“Helal olsun BP’ye!”…
15 Mayıs 2010 - Marketing Türkiye
Bana sorarsanız gazetelerde en az Sayın Deniz Baykal’a ait olduğu iddia edilen video konusu kadar yer alması gereken, BP'nin (British Petrol) Meksika Körfezi'nde infilak ettikten sonra batan petrol platformunun insanlık âlemine verdiği zarardır...
Oysa necip medyamızın kahir çoğunluğu hiç oralı değil. Oralı olanı da felaketin boyutundan çok, uzmanların pek bir çaresiz buldukları ‘sözüm ona’ kurtarma operasyonunu öne çıkarıyorlar ve BP tüm zamanların en büyük felaketinin ‘kriz iletişimini’ yönetememeye (!) devam ediyor…
***
Bu arada Obama açıktan BP'yi suçladı ve tüm sorumluluğun İngiliz enerji şirketinde olduğunu söyledi…
ABD'de 11 binden fazla insanın gönüllü olarak başvuru yaptığı çevre temizliği için şu ana kadar 4 bin kişi kısa süreli eğitimden geçirilerek temizliğe başlamış. Petrol sızıntısından ortaya çıkan kirlilikle nasıl mücadele edileceği yönünde eğitim alanlar arasında ABD hapishanelerinde yatan mahkûmlar da yer alıyormuş.
Peki, bu arada BP ne yapıyormuş?.. Şu tür açıklamalar yapıyormuş mesela: “Felaketin süresi ve maliyetini kestirmek güç”… Nasıl? İyi değil mi?
***
Petrol kuyusundaki sızıntının meydana geldiği üç noktadan birinin 16 günlük çalışmanın ardından kapatıldığı açıklanmış… Bravo doğrusu… Ya da dostlar alış verişte görsün… BP CEO'su Tony Hayward’ın krizi adam gibi yönetemediği konusunda herkes mutabık… “Kamuoyuna ve halka, şirketin ihmalkâr olmadığı ve soruna yerinde müdahale ettiği yönünde gerekli bilgileri geç vermekle” suçlanıyormuş. Bizim görüşümüze göre ise, BP müthiş bir medya desteği ile gidiyor… Ama bu bile yetmiyor demek ki… “Helal olsun BP’ye!” diyeceğiz herhalde… “Patlamanın oluşturduğu inanılmaz hasarı ama hızlı hallettiler” falan…
ABD yönetimiyle olan iletişiminde de eksiklikleri bulunduğu iddia edilen Hayward, son olarak ortaya çıkacak zararı tahmin etmek için çok erken olduğunu belirterek, "Körfezde devam eden sızıntı durdurulacak ama bunun ne zaman gerçekleşeceğini ve ne kadara mal olacağını şu an bilemiyoruz" demiş. “Şecaat arz ederken merdi Kıpti sirkatin söylermiş” sözünü ne yazık ki İngilizceye çevirmek çok zor…,
***
Denize günde 5 bin ton petrol akmaya devam ediyormuş bu arada... Başta o pelikanlar, deniz ve havadaki canlıların tamamı perişan... Yayılan petrolün büyüklüğü şu anda Jamaika Adası’nın iki katına ulaşmış… Sık kullanılan dramatik deyişle “uzaydan rahatlıkla görülüyormuş”…
Bu gibi durumlarda ilk akla gelen Exxon firmasına ait Exxon Valdes Gemisi battığında çevreye yaydığı petrol, 'dünyanın en büyük felaketi' olarak tanımlanmıştı. Tekrar hatırlatalım: O zaman doğaya yayılan topu topu 40 bin tondu... BP'nin felaketi o noktaya çoktan ulaşmış ve aşmış... İşin acısı orada durmayacak ve nereye kadar gideceği de bilinmiyor.
Durum sizce bizim ne kadar umurumuzda?.. Bu felaketin bizi nasıl etkileyeceğini kaçımız biliyoruz? Kaçımız, bunun ekonomik krize benzemediğinin ve ‘irrevesible’ (geri döndürülemez) olduğunun bilincinde… Bor’un pazarı geçtiğinde eşeği sürecek bir Niğde olmadığını fark ettiğimizde iş işten kesinlikle geçmiş olacak…
Dikkat ‘engagement management’ geliyor!..
