“Sevgi anlaşmak değildir”
07 Kasım 2020 - Yeni Şafak
“Sevgi anlaşmak değildir”
Başlıktaki şarkıyı bilmeyen yoktur herhâlde… Özdemir Erdoğan’a ait bu söz, farkında olarak ya da olmayarak hepimizin ‘bildiği’ bir duruma denk düşer…
Bazen karşımızdakini çok severiz ama bazı tutumlarını, davranışlarını beğenmeyiz… Bu bir çelişki midir? Asla! Çünkü sevginin ön koşulu anlaşmak değil, ‘değerler’de buluşmaktır.
Vefatını büyük üzüntüyle öğrendiğimiz Timur Selçuk ile aramızdaki ilişki de böyleydi. Aynı ‘dünya görüşü’ne sahip değildik ama Timur’u yürekten takdir eder ve severdim…
Çünkü her zaman sahip çıktığı değerleri vardı. İlkelerine sadıktı. Kendisini ne zaman arasam, bir ricada bulunsam büyük bir ilgi gösterirdi. O da benim gibi ‘aynı dünya görüşünde’ olmamamızı muhabbetimizin, karşılıklı sevgimizin önüne bir engel olarak koymazdı.
Bu özelliği onu yalnızca benim sevmeme vesile olmadı tabii… Birden fazla kuşağın sevgisini kazanmayı başaran, tüm toplum kesimlerince sahiplenilen pek az insandan, değerden biriydi.
Hem kişilikli duruş sahibi olmak hem de insanların ortak ruhi şekillenmesinde sağlam bir yer edinmek zor iştir. Ancak siyasi ya da başka görüş ayrılıklarına rağmen bizi bir arada tutan çimentoyu, sevgiyi sağlayan da budur. İlişkilerimizde ortak değerler üzerinden birbirimizi sevmeyi başarabilirsek o ‘karpuz efekti’ denilen yarılmadan da kurtulabiliriz belki… Ne mutlu ki ona, bunu başaran azınlığa dâhildi…
Aileden başlayan müthiş bir sanat eğitimi vardı… Türk sanat müziği bestecisi Münir Nurettin Selçuk ve tiyatro sanatçısı Şehime Erton’un oğlu olarak dünyaya geldi. Beş yaşında piyano çalmaya başlamış, yedi yaşında ilk konserini vermiş Timur. Galatasaray Lisesi ve İstanbul Belediye Konservatuvarı piyano bölümünü bitirmiş. Bestecilik ve Orkestra Yönetimi öğrenimini Paris’teki École Normale de Musique’de tamamlamış… İstanbul Oda Orkestrası ile Çağdaş Müzik Merkezi’nin de kurucusu…
Kalanını biliyorsunuz zaten… Yüzlerce beste, albümler, 45’likler ve tiyatro oyunlarının müzikleri…
Bunca emeğe ve eğitime rağmen mütevazı bir hayat yaşıyordu. Bunu, 2006 yılında Özlem Gürses’le birlikte yaptığımız televizyon programına konuk olduğunda şöyle anlatmıştı: “Eğer adalet, hukuk, telif hakkı doğru dürüst çalışsaydı bırakın benimkileri babamın sadece iki eseri sayesinde buraya helikopter gelir, boğazda bekleyen dev tekneme binip giderdim!”
Bilmeyenin, sevmeyenin olmadığı eserlerin çok sevilen bestecisi nurlar içinde yatsın…
Naifliği ‘satmaya’ kalkanın vay hâline!
İzmir depreminin bıraktığı enkazdan 65 saat sonra çıkarılan 3 yaşındaki Elif Perinçek’in kurtarıcısının parmağına sıkı sıkıya tutunması hepimizi çok etkiledi… O fotoğraf geleneksel ve sosyal medyada binlerce kez paylaşıldı….
Bu aynı zamanda umudun çocuk saflığında bir tezahürü, yaşama tutunmanın güçlü bir sembolüydü.
