“Mutluluk, yalnızca artan kârda değildir”...Z Raporu - 01 Şubat 2023
Yılın ilk sayısında Der Spiegel dergisi ‘araştırmacı gazeteciliğin’ önemli bir örneğini sergileyerek “Marx aslında haklı mıydı?” başlıklı çalışmayı yayınladı. Karl Marx’ı da kapağa aldı.
İşin özünü baştan ifade etmeye çalışalım… Kapitalizm tıkandı. Ekonomide refahın haksız dağılımını körükleyen ‘büyüme odaklı liberalizm’, kaynakları hızla tüketiyor. Sonuç ise bireysel ve toplumsal mutsuzluktan, bu mutsuzluğun sürekli yaygınlaşmasından öteye gidemiyor.
Üç araştırmacının, Thomas Schulz, Susanne Beyer ve Simon Book’un imzasıyla yayınlanan makalede ilginç pek çok röportaj ve alıntıya yer verilmiş.
İngiliz Lordlar Kamarası üyesi, bir dönem Dünya Bankası’nda Başkan Yardımcılığı da yapan London School of Economics’in direktörü Minouche Shafik, resmi çok net çekmiş: “Maddi refah son 50 yılda muazzam bir şekilde artmasına rağmen, birçok ülkede insanların toplumsal sözleşme ve onun sağladığı hayat nedeniyle hayal kırıklığına uğradığı bir zamanda yaşıyoruz.”
Cambridge mezunu filozof Eva von Redecker durumu daha da iyi özetlemiş: “Kapitalizm hayatı yok eder.”
22 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin yatırımcılarından, 2 milyon satan “Başarı İlkeleri” kitabının yazarı Ray Dalio diyor ki; “Kapitalizmin acilen temelden reforme edilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, hak ettiği şekilde yok olacaktır.”
Kapitalizm eleştirisinin bizzat kapitalistlerin ağzından gelmesi yeni bir şey değil… Bu konudaki en ‘şaşırtan’ açıklamaların, ülkemizdekiler de dâhil olmak üzere en beklenmedik şirketlerin, holdinglerin sahipleri tarafından ifade edildiğine hep birlikte şahit olduk…
Ürettiği mutsuzluk ayyuka çıkmış bu sistemin reddedilemez meselesi ise gelir dağılımı adaletsizliği… Alman Ekonomik Araştırma Enstitüsü’ne (DIW) göre, toplumun ilk yüzde 10’luk kesimi, ülkenin servetinin 3’te 2’sinden fazlasına sahipmiş. Alt yarının tamamı ise yüzde 1,3 ile yetiniyormuş. Yine Alman toplumunun en alttaki 10’da 1’inin satın alma gücü, 1995 ile 2019 arasında yüzde 5’in biraz altında artarken, ilk 10’da 1’inin satın alma gücü yüzde 40 oranında yükselmiş.
Mutsuzluğun tek kaynağının mevcut durum olduğuna çok da emin olmamak lazım. Daha vahimi, umutların da giderek yitirilmesi… Der Spiegel, genç nesillerin, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar artık ‘kazanan tarafta’ yer alamayacaklarına inandıklarını belirtmiş. Hızla yükselen kiralar, daralan emekli maaşları, daha uzun bir çalışma hayatı da bu inancın oluşmasında önemli paya sahipmiş. Derginin yayınladığı 18 ila 32 yaşındakiler arasında yapılan anketin sonuçlarına göre, katılımcıların yaklaşık 4’te 3’ü emekli maaşı seviyelerinin düşmesinden endişe ediyormuş.
Ray Dalio’nun açıklamalarına göre; ABD’deki durum daha da betermiş: “Çoğunluğun geliri on yıllar boyunca ya çok az arttı veya hiç artmadı. Buna karşılık, en tepedeki yüzde 1’in geliri, modern neoliberal çağın başlangıcı olan 1980’den bu yana neredeyse 3 katına çıktı.”