Finansal hizmetler firması Goldman Sachs tarafından tüm dünyada başlatılan bir proje bu. 5 yılı kapsaması planlanıyor. Tüm dünyada 10.000 kadına "Girişimcilik ve Yöneticilik" eğitimleri verilecekmiş.
Türkiye'deki ayağını Özyeğin Üniversitesi Girişimcilik Merkezi üstlenmiş.
3 yıl içinde Türkiye'de 340 kadına eğitim verilmesi planlanmış.
İlk eğitimler bu sene içinde başlamış. 1225 kadın arasından 85’i bu eğitimi almaya hak kazanmış.
Bana projeyi anlatmak için bir e-posta yollayan İpek İlyasoğlu, “Ne mutlu bana ki o kadınlardan birisi de benim” diye not düşmüş ve şöyle devam etmiş:
“Ne şartlarda çalışmaya çalıştığımı, hedeflerimi, eksiklerimi, neyi öğrenmek istediğimi anlattım. Sonuç olarak 19 Temmuz'da ilk dersime gireceğim. Girişimciliğin Temel İlkeleri, Pazarlama ve Satış, Süreç Yönetimi ve Organizasyonel Planlama, Finans ve Muhasebe, Sermayeye Erişim ve İş Planı Geliştirme eğitimleri alacağım. Gelecekte çok büyük faydasını göreceğimden eminim. www.10000kadin.org adresindeki sitede konu çok daha detaylı anlatılmış durumda, oradan da inceleyebilirsiniz.”
İpek Hanım’ın verdiği adrese girdim. Her sekmesine baktım… Çok ilginç…
“Neden 10.000 Kadın?” başlığı altında şu not var:
“Eşitsizliğin azaltılmasının ve küreselleşmenin faydalarının daha geniş bir kesime yayılmasını sağlamanın en önemli ve çoğunlukla göz ardı edilen koşullarından biri gelişmekte olan ülkelerde, özellikle kadınlar için fırsatlar oluşturmaya önayak olacak, güçlü ve gelişen bir girişimciler, yöneticiler ve finansal liderler sınıfının oluşmasıdır…”
İletişim dünyasında bizde Selim Oktar kardeşimizin başını çektiği ‘engagement management’ (bağlılık yönetimi) stratejisinin mükemmel örneklerinden biri… Hem şu sıra çeşitli krizlerle boğuşmak zorunda olsa da Goldman Sachs adına hem de Özyeğin Üniversitesi için… İleride sık sık döneceğimiz ‘engagement management’ konusu, zaman zaman ‘ver kurtul’ olarak anlaşılabilen Kurumsal Sosyal Sorumluluk (Corporate Social Responsiblity) yaklaşımı ve Sosyal Paydaşlık (Stakeholder) anlayışının belki tam olarak yerini almasa da onları zenginleştirecek ve derinleştirecek bir ‘ilişki yönetimi’ yapısı olarak iletişim uygulamaları gündeminde önemli bir yer tutacağa benziyor…
Yıllardır gerek üniversitelerdeki derslerimizde, gerekse konferanslarımızda ‘uygulamalı bir bilim alanı’ olan ve en az kuramları kadar sahada ‘aslan vurma’ başarısının öne çıktığı konu başlıklarımız arasında en çok üzerinde durduğumuz nokta, “iletişim” ile “ilişki” arasındaki temel farklardı…
Uzun bir süredir, ‘ilişki yönetiminin’ giderek daha büyük önem kazanacağını, çift yönlü simetrik yaklaşımın yolunu açan ve onu hızlandırıp verimi artıran uygulamalara izin vereceğini anlatıyor; ‘tek yönlü asimetrik’ uygulamalara her zaman geçit veren klasik iletişimin ise mutlaka transformasyondan geçmesi gerektiğini vurguluyorduk.
