“Teoride desen zehir gibi, pratik dersen sallanmakta…”
21 Aralık 2019 - Yeni Şafak
Yukarıdaki sözü hatırlarsınız… 1990 yılında Mazhar Alanson Ali Desidero şarkısı için yazdı… MFÖ şarkıyı seslendirince de tabir yerindeyse piyasayı kasıp kavurdu… Türkçe rap müziğinin ilk örneklerinden bir olarak kabul edilen parça, pop klâsikleri arasında da yerini aldı. Şarkı hâlâ popüler… Bizim rap müzik hastası küçük oğlan, Alinihat efendi de sık sık dinliyor…
Fakat, konumuz müzik değil, ‘sallanan pratik’… Yani uygulamadaki yetersizlikler… Özellikle de iletişim alanındaki…
Bir işin iletişiminin ‘iyi’ yani ‘doğru’ yapılması, o işin seslendiğiniz kitle nezdinde nasıl algılandığını belirler…
Mesela, Simit Sarayı hadisesi…
Bildiğiniz gibi geçen hafta iddia edilen şuydu: Ziraat Bankası, 500 milyon dolar borcu olan Simit Sarayı’nın yüzde 51 hissesini almak için Rekabet Kurumu’na başvuruda bulunmuş…
Üzerinden günler geçti, Sayın Cumhurbaşkanı bile konuyla ilgili açıklama yapma zorunluluğu hissetti… Ama Simit Sarayı’ndan çıt çıkmadı…
Bu sırada bir sürü iddia, suçlama, taraflı ya da tarafsız haber medya organlarında yer aldı… Firmaya dair olumsuz algılar da zihinlere iyice yerleşti…
En sonunda, Simit Sarayı Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Kavukcu sessizliğini bozdu…
“Simit Sarayı’nın iddia edildiği gibi 500 milyon dolar borcu kesinlikle yoktur. Bütün bankalara gayri nakit borcumuz, bu bahsi geçen rakamın üçte biri bile değildir. Kullandığımız kredilerin yüzde 80’ini de özel bankalar aracılığıyla sağlanmıştır” dedi…
Sizce oldu mu?
Olmadı…
Algı bir kez yerleştikten sonra, yalan olduğunu istediğiniz kadar söyleyin, değiştirmek neredeyse imkânsızdır… Mutlaka tortusu kalır… İnsanların aklında hep bir şüphe bırakır…
Markanızın da, firmanızın da, sizin de itibarınız sarsılır…
İletişim çalışmalarında ‘zamanlama’ faktörü o kadar kritiktir ki; ne söylediğinizden çok, ne zaman söylediğiniz daha önemli hâle gelebilir…
Geç kalırsanız… O zaman büyük geçmiş olsun işte…
X şirketi, çalışanlarına iyi davranıyor mu; iyi bir işveren mi? Y siyasi partisi toplum yararına mı çalışıyor; kendi menfaatleri için mi?..
Böyle pek çok sorunun cevabı, işinizin iletişimi doğru yürütülürse olumlu olacaktır…
Sık sık dile getirdiğimiz “Algılamalar gerçektir, çünkü insanlar ona inanır” sözüyle anlatmaya çalıştığımız, işte tam da budur.
Yaptığınız işlerin görünür olmasını, değerinin bilinmesini, ortaya koyduğu faydanın tanınmasını ve hak ettiği itibara sahip olmasını istiyorsanız, işinizin iletişimini yapacak, bu alanda boşluk bırakmayacak, o boşlukları sizin yerinize siyasi ya da ticari rakiplerinizin doldurmasına izin vermeyeceksiniz…
Yoksa iletişiminizi, bunun sonucunda da itibarınızı onlar yönetir… Öyle olursa ortaya çıkacak sonuçları artık siz hesap edin…
Tabii her zaman rakiplerin devreye girmesine gerek de olmayabilir… Kendi elinizle de işinizin, markanızın itibarını yerle bir edebilirsiniz… Kendinizin de…
Simit Sarayı ile ilgili özel uçak meselesi, tüm diğer veri ve bilgileri gölgede bırakacak bir iletişim ağırlığına sahipti. Kamu vicdanını rahatsız etmeyeceğini düşünmek bir numaralı iletişim gafletiydi. Eğer bir verimlilik, yatırım, iş yönetimi gerekliliği idiyse çok açık şekilde izahatının yapılması yerinde olurdu. O yapılmadığı için “paraları har vurup harman savuran bir yönetici kurtarıldı” algısının yerleşmesi kaçınılmaz hâle geldi.
