“Ne işin var senin bu topraklarda?”
12 Mayıs 2020 - Yeni Şafak
Soruyorlar… Bizi kastederek kendilerine soruyorlar. “Sen kendini ne zannediyorsun da aslında olman gereken yerde, mesela Orta Asya’da değil de buralarda, Hıristiyan Batı’nın egemen olması gereken topraklardasın?”
“Nasıl bir aymazlık içindesin ki Türk ve Müslüman kimliğine bakmadan, bizimle bizim oyunumuzu oynamaya çalışıyorsun?!”… “Ekonomini ve siyasî yönetimi bize bağladığın sürece bir sıkıntı yok da, bir de kalkmış ‘millî bağımsızlık’ şiarıyla dökülüyorsun ortalığa! Haddini bildirmek lazım senin!”
Köpekleri sevmesek, doğaya saygımız olmasa “Hoşt!” demek işten bile değil!
Hâlâ bilmeyenlerimiz, anlamayanlarımız kaldıysa tam zamanıdır… Batı’nın bize bakışı budur… Kendinden olmayanlara, siyahlara, Müslümanlara, Orta Doğululara, Afrikalılara, Asyalılara karşı tavrı hep buydu… Bazen Haçlı Seferleri’nde olduğu gibi yedi düvel bir araya gelerek bizzat… Bazen “Bizim çocuklar başardı” diyerek, 12 Eylül 1980 askeri darbesinde olduğu gibi aracılar vasıtasıyla… Bazen de son bir yıldır olduğu gibi finansal enstrümanları devreye sokarak daha sofistike yollarla…
Bunlar Batı’nın oyun kurucu, hükmedici ya da kısaca ‘sömürgeci’ pozisyonunu sağlam tutmak için dönemin koşullarına göre dönüştürerek uyguladığı yollardır… Kendi itibarlarına da çok düşkün oldukları için kullandıkları terminoloji kadar taktik ve stratejileri de özenle seçerler…
İnsanları yüzyıllarca köleleştirir… Gider ülkesine çöreklenir… Zanaatına kadar her şeyinin üstüne konar… Hindistan’ı işgal eder… Sonra da Hint kumaşlarının kendi ürünlerine rakip olmaması için el tezgâhlarında kumaş dokuyan Hintli ustaların ellerini keser… Afyon kullanmıyor diye Çin’e savaş açar…
1600’lü yıllardaki vahşetini bugün tekrarlayabilmesi mümkün müdür? Hayır… Artık daha sofistike araçlara ihtiyaç duymaktadır Batı… Yoksa MS 500 ile 1500 yılları arasında karanlık çağında hayvandan beter bir yaşam ve vahşet sürse de bugün evrensel ‘insan haklarının mucidi ve yılmaz uygulayıcısı’ kimliğine halel gelir…
Peki ne yapar? Yeni yöntemler dener…
Böyle bir tabloda ekonomiden savunmaya pek çok alanda bağımsızlığını korumak için bütün tedbirleri alan, ihracatı, yerli üretimi destekleyen politikalar güden ülkemiz, elbette ki bu ‘vahşilerin’ ve onların ülkemiz içindeki iz düşümlerinin canını sıkacaktır… O zaman da finansal savaş baltalarını devreye alarak yolumuza taş koymak isterler…
13 Ağustos 2018’den beri yaşanan çeşitli finansal saldırıları hatırlayalım… Yeni taktikleri budur işte…
Hepsi dirayet ve disiplinle finansal savunma enstrümanlarını devreye sokan hükümetimiz tarafından defedilmişti. Son saldırı da geçen hafta, ‘13 Ağustos finansal darbe girişimi’nde olduğu gibi yine Londra kaynaklı yaşandı…
2019, tabir yerindeyse ‘yalanın bininin bir para’ olduğu bir yıldı… “Dolar 10 TL olacak, faizler artacak” diye yırtınanlara cevap, etkin ekonomi yönetimi tarafından verildi… Hem kur hem enflasyon hem de faizler düştü. Faizler 10 puandan fazla düştü ama kur yukarı yönelmedi… Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın Yeni Ekonomi Programı’nın (YEP) meyveleri toplandı…
Bu arada Koronavirüs salgını ise aniden tüm dünyayı etkisi altına aldı. Ticareti yavaşlattı… Gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışları yaşanmaya başladı... Türkiye ekonomisine saldırmak için fırsat kollayan Londra da bunu kullandı tabii… Hızla düşen faizin, yakalanan özgüvenin ve değişen küresel ticaret dengesinin en büyük potansiyel oluşturduğu Türkiye’yi sıkıştırıp iktidarı devirmek, yerine kendi adamlarını getirmek için hamlesini yaptı.