10.000 Kadın Projesi, ilişki yönetimi odaklı itibar çalışmalarına en mükemmel örneklerden… İzlemenizde yarar var…
Hasankeyf ve Doğa’cılar direniyor…
Bizim şirkette uzunca bir süre birlikte çalıştığımız Yücel Sönmez çat kapı gelmedi. Ben Akşam gazetesinde Ilısu barajı üzerine bir yazı yazdım. O da bana bir e-posta attı. “İsteseniz gelip anlatayım” dedi, “Nasılsa kimse yazmıyor. Siz de yazmazsınız; ama yine de bilgilenmenizde yarar olabilir”… Provokasyon fena değildi hani… Aktivistlerin hepsinde vardır bu ‘alürler’…
Uzunca sohbet ettik. Ardından bana sayfalar dolusu doküman yolladı… Onları edinmek isteyen Marketing Türkiye adresime e-posta atabilir; hepsini gönderebilirim… Ilısu Barajı inşaatı bugün niçin bir türlü başlayamıyor; Bir doğa ve tarih hazinesi, kültür mirası Hasankeyf hâlâ niye sular altında kalmıyor; Niçin uluslar arası bankalar kredilerini durduruyorlar; Neden bizim yerli bankalar meseleyi oldu bittiye getiremiyor; Anlamak mümkün…
Yücel Sönmez ([email protected]) Doğa Derneği’nde Kurumsal İletişim Koordinatörü olarak çalışıyor… Ben Doğa Derneği’ni sevmem ama beğenirim. Hem de çok takdir ederim. Beğenmek ve sevmek arasındaki farkın ayırtına varmış olanlar beni gayet iyi anlayacaklardır… Canlılığın korunması için Doğa Derneği’nin verdiği mücadele her türlü takdirin üzerindedir. Bu nedenle de sonuna kadar desteklerim…
Hasankeyf’te ilk raunt sanki Doğa’cıların olmuş… Umalım başarıları sürdürülebilsin…
Türk şarapları Türkiye markasını uçurabilir…
Türkiye markası üzerine kafa patlatmak çok gündemde… Ankara’da yasayla önü açılmış olan ‘Kamu Diplomasisi’ çalışmaları ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen’in önderliğinde yürütülen Türkiye markası projesi sonuç vermek üzere…
Türkiye’nin marka vaadini oluşturacak birkaç iletişim ve ilişki kanalı var. Kent markasına yatırım; oradan ülke markasına katma değer bunlardan bir tanesi… Bir diğeri de sektörlerden yola çıkarak hayata geçiriliyor…
Türk derisi üzerine yürütülen deri kampanyası… Turquality Projesi… Sportif Faaliyetler, Dünya Basketbol Şampiyonası, Universiad 2011 Kış Oyunları, Fenerbahçe Acıbadem’in final oynaması vb…
Bu konsept içinde Türk Şarabı da müthiş bir yol izliyor… Ne yazık ki TİM’in (Dış Ticaret Meclisi) liderliğinde hareket eden Birlikler gibi bir türlü toparlanıp ortak hareket edemiyorlar…
Oysa tek tek hepsi çok başarılı... Geçenlerde Doluca’da Alçıtepe diye bir şarap geldi. İnanılmaz… Ne emek, ne zahmet… Ne plan, ne proje… Ayhan Sicimoğlu’nun deyişiyle “Hastasıyım”… Doluca’dan hastası olduğum diğer şarapları Sarafin Shiraz, Signium…
Bizim Bozcaada’nın Corvus’undan (Y. Mim. Reşit Soley) ben Corpus’u tercih ederdim… Blend serisi de fena değildir… Blend 3’e kadar tattık… Fakat bir Blend 4 çıkmış ki, dillere destan… Kavaklıdere’nin Egeo Syrah’ı, Pendore’si, Cote d’Avonos’u; Sevilen’den Sauvignon Blanc…
Gülor’dan Cabernet-Shiraz ve Merlot… Selendi 2006…
Bunların hepsi uluslar arası standartlarda şaraplar. Çok önemli ‘hakemler’ daha yeni bir araya geldiler. Puanlamalarında Türk şarapları sınıfı geçti…
İş üç nalla bir ata kalmıştır… Şimdi bir araya gelme vaktidir… Hem Türk şarap markalarını hem de Türkiye markasını merkeze koyan stratejilerin hayata geçirilmesi için herkes ev ödevini yapmıştır. Girin bu büyük şarap markalarının web sitelerine göreceksiniz, nerelere geldiklerini. Şimdi bütün yollar dünyaya çıkmalı… Türkiye sınırları dar gelmeli bu güzelim şaraplara…
Oysa necip medyamızın kahir çoğunluğu hiç oralı değil. Oralı olanı da felaketin boyutundan çok, uzmanların pek bir çaresiz buldukları ‘sözüm ona’ kurtarma operasyonunu öne çıkarıyorlar ve BP tüm zamanların en büyük felaketinin ‘kriz iletişimini’ yönetememeye (!) devam ediyor…
***
Bu arada Obama açıktan BP'yi suçladı ve tüm sorumluluğun İngiliz enerji şirketinde olduğunu söyledi…
ABD'de 11 binden fazla insanın gönüllü olarak başvuru yaptığı çevre temizliği için şu ana kadar 4 bin kişi kısa süreli eğitimden geçirilerek temizliğe başlamış. Petrol sızıntısından ortaya çıkan kirlilikle nasıl mücadele edileceği yönünde eğitim alanlar arasında ABD hapishanelerinde yatan mahkûmlar da yer alıyormuş.
