
İkinci yarısı diyor ki:
“Akparti’nin seçim kampanyası filmini taklit etmeye ne gerek vardı? Zaten diziler salya sümük izlenirken arkasından bir de reklam bu giriyor. Reklam filmi dediğin çok kere izlenebiliyor olmalı. Bu, ikincisinden sonra insanın içini kıyıyor. Turkcell’in özdeşleştiği hedef kitle sadece C1, C2 mi? Bu filmde A ve B’den eser yok.
Nil Karaibrahimgil’e bu beste yakışmamış. Çöpçü sahnesiyle beraber filmin büyüsü ve etkisi yok oluyor. Turkcell’in yeni amblemi de araya gitmiş.”
Bu konuyu karpuzun ikinci yarısında yer alan sevgili yayın ortağım Nilgün Belgüm ile Cumartesi akşamı SkyTürk TV’deki canlı yayında enine boyuna tartışacağız.
Peki “o bunu dedi, o şunu dedi, peki sen ne diyorsun?” diyenlere yanıtım:
Bir: Herkes Turkcell’in reklamını konuşuyor mu? Konuşuyor. Konuşma ve akılda kalma anlamında iş bitmiştir. Satışa ve itibara ne kadar dönüşür; kestirmesi zor.
İki: Ben olsam çöpçüyle başlayan kısmı ayrı bir promosyon filmi yapar, ilk bölümün duygusal kreşendosunu bozmazdım.
Üç: Milli maçın oynandığı gece 21.03’de bütün kanallarda aynı anda yayına girileceği duyurmuşken bir iki gün öncesinden filmi internet ortamına sokup büyüyü bozmazdım... Ellerindeki ‘paylaşma’ kilit mesajını destekleyen billboardlardan vapurlarda bedava gazete, fırınlarda ‘askıda ekmek’ uygulamalarına kadar uzanan çok sayıda PR projesini de aynı gece 21.03’de hepsini devreye sokardım
Turkcell’in bu reklam filminden ne beklediği çok önemli. Garanti Bankası gibi “ben halka çok yakınım” demek istiyorsa, yukarıdaki çekinceler hariç amacına ulaşmıştır.
Bir iki cümle de yeni amblem için edelim:
Bugüne kadar çok başarılı işler çıkarmış olan Fransız Landor firmasına yaptırmışlar. Turkcell Teknoloji tarafından benzeri kullanılıyormuş. Bence çok şık olmuş. İşlevsel de. Bir tek itirazım var: Antenlerin ortasında ambleme üçüncü boyut vermeyi amaçlayan açık renk nokta ve tüm yüzeyin devamındaki degrade sarı renk... Malum, bu tür işlerde gümüş ve altın renklerin kullanımı tehlikelidir. Baskıda ve kullanımda büyük sıkıntı yaratacağı kesin. Zaten kendileri de yerine göre bazen kullanıyorlarmış bazen de iki boyutlu uygulamaya geçiyorlarmış.
“Öğrendim ki insanlar...”
“Öğrendim ki insanlar söylediklerinizi unutuyorlar, yaptıklarınızı unutuyorlar ama hissettirdiklerinizi unutmuyorlar.”
İletişim meselesini kalbinden oklayan bu ‘damardan’ saptama, aynı zamanda aktris de olan Amerikalı şair Maya Angelou’ya ait. Yazar Murat Aykul’un twitter notuyla haberdar olduğumuz bu cümle, siyasetçisinden gazetecisine, işadamından reklam sektörü çalışanına yolu iletişimden geçen herkes için, ‘kulağa küpe’ edilecek kıssadan hisselerden biri...
Aslında ne kadar yalın bir gerçeklik değil mi? Şöyle bir aklınızdan geçirin çevrenizdeki muhabbet yüklü duygularla yaklaştığınız ve de tam tersi, telefonda bile olsa sesini duymaktan hoşlanmayacağınız isimleri... Söyledikleri ve yaptıkları bir yana, size hissettirdikleri diğer yana...
Galiba bütün mesele, birinin bize ‘hissettirdikleri’ ile ‘yaptıklarını’ ve de ‘söylediklerini’ ayrı ayrı değerlendirebilmekte.
Sağlıklı iletişimin yolu da bu ince kıyım ayrımı yapmaktan geçmiyor mu? Hissettikleriniz çok önemlidir ama yeterli olmayabilir. Hele söyledikleriyle yaptıkları uyum içinde olan ve yine de size kendinizi iyi hissettirmeyen birini sevmeyebilir ama takdir edebilirsiniz.
Sözkonusu olan ‘kişi’ değil bir ‘ürün’se; işte bu noktada tamamen hissettiklerimizle kuşatılmış durumdayız. Satın alma davranışımızı tamamen hisler belirliyor çünkü.