Sonra bunun bir de resmedilmiş versiyonunu gösterdi arkadaşlar. Fotoğraftaki güç ve naifliği son derece yalın çizgilerle yansıtan, bizim hislerimizi kâğıda dökebilmiş çok başarılı bir çizimdi… Instagram’daki Hisli Şeyler hesabı tarafından tasarlanarak paylaşılmıştı…
Başlıktaki şarkıyı bilmeyen yoktur herhâlde… Özdemir Erdoğan’a ait bu söz, farkında olarak ya da olmayarak hepimizin ‘bildiği’ bir duruma denk düşer…
Bazen karşımızdakini çok severiz ama bazı tutumlarını, davranışlarını beğenmeyiz… Bu bir çelişki midir? Asla! Çünkü sevginin ön koşulu anlaşmak değil, ‘değerler’de buluşmaktır.
Vefatını büyük üzüntüyle öğrendiğimiz Timur Selçuk ile aramızdaki ilişki de böyleydi. Aynı ‘dünya görüşü’ne sahip değildik ama Timur’u yürekten takdir eder ve severdim…
Çünkü her zaman sahip çıktığı değerleri vardı. İlkelerine sadıktı. Kendisini ne zaman arasam, bir ricada bulunsam büyük bir ilgi gösterirdi. O da benim gibi ‘aynı dünya görüşünde’ olmamamızı muhabbetimizin, karşılıklı sevgimizin önüne bir engel olarak koymazdı.
Bu özelliği onu yalnızca benim sevmeme vesile olmadı tabii… Birden fazla kuşağın sevgisini kazanmayı başaran, tüm toplum kesimlerince sahiplenilen pek az insandan, değerden biriydi.
Hem kişilikli duruş sahibi olmak hem de insanların ortak ruhi şekillenmesinde sağlam bir yer edinmek zor iştir. Ancak siyasi ya da başka görüş ayrılıklarına rağmen bizi bir arada tutan çimentoyu, sevgiyi sağlayan da budur. İlişkilerimizde ortak değerler üzerinden birbirimizi sevmeyi başarabilirsek o ‘karpuz efekti’ denilen yarılmadan da kurtulabiliriz belki… Ne mutlu ki ona, bunu başaran azınlığa dâhildi…
Aileden başlayan müthiş bir sanat eğitimi vardı… Türk sanat müziği bestecisi Münir Nurettin Selçuk ve tiyatro sanatçısı Şehime Erton’un oğlu olarak dünyaya geldi. Beş yaşında piyano çalmaya başlamış, yedi yaşında ilk konserini vermiş Timur. Galatasaray Lisesi ve İstanbul Belediye Konservatuvarı piyano bölümünü bitirmiş. Bestecilik ve Orkestra Yönetimi öğrenimini Paris’teki École Normale de Musique’de tamamlamış… İstanbul Oda Orkestrası ile Çağdaş Müzik Merkezi’nin de kurucusu…
Kalanını biliyorsunuz zaten… Yüzlerce beste, albümler, 45’likler ve tiyatro oyunlarının müzikleri…
Bunca emeğe ve eğitime rağmen mütevazı bir hayat yaşıyordu. Bunu, 2006 yılında Özlem Gürses’le birlikte yaptığımız televizyon programına konuk olduğunda şöyle anlatmıştı: “Eğer adalet, hukuk, telif hakkı doğru dürüst çalışsaydı bırakın benimkileri babamın sadece iki eseri sayesinde buraya helikopter gelir, boğazda bekleyen dev tekneme binip giderdim!”
Bilmeyenin, sevmeyenin olmadığı eserlerin çok sevilen bestecisi nurlar içinde yatsın…
Naifliği ‘satmaya’ kalkanın vay hâline!
İzmir depreminin bıraktığı enkazdan 65 saat sonra çıkarılan 3 yaşındaki Elif Perinçek’in kurtarıcısının parmağına sıkı sıkıya tutunması hepimizi çok etkiledi… O fotoğraf geleneksel ve sosyal medyada binlerce kez paylaşıldı….
Bu aynı zamanda umudun çocuk saflığında bir tezahürü, yaşama tutunmanın güçlü bir sembolüydü.