Peki, bu arada BP ne yapıyormuş?.. Şu tür açıklamalar yapıyormuş mesela: “Felaketin süresi ve maliyetini kestirmek güç”… Nasıl? İyi değil mi?
***
Petrol kuyusundaki sızıntının meydana geldiği üç noktadan birinin 16 günlük çalışmanın ardından kapatıldığı açıklanmış… Bravo doğrusu… Ya da dostlar alış verişte görsün… BP CEO'su Tony Hayward’ın krizi adam gibi yönetemediği konusunda herkes mutabık… “Kamuoyuna ve halka, şirketin ihmalkâr olmadığı ve soruna yerinde müdahale ettiği yönünde gerekli bilgileri geç vermekle” suçlanıyormuş. Bizim görüşümüze göre ise, BP müthiş bir medya desteği ile gidiyor… Ama bu bile yetmiyor demek ki… “Helal olsun BP’ye!” diyeceğiz herhalde… “Patlamanın oluşturduğu inanılmaz hasarı ama hızlı hallettiler” falan…
ABD yönetimiyle olan iletişiminde de eksiklikleri bulunduğu iddia edilen Hayward, son olarak ortaya çıkacak zararı tahmin etmek için çok erken olduğunu belirterek, "Körfezde devam eden sızıntı durdurulacak ama bunun ne zaman gerçekleşeceğini ve ne kadara mal olacağını şu an bilemiyoruz" demiş. “Şecaat arz ederken merdi Kıpti sirkatin söylermiş” sözünü ne yazık ki İngilizceye çevirmek çok zor…,
***
Denize günde 5 bin ton petrol akmaya devam ediyormuş bu arada... Başta o pelikanlar, deniz ve havadaki canlıların tamamı perişan... Yayılan petrolün büyüklüğü şu anda Jamaika Adası’nın iki katına ulaşmış… Sık kullanılan dramatik deyişle “uzaydan rahatlıkla görülüyormuş”…
Bu gibi durumlarda ilk akla gelen Exxon firmasına ait Exxon Valdes Gemisi battığında çevreye yaydığı petrol, 'dünyanın en büyük felaketi' olarak tanımlanmıştı. Tekrar hatırlatalım: O zaman doğaya yayılan topu topu 40 bin tondu... BP'nin felaketi o noktaya çoktan ulaşmış ve aşmış... İşin acısı orada durmayacak ve nereye kadar gideceği de bilinmiyor.
Durum sizce bizim ne kadar umurumuzda?.. Bu felaketin bizi nasıl etkileyeceğini kaçımız biliyoruz? Kaçımız, bunun ekonomik krize benzemediğinin ve ‘irrevesible’ (geri döndürülemez) olduğunun bilincinde… Bor’un pazarı geçtiğinde eşeği sürecek bir Niğde olmadığını fark ettiğimizde iş işten kesinlikle geçmiş olacak…
Dikkat ‘engagement management’ geliyor!..
