“Karanlığın Penceresinden”...
17 EYLÜL 2011
Prof. Dr. Sevil Atasoy’un Bersay İletişim Enstitüsü’nde (BİE) bir grup iletişimciye hitaben yaptığı konuşmanın metnine, yıllarca hapis yattıktan sonra suçsuzluğu ispatlanmış insanlara dair söylediklerine şöyle bir göz atarken şu Tayvanlı masum ve kurşuna dizilmiş asker aklıma düşüvermesin mi?..
Hani Çarşamba günkü gazetelerde, 14 yıl önce küçük bir kıza tecavüz edip öldürmek suçuyla infaz edilip masum olduğu ortaya çıkan Çiang Kuo-Çing adlı asker. Tayvan Devlet Başkanı, o’nun fotoğrafı önünde eğilip ailesinden özür dilemişti.
***
Tıptan ticarete, iletişimden hukuka kadar pek çok alanda teoriyle pratik arasındaki, ‘işin kitabı’ ile hayatın bizzat kendisi arasındaki tuhaf ilişki, uygulamacı olanları da akademisyenlerini de çok yakından ilgilendirmek durumundadır. Bu devirde kimin bu işlere kafayı taktığı ise meçhul tabii…
Dün, İskender Pala’nın “İki Darbe Arasında: İlginç Zamanlar” adlı kitabından yola çıkarak, iktidar erkiyle muhalifleri arasındaki ‘dünya görüşü’ kaynaklı çatışmalardan doğan ‘dramatik insanlık durumları’na değinmeye çalışmış ve Cemil Meriç’in şu muhteşem ifadesini hatırlatmıştım:“İnsafını kaybedenler hiçbir hakikati bütünüyle kavrayamazlar.”
“Adalet duygusu”, örneğin hukuk felsefesinin derinliklerinde kimbilir nerelere dal budak salıyordur? Diğer yandan hayat, getirdiği büyük acılarına ilaç olsun diye, dört bir yanda ‘adalet’i aratıyor içimizden birilerine... Ateşler düştüğü yeri gerçekten de cürmü kadar yakıyor. Romanlara, şiirlere, filmlere giren adalet duygusunu veya, örneğin hukuk felsefesinin yokuşlu yollarındaki vicdanı aramak, ‘hakikate talip olanlar’ın meselesi. Hakikate değil ‘kralcılığa’ talip olanların halet-i ruhiyesini de ‘okumak’ mümkün elbette.
İşin ilginci, iktidar erkinin egemen bakışı, insaf duygusundan nasiplendiği ölçüde ‘rahim devlet’ kavramındaki yoğunluğa ne kadar çok yakınlaşıyorsa, ‘kraldan çok kralcı’ takımı da o ölçüde ve silikleşen fotokopi yazısı gibi suretin sureti halinde sığlaşabiliyor.
***
Yayına hazırlanan BİE’nin üçüncü kitabı “Çizginin Dışındakiler”de yer alan konuşmacılardan Prof. Dr. Sevil Atasoy, “Karanlığın Penceresinden” adını verdiği sunumunda bir bilim insanı olmasına rağmen ‘hayatın içinden’ verdiği capcanlı örneklerle, teoriyle pratiği buluşturarak diyor ki:
“Ceza-adalet sisteminin içindeki karanlıktan söz etmek istiyorum size. Örneğin masum oldukları halde demir parmaklıklar arkasına gönderdiğimiz insanlardan. Bu konu bütün dünya için karanlıktadır. Suçlu olduğu halde delil bulunamadığı için elini kolunu sallayarak aramızda dolaşan kişilerin karanlığından bahsedeceğim bir de.”
Doksanlı yıllarda Türkiye’de yapılan bir araştırmada tutuklananların yüzde 25’inin suçsuz yere tutuklandığı ortaya çıkmış. “Nerede hata yapılıyor?” sorusuna Sevil Atasoy, “Birinin 155’i arayıp ‘Şurada bir şey olmuş, gördüm’ dediği andan, zanlının yargıç önüne çıkarıldığı ve de duruşmalar tamamlanıp hüküm verildiği noktaya kadar çeşitli aşamalarda hata yapılıyor.” diyerek yanıt veriyor.
Sadece “görgü tanıklığı” safhasında neler olabileceğini de Sevil Hanım şöyle anlatıyor:
“Öğrencilerime sıklıkla yaptığım bir deney var. Ben konuşurken odaya birisi giriyor, bir şeyler yapıp çıkıyor. Biraz sonra, ‘İçeriye biri girdi mi girmedi mi?’ diye soruyorum. Bir bölüm insan o anda benim anlattıklarıma daldığı için ‘girmedi’ diyor. Bir bölüm insan ‘girdi’ diyor; fakat giren kişinin cinsiyetini dahi hatırlayamayabiliyor. Pantalonu siyahken beyaz diyen, saçı beyazken siyah diyen insanlar oluyor.”
Evet, insan beyni... Teoriler bir yanda... Hayat bir yanda... Peki ya iddialarımızın kesinliği ve keskinliğine ne diyeceğiz?
Mangalda kül bırakmayanlarımıza...