İletişimi, en az finansal süreçler, üretim süreçleri ve İK süreçleri kadar önemli bir yapısal zorunluluk olarak görmeyenlerin kulakları çınlasın…
Fakat, konumuz müzik değil, ‘sallanan pratik’… Yani uygulamadaki yetersizlikler… Özellikle de iletişim alanındaki…
Bir işin iletişiminin ‘iyi’ yani ‘doğru’ yapılması, o işin seslendiğiniz kitle nezdinde nasıl algılandığını belirler…
Mesela, Simit Sarayı hadisesi…
Bildiğiniz gibi geçen hafta iddia edilen şuydu: Ziraat Bankası, 500 milyon dolar borcu olan Simit Sarayı’nın yüzde 51 hissesini almak için Rekabet Kurumu’na başvuruda bulunmuş…
Üzerinden günler geçti, Sayın Cumhurbaşkanı bile konuyla ilgili açıklama yapma zorunluluğu hissetti… Ama Simit Sarayı’ndan çıt çıkmadı…
Bu sırada bir sürü iddia, suçlama, taraflı ya da tarafsız haber medya organlarında yer aldı… Firmaya dair olumsuz algılar da zihinlere iyice yerleşti…
En sonunda, Simit Sarayı Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Kavukcu sessizliğini bozdu…
“Simit Sarayı’nın iddia edildiği gibi 500 milyon dolar borcu kesinlikle yoktur. Bütün bankalara gayri nakit borcumuz, bu bahsi geçen rakamın üçte biri bile değildir. Kullandığımız kredilerin yüzde 80’ini de özel bankalar aracılığıyla sağlanmıştır” dedi…
Sizce oldu mu?
Olmadı…
Algı bir kez yerleştikten sonra, yalan olduğunu istediğiniz kadar söyleyin, değiştirmek neredeyse imkânsızdır… Mutlaka tortusu kalır… İnsanların aklında hep bir şüphe bırakır…
Markanızın da, firmanızın da, sizin de itibarınız sarsılır…
İletişim çalışmalarında ‘zamanlama’ faktörü o kadar kritiktir ki; ne söylediğinizden çok, ne zaman söylediğiniz daha önemli hâle gelebilir…
Geç kalırsanız… O zaman büyük geçmiş olsun işte…
X şirketi, çalışanlarına iyi davranıyor mu; iyi bir işveren mi? Y siyasi partisi toplum yararına mı çalışıyor; kendi menfaatleri için mi?..
Böyle pek çok sorunun cevabı, işinizin iletişimi doğru yürütülürse olumlu olacaktır…
Sık sık dile getirdiğimiz “Algılamalar gerçektir, çünkü insanlar ona inanır” sözüyle anlatmaya çalıştığımız, işte tam da budur.
Yaptığınız işlerin görünür olmasını, değerinin bilinmesini, ortaya koyduğu faydanın tanınmasını ve hak ettiği itibara sahip olmasını istiyorsanız, işinizin iletişimini yapacak, bu alanda boşluk bırakmayacak, o boşlukları sizin yerinize siyasi ya da ticari rakiplerinizin doldurmasına izin vermeyeceksiniz…
Yoksa iletişiminizi, bunun sonucunda da itibarınızı onlar yönetir… Öyle olursa ortaya çıkacak sonuçları artık siz hesap edin…
Tabii her zaman rakiplerin devreye girmesine gerek de olmayabilir… Kendi elinizle de işinizin, markanızın itibarını yerle bir edebilirsiniz… Kendinizin de…
Simit Sarayı ile ilgili özel uçak meselesi, tüm diğer veri ve bilgileri gölgede bırakacak bir iletişim ağırlığına sahipti. Kamu vicdanını rahatsız etmeyeceğini düşünmek bir numaralı iletişim gafletiydi. Eğer bir verimlilik, yatırım, iş yönetimi gerekliliği idiyse çok açık şekilde izahatının yapılması yerinde olurdu. O yapılmadığı için “paraları har vurup harman savuran bir yönetici kurtarıldı” algısının yerleşmesi kaçınılmaz hâle geldi.
İletişimi, en az finansal süreçler, üretim süreçleri ve İK süreçleri kadar önemli bir yapısal zorunluluk olarak görmeyenlerin kulakları çınlasın…