Piyasaları ve vatandaşı tedirgin etmek için “Rezervler eridi” spekülasyonu ortaya atıldı. Bakan Albayrak tarafından rezervlerle ilgili bir sıkıntı olmadığı dile getirilse de tezvirata ara vermediler.
SWAP kanalları kapanan Londra, olası döviz ihtiyacını fırsata çevirmek ve ülkemizde yeniden yüksek faiz ile enflasyona neden olmak için TL cephanesine ihtiyaç duyuyordu. Bunun için yüksek faizle Türkiye’de mevduatlarda duran ya da kredi kanallarında bekleyen TL’yi Londra’ya taşımaya çalıştı.
Vatandaş gelirini korusun, sanayici, esnaf, çalışan işini kaybetmesin diye en düşük maliyetlerle verilen destekleri baltalamak için piyasalara sunulan 200 milyar TL’yi Londra’ya çekmek amacıyla Türk Lirası’na Londra’da yüzde 25’lerde faiz verdiler. Yabancı firmalara kredi çektirerek Londra’da hesap açtırıp, içerdeki işbirlikçileri ile TL mevduatları Londra’ya taşımak için türlü kurnazlığı yaptılar.
Bu hikâye durup durup yeniden yazılmaya, tezgâhlar sürekli yeniden kurulmaya çalışılıyor… Ancak tüm melanet girişimleri gelip bir yere çarpıyor… Çarptığı yer, işte millet iradesi ve onu temsil edenlerin vazgeçmedikleri mücadele gücü, hani şairin “Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var” dediği kırmızı çizgileri, kesin sınırlarıdır…
“Nasıl bir aymazlık içindesin ki Türk ve Müslüman kimliğine bakmadan, bizimle bizim oyunumuzu oynamaya çalışıyorsun?!”… “Ekonomini ve siyasî yönetimi bize bağladığın sürece bir sıkıntı yok da, bir de kalkmış ‘millî bağımsızlık’ şiarıyla dökülüyorsun ortalığa! Haddini bildirmek lazım senin!”
Köpekleri sevmesek, doğaya saygımız olmasa “Hoşt!” demek işten bile değil!
Hâlâ bilmeyenlerimiz, anlamayanlarımız kaldıysa tam zamanıdır… Batı’nın bize bakışı budur… Kendinden olmayanlara, siyahlara, Müslümanlara, Orta Doğululara, Afrikalılara, Asyalılara karşı tavrı hep buydu… Bazen Haçlı Seferleri’nde olduğu gibi yedi düvel bir araya gelerek bizzat… Bazen “Bizim çocuklar başardı” diyerek, 12 Eylül 1980 askeri darbesinde olduğu gibi aracılar vasıtasıyla… Bazen de son bir yıldır olduğu gibi finansal enstrümanları devreye sokarak daha sofistike yollarla…
Bunlar Batı’nın oyun kurucu, hükmedici ya da kısaca ‘sömürgeci’ pozisyonunu sağlam tutmak için dönemin koşullarına göre dönüştürerek uyguladığı yollardır… Kendi itibarlarına da çok düşkün oldukları için kullandıkları terminoloji kadar taktik ve stratejileri de özenle seçerler…
İnsanları yüzyıllarca köleleştirir… Gider ülkesine çöreklenir… Zanaatına kadar her şeyinin üstüne konar… Hindistan’ı işgal eder… Sonra da Hint kumaşlarının kendi ürünlerine rakip olmaması için el tezgâhlarında kumaş dokuyan Hintli ustaların ellerini keser… Afyon kullanmıyor diye Çin’e savaş açar…
1600’lü yıllardaki vahşetini bugün tekrarlayabilmesi mümkün müdür? Hayır… Artık daha sofistike araçlara ihtiyaç duymaktadır Batı… Yoksa MS 500 ile 1500 yılları arasında karanlık çağında hayvandan beter bir yaşam ve vahşet sürse de bugün evrensel ‘insan haklarının mucidi ve yılmaz uygulayıcısı’ kimliğine halel gelir…