Dolap beygiri gibi olduğumuz yerde dönüp duruyorsak, kapitalizm ne işe yarıyor?! İşte söz konusu sorgulama; alternatif yolların yüksek sesle dile getirilmesine neden oluyor…
Kafasını bu konuya takanlardan biri de Tokyo Üniversitesi’nden felsefe profesörü Kohei Saito… Doktora tezini 2016’da Berlin’deki Humboldt Üniversitesi’nde yazan Saito, 2020 yılında yayınladığı kitabında da iklim krizini, Marxist bir analizle “kapitalist üretimin bir tezahürü” olarak yorumlamış (Saito’yu anlamak için “Karl Marx’ın Ekososyalizmi: Sermaye Doğa ve Ekonomi Politiğin Yarım Kalmış Eleştirisi” adıyla Türkçe basılmış kitabından faydalanmak mümkün).
Peki, insanın ve doğanın büyük hasarlar aldığı bu sisteme karşı ne yapılabilir? Getirilen öneri şu: Büyüme bir kenara bırakılabilir, üretim yavaşlatılabilir ve zenginlik (refah) stratejik bir şekilde yeniden dağıtılabilir.
Meşhur iklim aktivisti Greta Gunberg’in kurucusu olduğu “Fridays for Future”ın Almanya’daki sözcüsü 24 yaşındaki Carla Reemtsma, “Sistemde sadece birkaç kişi için değil, herkes için daha iyi yaşam sağlayacak köklü bir değişiklik” ihtiyacından bahsediyor. Bunun için de bazı örnekleri veriyor: “Devlet, bireysel arabaları sübvanse etmek yerine, araba paylaşımını, herkesin faydalanacağı demiryolu ve bisiklet yollarının genişletilmesini teşvik etmeli. Hükûmetin yazın 3 ay süreyle uyguladığı demiryolu ve yerel ulaşım için 9 avroluk bilet hem sosyal rahatlama için hem de ekolojik olarak mantıklıydı.”
Ekonomist Mariana Mazzucato da devlet destekli politikaların ağırlık kazanması gerektiğinin altını çizmiş. Pazarın, 21. yüzyılın zorluklarına, özellikle de iklim değişikliğine karşı mücadelede tek başına hiçbir şansı olmadığını savunan Mazzucato, yönü ve iddialı sosyal hedefleri tayin etmesi gerekenin devlet olduğunu vurgulamış…
Peki bunca zamandır kapitalizm tarafından sistemli bir şekilde “büyüme=refah” tezine inandırılmışken bu işin içinden nasıl çıkacağız?
Surrey Üniversitesi’nde akademisyen, ekonomist ve düşünür Tim Jackson, ‘sürekli daha fazlasına ihtiyaç duyan kapitalizm’ fikri için “kültürel bir büyüme miti”, dahası “saçmalık” diyor ve ekliyor “2000 yılından bu yana avro bölgesi zaten ortalama yüzde birden fazla büyümedi.”
Der Spiegel, tam da bu noktada Nobel Ekonomi Ödüllü Robert Solow’un görüşlerine yer vermiş. Solow: “Hiçbir şey, temel olarak, bir ekonominin mutlak büyüklüğüne bağlı değil… Nüfusun çoğunluğu, daha az şey tüketerek, eğlenceye ve hizmetlere daha çok odaklanarak ekolojik ayak izini azaltmaya karar verirse; bu karara göre hareket etmek, ekonomik açıdan da kesinlikle yanlış olmaz.”
Der Spiegel bunun başarılabilir bir hedef olduğunu göstermek için bazı örneklere de yer vermiş. En çarpıcılarından biri İsviçreli orta ölçekli Freitag adlı şirket… Freitag, 25 ülkeye yılda 400 bin çanta ve cüzdan satıyormuş. Asla ve asla daha fazlasını değil. Sebebi ise kaynak sıkıntısı, pazarın daralması ya da başka bir şey değilmiş. 400 bin çantanın üzerine çıkmamalarının tek sebebi; bu kadarla ‘memnun’ olmaları imiş.
30 yıldır faaliyet gösteren şirketin kurucuları, birincil hedeflerinin “Daha yüksek, daha hızlı, daha ileri” olmadığını, bunun yerine “Herkesin işiyle iyi ve mutlu yaşayabilmesinin” önemli olduğunu ve “mutluluğun” yalnızca artan kârda yatmadığını söylemişler.