Not: Dün yayımlanan Kitap Eki’mizdeki yazımda “Dünya Görüşü” adlı kitapla ilgili olarak Bersay İletişim Enstitüsü’nün web adresini yanlış yazmışım. Doğrusu www.bersayenstitu.com.tr olacaktı. Düzeltir, özür dilerim…
Hani Çarşamba günkü gazetelerde, 14 yıl önce küçük bir kıza tecavüz edip öldürmek suçuyla infaz edilip masum olduğu ortaya çıkan Çiang Kuo-Çing adlı asker. Tayvan Devlet Başkanı, o’nun fotoğrafı önünde eğilip ailesinden özür dilemişti.
***
Tıptan ticarete, iletişimden hukuka kadar pek çok alanda teoriyle pratik arasındaki, ‘işin kitabı’ ile hayatın bizzat kendisi arasındaki tuhaf ilişki, uygulamacı olanları da akademisyenlerini de çok yakından ilgilendirmek durumundadır. Bu devirde kimin bu işlere kafayı taktığı ise meçhul tabii…
Dün, İskender Pala’nın “İki Darbe Arasında: İlginç Zamanlar” adlı kitabından yola çıkarak, iktidar erkiyle muhalifleri arasındaki ‘dünya görüşü’ kaynaklı çatışmalardan doğan ‘dramatik insanlık durumları’na değinmeye çalışmış ve Cemil Meriç’in şu muhteşem ifadesini hatırlatmıştım:“İnsafını kaybedenler hiçbir hakikati bütünüyle kavrayamazlar.”
“Adalet duygusu”, örneğin hukuk felsefesinin derinliklerinde kimbilir nerelere dal budak salıyordur? Diğer yandan hayat, getirdiği büyük acılarına ilaç olsun diye, dört bir yanda ‘adalet’i aratıyor içimizden birilerine... Ateşler düştüğü yeri gerçekten de cürmü kadar yakıyor. Romanlara, şiirlere, filmlere giren adalet duygusunu veya, örneğin hukuk felsefesinin yokuşlu yollarındaki vicdanı aramak, ‘hakikate talip olanlar’ın meselesi. Hakikate değil ‘kralcılığa’ talip olanların halet-i ruhiyesini de ‘okumak’ mümkün elbette.
İşin ilginci, iktidar erkinin egemen bakışı, insaf duygusundan nasiplendiği ölçüde ‘rahim devlet’ kavramındaki yoğunluğa ne kadar çok yakınlaşıyorsa, ‘kraldan çok kralcı’ takımı da o ölçüde ve silikleşen fotokopi yazısı gibi suretin sureti halinde sığlaşabiliyor.
***
Yayına hazırlanan BİE’nin üçüncü kitabı “Çizginin Dışındakiler”de yer alan konuşmacılardan Prof. Dr. Sevil Atasoy, “Karanlığın Penceresinden” adını verdiği sunumunda bir bilim insanı olmasına rağmen ‘hayatın içinden’ verdiği capcanlı örneklerle, teoriyle pratiği buluşturarak diyor ki:
“Ceza-adalet sisteminin içindeki karanlıktan söz etmek istiyorum size. Örneğin masum oldukları halde demir parmaklıklar arkasına gönderdiğimiz insanlardan. Bu konu bütün dünya için karanlıktadır. Suçlu olduğu halde delil bulunamadığı için elini kolunu sallayarak aramızda dolaşan kişilerin karanlığından bahsedeceğim bir de.”
Doksanlı yıllarda Türkiye’de yapılan bir araştırmada tutuklananların yüzde 25’inin suçsuz yere tutuklandığı ortaya çıkmış. “Nerede hata yapılıyor?” sorusuna Sevil Atasoy, “Birinin 155’i arayıp ‘Şurada bir şey olmuş, gördüm’ dediği andan, zanlının yargıç önüne çıkarıldığı ve de duruşmalar tamamlanıp hüküm verildiği noktaya kadar çeşitli aşamalarda hata yapılıyor.” diyerek yanıt veriyor.
Sadece “görgü tanıklığı” safhasında neler olabileceğini de Sevil Hanım şöyle anlatıyor:
“Öğrencilerime sıklıkla yaptığım bir deney var. Ben konuşurken odaya birisi giriyor, bir şeyler yapıp çıkıyor. Biraz sonra, ‘İçeriye biri girdi mi girmedi mi?’ diye soruyorum. Bir bölüm insan o anda benim anlattıklarıma daldığı için ‘girmedi’ diyor. Bir bölüm insan ‘girdi’ diyor; fakat giren kişinin cinsiyetini dahi hatırlayamayabiliyor. Pantalonu siyahken beyaz diyen, saçı beyazken siyah diyen insanlar oluyor.”
Evet, insan beyni... Teoriler bir yanda... Hayat bir yanda... Peki ya iddialarımızın kesinliği ve keskinliğine ne diyeceğiz?
Mangalda kül bırakmayanlarımıza...
Not: Dün yayımlanan Kitap Eki’mizdeki yazımda “Dünya Görüşü” adlı kitapla ilgili olarak Bersay İletişim Enstitüsü’nün web adresini yanlış yazmışım. Doğrusu www.bersayenstitu.com.tr olacaktı. Düzeltir, özür dilerim…