Finansal hizmetler firması Goldman Sachs tarafından tüm dünyada başlatılan bir proje bu. 5 yılı kapsaması planlanıyor. Tüm dünyada 10.000 kadına "Girişimcilik ve Yöneticilik" eğitimleri verilecekmiş.
Türkiye'deki ayağını Özyeğin Üniversitesi Girişimcilik Merkezi üstlenmiş.
3 yıl içinde Türkiye'de 340 kadına eğitim verilmesi planlanmış.
İlk eğitimler bu sene içinde başlamış. 1225 kadın arasından 85’i bu eğitimi almaya hak kazanmış.
Bana projeyi anlatmak için bir e-posta yollayan İpek İlyasoğlu, “Ne mutlu bana ki o kadınlardan birisi de benim” diye not düşmüş ve şöyle devam etmiş:
“Ne şartlarda çalışmaya çalıştığımı, hedeflerimi, eksiklerimi, neyi öğrenmek istediğimi anlattım. Sonuç olarak 19 Temmuz'da ilk dersime gireceğim. Girişimciliğin Temel İlkeleri, Pazarlama ve Satış, Süreç Yönetimi ve Organizasyonel Planlama, Finans ve Muhasebe, Sermayeye Erişim ve İş Planı Geliştirme eğitimleri alacağım. Gelecekte çok büyük faydasını göreceğimden eminim. www.10000kadin.org adresindeki sitede konu çok daha detaylı anlatılmış durumda, oradan da inceleyebilirsiniz.”
İpek Hanım’ın verdiği adrese girdim. Her sekmesine baktım… Çok ilginç…
“Neden 10.000 Kadın?” başlığı altında şu not var:
“Eşitsizliğin azaltılmasının ve küreselleşmenin faydalarının daha geniş bir kesime yayılmasını sağlamanın en önemli ve çoğunlukla göz ardı edilen koşullarından biri gelişmekte olan ülkelerde, özellikle kadınlar için fırsatlar oluşturmaya önayak olacak, güçlü ve gelişen bir girişimciler, yöneticiler ve finansal liderler sınıfının oluşmasıdır…”
İletişim dünyasında bizde Selim Oktar kardeşimizin başını çektiği ‘engagement management’ (bağlılık yönetimi) stratejisinin mükemmel örneklerinden biri… Hem şu sıra çeşitli krizlerle boğuşmak zorunda olsa da Goldman Sachs adına hem de Özyeğin Üniversitesi için… İleride sık sık döneceğimiz ‘engagement management’ konusu, zaman zaman ‘ver kurtul’ olarak anlaşılabilen Kurumsal Sosyal Sorumluluk (Corporate Social Responsiblity) yaklaşımı ve Sosyal Paydaşlık (Stakeholder) anlayışının belki tam olarak yerini almasa da onları zenginleştirecek ve derinleştirecek bir ‘ilişki yönetimi’ yapısı olarak iletişim uygulamaları gündeminde önemli bir yer tutacağa benziyor…
Yıllardır gerek üniversitelerdeki derslerimizde, gerekse konferanslarımızda ‘uygulamalı bir bilim alanı’ olan ve en az kuramları kadar sahada ‘aslan vurma’ başarısının öne çıktığı konu başlıklarımız arasında en çok üzerinde durduğumuz nokta, “iletişim” ile “ilişki” arasındaki temel farklardı…
Uzun bir süredir, ‘ilişki yönetiminin’ giderek daha büyük önem kazanacağını, çift yönlü simetrik yaklaşımın yolunu açan ve onu hızlandırıp verimi artıran uygulamalara izin vereceğini anlatıyor; ‘tek yönlü asimetrik’ uygulamalara her zaman geçit veren klasik iletişimin ise mutlaka transformasyondan geçmesi gerektiğini vurguluyorduk.