Yılın ilk sayısında Der Spiegel dergisi ‘araştırmacı gazeteciliğin’ önemli bir örneğini sergileyerek “Marx aslında haklı mıydı?” başlıklı çalışmayı yayınladı. Karl Marx’ı da kapağa aldı.
İşin özünü baştan ifade etmeye çalışalım… Kapitalizm tıkandı. Ekonomide refahın haksız dağılımını körükleyen ‘büyüme odaklı liberalizm’, kaynakları hızla tüketiyor. Sonuç ise bireysel ve toplumsal mutsuzluktan, bu mutsuzluğun sürekli yaygınlaşmasından öteye gidemiyor.
Üç araştırmacının, Thomas Schulz, Susanne Beyer ve Simon Book’un imzasıyla yayınlanan makalede ilginç pek çok röportaj ve alıntıya yer verilmiş.
İngiliz Lordlar Kamarası üyesi, bir dönem Dünya Bankası’nda Başkan Yardımcılığı da yapan London School of Economics’in direktörü Minouche Shafik, resmi çok net çekmiş: “Maddi refah son 50 yılda muazzam bir şekilde artmasına rağmen, birçok ülkede insanların toplumsal sözleşme ve onun sağladığı hayat nedeniyle hayal kırıklığına uğradığı bir zamanda yaşıyoruz.”
Cambridge mezunu filozof Eva von Redecker durumu daha da iyi özetlemiş: “Kapitalizm hayatı yok eder.”
22 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin yatırımcılarından, 2 milyon satan “Başarı İlkeleri” kitabının yazarı Ray Dalio diyor ki; “Kapitalizmin acilen temelden reforme edilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, hak ettiği şekilde yok olacaktır.”
Kapitalizm eleştirisinin bizzat kapitalistlerin ağzından gelmesi yeni bir şey değil… Bu konudaki en ‘şaşırtan’ açıklamaların, ülkemizdekiler de dâhil olmak üzere en beklenmedik şirketlerin, holdinglerin sahipleri tarafından ifade edildiğine hep birlikte şahit olduk…
Ürettiği mutsuzluk ayyuka çıkmış bu sistemin reddedilemez meselesi ise gelir dağılımı adaletsizliği… Alman Ekonomik Araştırma Enstitüsü’ne (DIW) göre, toplumun ilk yüzde 10’luk kesimi, ülkenin servetinin 3’te 2’sinden fazlasına sahipmiş. Alt yarının tamamı ise yüzde 1,3 ile yetiniyormuş. Yine Alman toplumunun en alttaki 10’da 1’inin satın alma gücü, 1995 ile 2019 arasında yüzde 5’in biraz altında artarken, ilk 10’da 1’inin satın alma gücü yüzde 40 oranında yükselmiş.
Mutsuzluğun tek kaynağının mevcut durum olduğuna çok da emin olmamak lazım. Daha vahimi, umutların da giderek yitirilmesi… Der Spiegel, genç nesillerin, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar artık ‘kazanan tarafta’ yer alamayacaklarına inandıklarını belirtmiş. Hızla yükselen kiralar, daralan emekli maaşları, daha uzun bir çalışma hayatı da bu inancın oluşmasında önemli paya sahipmiş. Derginin yayınladığı 18 ila 32 yaşındakiler arasında yapılan anketin sonuçlarına göre, katılımcıların yaklaşık 4’te 3’ü emekli maaşı seviyelerinin düşmesinden endişe ediyormuş.
Ray Dalio’nun açıklamalarına göre; ABD’deki durum daha da betermiş: “Çoğunluğun geliri on yıllar boyunca ya çok az arttı veya hiç artmadı. Buna karşılık, en tepedeki yüzde 1’in geliri, modern neoliberal çağın başlangıcı olan 1980’den bu yana neredeyse 3 katına çıktı.”