Sonra bunun bir de resmedilmiş versiyonunu gösterdi arkadaşlar. Fotoğraftaki güç ve naifliği son derece yalın çizgilerle yansıtan, bizim hislerimizi kâğıda dökebilmiş çok başarılı bir çizimdi… Instagram’daki Hisli Şeyler hesabı tarafından tasarlanarak paylaşılmıştı…
Çizimi beğenen yalnızca biz değildik ki, pek çok sosyal medya platformunda paylaşıldığına tanık olduk.
Buraya kadar hiçbir şey Elif’in yaşama tutunma anının berraklığına leke sürememişti. Ta ki Trendyol’daki Hediye Hanem adlı bir mağaza çizimi alıp kahve bardağı, anahtarlık gibi hediyelik eşyalara basıp satmaya kalkana kadar…
Sosyal medyadan tepkiler yağdı… Haber siteleri bu acıdan rant sağlama işini eleştirdi… Trendyol ve Hediye Hanem kendi elleriyle inşa ettikleri bir krizin içine düştüler.
Çizimin sahibi Hisli Şeyler hesabı, çok doğru bir yol izleyerek hemen, eserlerinin ‘çalınarak’ ticari bir kazanca dönüştürülmesi karşısındaki duygularını ve izleyecekleri hukuki yolu belirten bir açıklama yaptı…
Trendyol da dün açıklama yayınlayarak söz konusu ürünleri platformdan kaldırdıklarını, mağazanın da tüm satışlarının durdurulduğunu belirtti.
Naiflik ticari amaçla kullanıldığı zaman etkisini tamamen kaybeder ve tersine döner… ‘Kendi krizine neden olma’nın emsali bu vakanın hem Trendyol hem de Hediye Hanem üzerinde etkileri olacaktır…
Trendyol her ne kadar özür dilese de hem hırsızlık mahsulü hem de toplumun maneviyatını zedeleyen ürünlerin platformda hiç yer almasını engellemediği için bu krizden nasibini alacak. Hediye Hanem içinse durum çok daha vahim…
Krizler kırılan vazolar gibidir… Özür dilemek, süreci ‘doğru’ yönetmek belki vazoyu yapıştırır ama hiçbir zaman eski hâline döndüremez… Bir tortu mutlaka kalır… Bu tortunun ne kadar büyük olacağı ise krizin ve ‘krizin iletişiminin’ nasıl yönetildiği ile ilgilidir.
Buraya kadar hiçbir şey Elif’in yaşama tutunma anının berraklığına leke sürememişti. Ta ki Trendyol’daki Hediye Hanem adlı bir mağaza çizimi alıp kahve bardağı, anahtarlık gibi hediyelik eşyalara basıp satmaya kalkana kadar…
Sosyal medyadan tepkiler yağdı… Haber siteleri bu acıdan rant sağlama işini eleştirdi… Trendyol ve Hediye Hanem kendi elleriyle inşa ettikleri bir krizin içine düştüler.
Çizimin sahibi Hisli Şeyler hesabı, çok doğru bir yol izleyerek hemen, eserlerinin ‘çalınarak’ ticari bir kazanca dönüştürülmesi karşısındaki duygularını ve izleyecekleri hukuki yolu belirten bir açıklama yaptı…
Trendyol da dün açıklama yayınlayarak söz konusu ürünleri platformdan kaldırdıklarını, mağazanın da tüm satışlarının durdurulduğunu belirtti.
Naiflik ticari amaçla kullanıldığı zaman etkisini tamamen kaybeder ve tersine döner… ‘Kendi krizine neden olma’nın emsali bu vakanın hem Trendyol hem de Hediye Hanem üzerinde etkileri olacaktır…
Trendyol her ne kadar özür dilese de hem hırsızlık mahsulü hem de toplumun maneviyatını zedeleyen ürünlerin platformda hiç yer almasını engellemediği için bu krizden nasibini alacak. Hediye Hanem içinse durum çok daha vahim…
Krizler kırılan vazolar gibidir… Özür dilemek, süreci ‘doğru’ yönetmek belki vazoyu yapıştırır ama hiçbir zaman eski hâline döndüremez… Bir tortu mutlaka kalır… Bu tortunun ne kadar büyük olacağı ise krizin ve ‘krizin iletişiminin’ nasıl yönetildiği ile ilgilidir.