10.000 Kadın Projesi, ilişki yönetimi odaklı itibar çalışmalarına en mükemmel örneklerden… İzlemenizde yarar var…
Hasankeyf ve Doğa’cılar direniyor…
Bizim şirkette uzunca bir süre birlikte çalıştığımız Yücel Sönmez çat kapı gelmedi. Ben Akşam gazetesinde Ilısu barajı üzerine bir yazı yazdım. O da bana bir e-posta attı. “İsteseniz gelip anlatayım” dedi, “Nasılsa kimse yazmıyor. Siz de yazmazsınız; ama yine de bilgilenmenizde yarar olabilir”… Provokasyon fena değildi hani… Aktivistlerin hepsinde vardır bu ‘alürler’…
Uzunca sohbet ettik. Ardından bana sayfalar dolusu doküman yolladı… Onları edinmek isteyen Marketing Türkiye adresime e-posta atabilir; hepsini gönderebilirim… Ilısu Barajı inşaatı bugün niçin bir türlü başlayamıyor; Bir doğa ve tarih hazinesi, kültür mirası Hasankeyf hâlâ niye sular altında kalmıyor; Niçin uluslar arası bankalar kredilerini durduruyorlar; Neden bizim yerli bankalar meseleyi oldu bittiye getiremiyor; Anlamak mümkün…
Yücel Sönmez ([email protected]) Doğa Derneği’nde Kurumsal İletişim Koordinatörü olarak çalışıyor… Ben Doğa Derneği’ni sevmem ama beğenirim. Hem de çok takdir ederim. Beğenmek ve sevmek arasındaki farkın ayırtına varmış olanlar beni gayet iyi anlayacaklardır… Canlılığın korunması için Doğa Derneği’nin verdiği mücadele her türlü takdirin üzerindedir. Bu nedenle de sonuna kadar desteklerim…
Hasankeyf’te ilk raunt sanki Doğa’cıların olmuş… Umalım başarıları sürdürülebilsin…
Türk şarapları Türkiye markasını uçurabilir…
Türkiye markası üzerine kafa patlatmak çok gündemde… Ankara’da yasayla önü açılmış olan ‘Kamu Diplomasisi’ çalışmaları ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen’in önderliğinde yürütülen Türkiye markası projesi sonuç vermek üzere…
Türkiye’nin marka vaadini oluşturacak birkaç iletişim ve ilişki kanalı var. Kent markasına yatırım; oradan ülke markasına katma değer bunlardan bir tanesi… Bir diğeri de sektörlerden yola çıkarak hayata geçiriliyor…
Türk derisi üzerine yürütülen deri kampanyası… Turquality Projesi… Sportif Faaliyetler, Dünya Basketbol Şampiyonası, Universiad 2011 Kış Oyunları, Fenerbahçe Acıbadem’in final oynaması vb…
Bu konsept içinde Türk Şarabı da müthiş bir yol izliyor… Ne yazık ki TİM’in (Dış Ticaret Meclisi) liderliğinde hareket eden Birlikler gibi bir türlü toparlanıp ortak hareket edemiyorlar…
Oysa tek tek hepsi çok başarılı... Geçenlerde Doluca’da Alçıtepe diye bir şarap geldi. İnanılmaz… Ne emek, ne zahmet… Ne plan, ne proje… Ayhan Sicimoğlu’nun deyişiyle “Hastasıyım”… Doluca’dan hastası olduğum diğer şarapları Sarafin Shiraz, Signium…
Bizim Bozcaada’nın Corvus’undan (Y. Mim. Reşit Soley) ben Corpus’u tercih ederdim… Blend serisi de fena değildir… Blend 3’e kadar tattık… Fakat bir Blend 4 çıkmış ki, dillere destan… Kavaklıdere’nin Egeo Syrah’ı, Pendore’si, Cote d’Avonos’u; Sevilen’den Sauvignon Blanc…
Gülor’dan Cabernet-Shiraz ve Merlot… Selendi 2006…
Bunların hepsi uluslar arası standartlarda şaraplar. Çok önemli ‘hakemler’ daha yeni bir araya geldiler. Puanlamalarında Türk şarapları sınıfı geçti…
İş üç nalla bir ata kalmıştır… Şimdi bir araya gelme vaktidir… Hem Türk şarap markalarını hem de Türkiye markasını merkeze koyan stratejilerin hayata geçirilmesi için herkes ev ödevini yapmıştır. Girin bu büyük şarap markalarının web sitelerine göreceksiniz, nerelere geldiklerini. Şimdi bütün yollar dünyaya çıkmalı… Türkiye sınırları dar gelmeli bu güzelim şaraplara…