Dolap beygiri gibi olduğumuz yerde dönüp duruyorsak, kapitalizm ne işe yarıyor?! İşte söz konusu sorgulama; alternatif yolların yüksek sesle dile getirilmesine neden oluyor…
Kafasını bu konuya takanlardan biri de Tokyo Üniversitesi’nden felsefe profesörü Kohei Saito… Doktora tezini 2016’da Berlin’deki Humboldt Üniversitesi’nde yazan Saito, 2020 yılında yayınladığı kitabında da iklim krizini, Marxist bir analizle “kapitalist üretimin bir tezahürü” olarak yorumlamış (Saito’yu anlamak için “Karl Marx’ın Ekososyalizmi: Sermaye Doğa ve Ekonomi Politiğin Yarım Kalmış Eleştirisi” adıyla Türkçe basılmış kitabından faydalanmak mümkün).
Peki, insanın ve doğanın büyük hasarlar aldığı bu sisteme karşı ne yapılabilir? Getirilen öneri şu: Büyüme bir kenara bırakılabilir, üretim yavaşlatılabilir ve zenginlik (refah) stratejik bir şekilde yeniden dağıtılabilir.
Meşhur iklim aktivisti Greta Gunberg’in kurucusu olduğu “Fridays for Future”ın Almanya’daki sözcüsü 24 yaşındaki Carla Reemtsma, “Sistemde sadece birkaç kişi için değil, herkes için daha iyi yaşam sağlayacak köklü bir değişiklik” ihtiyacından bahsediyor. Bunun için de bazı örnekleri veriyor: “Devlet, bireysel arabaları sübvanse etmek yerine, araba paylaşımını, herkesin faydalanacağı demiryolu ve bisiklet yollarının genişletilmesini teşvik etmeli. Hükûmetin yazın 3 ay süreyle uyguladığı demiryolu ve yerel ulaşım için 9 avroluk bilet hem sosyal rahatlama için hem de ekolojik olarak mantıklıydı.”
Ekonomist Mariana Mazzucato da devlet destekli politikaların ağırlık kazanması gerektiğinin altını çizmiş. Pazarın, 21. yüzyılın zorluklarına, özellikle de iklim değişikliğine karşı mücadelede tek başına hiçbir şansı olmadığını savunan Mazzucato, yönü ve iddialı sosyal hedefleri tayin etmesi gerekenin devlet olduğunu vurgulamış…
Peki bunca zamandır kapitalizm tarafından sistemli bir şekilde “büyüme=refah” tezine inandırılmışken bu işin içinden nasıl çıkacağız?
Surrey Üniversitesi’nde akademisyen, ekonomist ve düşünür Tim Jackson, ‘sürekli daha fazlasına ihtiyaç duyan kapitalizm’ fikri için “kültürel bir büyüme miti”, dahası “saçmalık” diyor ve ekliyor “2000 yılından bu yana avro bölgesi zaten ortalama yüzde birden fazla büyümedi.”
Der Spiegel, tam da bu noktada Nobel Ekonomi Ödüllü Robert Solow’un görüşlerine yer vermiş. Solow: “Hiçbir şey, temel olarak, bir ekonominin mutlak büyüklüğüne bağlı değil… Nüfusun çoğunluğu, daha az şey tüketerek, eğlenceye ve hizmetlere daha çok odaklanarak ekolojik ayak izini azaltmaya karar verirse; bu karara göre hareket etmek, ekonomik açıdan da kesinlikle yanlış olmaz.”
Der Spiegel bunun başarılabilir bir hedef olduğunu göstermek için bazı örneklere de yer vermiş. En çarpıcılarından biri İsviçreli orta ölçekli Freitag adlı şirket… Freitag, 25 ülkeye yılda 400 bin çanta ve cüzdan satıyormuş. Asla ve asla daha fazlasını değil. Sebebi ise kaynak sıkıntısı, pazarın daralması ya da başka bir şey değilmiş. 400 bin çantanın üzerine çıkmamalarının tek sebebi; bu kadarla ‘memnun’ olmaları imiş.
30 yıldır faaliyet gösteren şirketin kurucuları, birincil hedeflerinin “Daha yüksek, daha hızlı, daha ileri” olmadığını, bunun yerine “Herkesin işiyle iyi ve mutlu yaşayabilmesinin” önemli olduğunu ve “mutluluğun” yalnızca artan kârda yatmadığını söylemişler.