“Mükemmel reklam. Son derece duygusal. Müzik harika. Otantik oyuncular şahane... Billboardların fotolarını çekip yollama fikri harika! Çok etkileyici!”
İkinci yarısı diyor ki:
“Akparti’nin seçim kampanyası filmini taklit etmeye ne gerek vardı? Zaten diziler salya sümük izlenirken arkasından bir de reklam bu giriyor. Reklam filmi dediğin çok kere izlenebiliyor olmalı. Bu, ikincisinden sonra insanın içini kıyıyor. Turkcell’in özdeşleştiği hedef kitle sadece C1, C2 mi? Bu filmde A ve B’den eser yok.
Nil Karaibrahimgil’e bu beste yakışmamış. Çöpçü sahnesiyle beraber filmin büyüsü ve etkisi yok oluyor. Turkcell’in yeni amblemi de araya gitmiş.”
Bu konuyu karpuzun ikinci yarısında yer alan sevgili yayın ortağım Nilgün Belgüm ile Cumartesi akşamı SkyTürk TV’deki canlı yayında enine boyuna tartışacağız.
Peki “o bunu dedi, o şunu dedi, peki sen ne diyorsun?” diyenlere yanıtım:
Bir: Herkes Turkcell’in reklamını konuşuyor mu? Konuşuyor. Konuşma ve akılda kalma anlamında iş bitmiştir. Satışa ve itibara ne kadar dönüşür; kestirmesi zor.
İki: Ben olsam çöpçüyle başlayan kısmı ayrı bir promosyon filmi yapar, ilk bölümün duygusal kreşendosunu bozmazdım.
Üç: Milli maçın oynandığı gece 21.03’de bütün kanallarda aynı anda yayına girileceği duyurmuşken bir iki gün öncesinden filmi internet ortamına sokup büyüyü bozmazdım... Ellerindeki ‘paylaşma’ kilit mesajını destekleyen billboardlardan vapurlarda bedava gazete, fırınlarda ‘askıda ekmek’ uygulamalarına kadar uzanan çok sayıda PR projesini de aynı gece 21.03’de hepsini devreye sokardım
Turkcell’in bu reklam filminden ne beklediği çok önemli. Garanti Bankası gibi “ben halka çok yakınım” demek istiyorsa, yukarıdaki çekinceler hariç amacına ulaşmıştır.
Bir iki cümle de yeni amblem için edelim:
Bugüne kadar çok başarılı işler çıkarmış olan Fransız Landor firmasına yaptırmışlar. Turkcell Teknoloji tarafından benzeri kullanılıyormuş. Bence çok şık olmuş. İşlevsel de. Bir tek itirazım var: Antenlerin ortasında ambleme üçüncü boyut vermeyi amaçlayan açık renk nokta ve tüm yüzeyin devamındaki degrade sarı renk... Malum, bu tür işlerde gümüş ve altın renklerin kullanımı tehlikelidir. Baskıda ve kullanımda büyük sıkıntı yaratacağı kesin. Zaten kendileri de yerine göre bazen kullanıyorlarmış bazen de iki boyutlu uygulamaya geçiyorlarmış.
“Öğrendim ki insanlar...”
“Öğrendim ki insanlar söylediklerinizi unutuyorlar, yaptıklarınızı unutuyorlar ama hissettirdiklerinizi unutmuyorlar.”
İletişim meselesini kalbinden oklayan bu ‘damardan’ saptama, aynı zamanda aktris de olan Amerikalı şair Maya Angelou’ya ait. Yazar Murat Aykul’un twitter notuyla haberdar olduğumuz bu cümle, siyasetçisinden gazetecisine, işadamından reklam sektörü çalışanına yolu iletişimden geçen herkes için, ‘kulağa küpe’ edilecek kıssadan hisselerden biri...
Aslında ne kadar yalın bir gerçeklik değil mi? Şöyle bir aklınızdan geçirin çevrenizdeki muhabbet yüklü duygularla yaklaştığınız ve de tam tersi, telefonda bile olsa sesini duymaktan hoşlanmayacağınız isimleri... Söyledikleri ve yaptıkları bir yana, size hissettirdikleri diğer yana...
Galiba bütün mesele, birinin bize ‘hissettirdikleri’ ile ‘yaptıklarını’ ve de ‘söylediklerini’ ayrı ayrı değerlendirebilmekte.
Sağlıklı iletişimin yolu da bu ince kıyım ayrımı yapmaktan geçmiyor mu? Hissettikleriniz çok önemlidir ama yeterli olmayabilir. Hele söyledikleriyle yaptıkları uyum içinde olan ve yine de size kendinizi iyi hissettirmeyen birini sevmeyebilir ama takdir edebilirsiniz.
Sözkonusu olan ‘kişi’ değil bir ‘ürün’se; işte bu noktada tamamen hissettiklerimizle kuşatılmış durumdayız. Satın alma davranışımızı tamamen hisler belirliyor çünkü.