Peki ne yapar? Yeni yöntemler dener…
Böyle bir tabloda ekonomiden savunmaya pek çok alanda bağımsızlığını korumak için bütün tedbirleri alan, ihracatı, yerli üretimi destekleyen politikalar güden ülkemiz, elbette ki bu ‘vahşilerin’ ve onların ülkemiz içindeki iz düşümlerinin canını sıkacaktır… O zaman da finansal savaş baltalarını devreye alarak yolumuza taş koymak isterler…
13 Ağustos 2018’den beri yaşanan çeşitli finansal saldırıları hatırlayalım… Yeni taktikleri budur işte…
Hepsi dirayet ve disiplinle finansal savunma enstrümanlarını devreye sokan hükümetimiz tarafından defedilmişti. Son saldırı da geçen hafta, ‘13 Ağustos finansal darbe girişimi’nde olduğu gibi yine Londra kaynaklı yaşandı…
2019, tabir yerindeyse ‘yalanın bininin bir para’ olduğu bir yıldı… “Dolar 10 TL olacak, faizler artacak” diye yırtınanlara cevap, etkin ekonomi yönetimi tarafından verildi… Hem kur hem enflasyon hem de faizler düştü. Faizler 10 puandan fazla düştü ama kur yukarı yönelmedi… Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın Yeni Ekonomi Programı’nın (YEP) meyveleri toplandı…
Bu arada Koronavirüs salgını ise aniden tüm dünyayı etkisi altına aldı. Ticareti yavaşlattı… Gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışları yaşanmaya başladı... Türkiye ekonomisine saldırmak için fırsat kollayan Londra da bunu kullandı tabii… Hızla düşen faizin, yakalanan özgüvenin ve değişen küresel ticaret dengesinin en büyük potansiyel oluşturduğu Türkiye’yi sıkıştırıp iktidarı devirmek, yerine kendi adamlarını getirmek için hamlesini yaptı.
Piyasaları ve vatandaşı tedirgin etmek için “Rezervler eridi” spekülasyonu ortaya atıldı. Bakan Albayrak tarafından rezervlerle ilgili bir sıkıntı olmadığı dile getirilse de tezvirata ara vermediler.
SWAP kanalları kapanan Londra, olası döviz ihtiyacını fırsata çevirmek ve ülkemizde yeniden yüksek faiz ile enflasyona neden olmak için TL cephanesine ihtiyaç duyuyordu. Bunun için yüksek faizle Türkiye’de mevduatlarda duran ya da kredi kanallarında bekleyen TL’yi Londra’ya taşımaya çalıştı.
Vatandaş gelirini korusun, sanayici, esnaf, çalışan işini kaybetmesin diye en düşük maliyetlerle verilen destekleri baltalamak için piyasalara sunulan 200 milyar TL’yi Londra’ya çekmek amacıyla Türk Lirası’na Londra’da yüzde 25’lerde faiz verdiler. Yabancı firmalara kredi çektirerek Londra’da hesap açtırıp, içerdeki işbirlikçileri ile TL mevduatları Londra’ya taşımak için türlü kurnazlığı yaptılar.
Bu hikâye durup durup yeniden yazılmaya, tezgâhlar sürekli yeniden kurulmaya çalışılıyor… Ancak tüm melanet girişimleri gelip bir yere çarpıyor… Çarptığı yer, işte millet iradesi ve onu temsil edenlerin vazgeçmedikleri mücadele gücü, hani şairin “Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var” dediği kırmızı çizgileri, kesin sınırlarıdır…