“Tereddüt Ânında, Sollama!”
09 MART 2011
Başlıktaki slogan 1960’ların ikinci yarısında Almanya’da başarılı bir kampanyada kullanılmış ve uzunca bir süre medyada yer almıştı. Almancası da şöyle: “Überholen im Zweifel nie!..”
Hayatın çeşitli durumlarında sık sık aklıma düşüveren bu ‘tavsiyeyi’ son kez, Show TV’de Pazartesi akşamı ‘yine’ takıldığım “Canlı Para”yı izlerken hatırladım… “Yine” diyorum, çünkü “Canlı Para” aklıma gelip kendimi programlayarak düzenli bir şekilde izlediğim değil ama karşıma çıktığım zaman da bir türlü bırakamadığım programlardan. En iyiler listemde olmamalarına rağmen bir yerinden yakalasam mutlaka sonuna kadar izlemekten nedense kendimi alıkoyamadığım Baba (Godfather) filmleri gibi… Güzel Bir Gün (One Fine Day) gibi… Göl Evi (The Lake House) gibi…
Yine takılıp kaldığım bir Canlı Para’da, programın benden farklı nesi olduğunu anlayamadığım, kızların kendilerini fena halde kaptırdığı garip isimli (!), saçları da bir tuhaf sunucusu Engin Altan Düzyatan, iki tane gereksiz hata yaptı. Tonlamasından belliydi. Emin değildi. Tereddüt etmişti… Susacak, ‘sollamayacaktı’… Şeytanın detaylarda gizlendiğini unuttu ve konuştu:
“Kurmay yüzbaşı yoktur… Kurmaylık albaylıkla başlar…”
Sanki sana sormuşlar… Karizmayı çizdirmenin ne âlemi var?…
Arkasından ikinci gaf. Karşısındaki iki bayan ikide bir ‘erkânıharp’teki ‘erkân’ı ‘Erkan Yolaç’taki ‘erkan’ gibi söyleyip durunca dayanamadı. Onlara acımış olmalı. Ya da empati kurdu... Bir yandan iki bayanın telaffuzunu düzeltip, ‘erkân’ demeleri konusunda uyarırken diğer yandan da Türkiye’de pek çok okur yazarı yanıltan, bir dönem yarı aydın bir yayınevinin, çıkardığı imla kılavuzu ile kafaları karıştırdığı o hatalı tespiti yapıverdi:
“Türkçe’de a’ların üzerindeki şapkalar kaldırıldı ya…”
Tam o sırada kamera Düzyatan’ın arkasındaki dev ekranda yer alan soruyu gösterdi. Tabii ki, ‘erkânıharp’ yazıyordu… Sözcüğün ‘şapkalı a’ ile yazılı halini…
Ben de böylelikle, üzerine kitap yazacak kadar yetenekli bir gaf üstadı olduğumu unutup, yakışıklı delikanlıdan gizli gizli intikam almanın keyfini çıkarırken, anılarımda 40 küsur yıl geriye gidip, aslında hiç unutmadığım o sloganı bir kez daha evirip çevirdim kafamda:
“Tereddüt ânında, sollama!”
Bu deyiş, o gün bugün, benim kulağıma küpe olmuştur. Felsefi pek çok anlam çıkarmış, hayatın nerdeyse bütün alanlarına uygulamaya çalışmışımdır. Uygulamadığım zaman, hayıflansam da faturasını ödemek durumunda kalmışımdır… Tıpkı siyasette de olduğu gibi…
Şöyle demek isteniyordu: “Herhangi bir karar ânında, eğer ciddi tereddüt söz konusu ise, tercihini aksiyonu almaktan değil almamaktan yana kullan!”
Şimdi dilerseniz, bu tavsiyeyi, Ronin adlı filmin o biricik sahnesinde Robert De Niro ile Jean Reno’nun unutulmaz diyaloglarından birindeki saptamayla birlikte değerlendirin. De Niro diyordu ki:
“Şüphe varsa, gerçektir!”..
Nasıl?.. ‘Bin git!’ türünden laflardan biri değil mi…
Deneyimlerin tornasından geçerek hayat tarafından tescillenen bu değerli iki kelâmı birleştirdiniz mi, ortaya çıkan ‘dünya görüşü parçası’ sizi pek çok ‘melanetten’ korur… Sadece siyasette mi?.. Hayır. İlişki ve iletişimin tüm boyutlarında, tüm biçimlerinde…
Bu çerçeveden bir bakıp değerlendirin isterseniz… Sayın Kılıçdaroğlu İzmir’deki raylı sistemin (İzban) açılışı sırasında o kare fotoğrafı vermeli miydi, vermemeli miydi? El sıkışma, yan yana oturma, birlikte trene binme ânını görüntüleyen kareleri değil… Başbakan’ın dümene geçtiği, kendisinin de Tayyip Bey’in bir adım arkasında ayakta durup Ak Parti Genel Başkanı’nın treni kullanmasını seyrettiği ânı tespit eden kareyi… Eminim o anda Kılıçdaroğlu’nun içinden bir tereddüt de geçmiştir… Geçmediyse, daha da garip bir durum söz konusudur, zaten…
Engin Altan Düzyatağan kardeşimiz üzülmesin. Daha çok gaf yapacak; hataya düşecek… Hareket eden, çalışan, üreten herkes hata yapar. Hata yapmamak için durmak lazım… Ya da daha kolay bir yolu var. Hatalardan öğrenmek, mesela… Kuruntularınızın değil ama mutlaka şüphelerinizin sesine kulak vermek ve tereddüt ânında sollamamak…
Hayatın çeşitli durumlarında sık sık aklıma düşüveren bu ‘tavsiyeyi’ son kez, Show TV’de Pazartesi akşamı ‘yine’ takıldığım “Canlı Para”yı izlerken hatırladım… “Yine” diyorum, çünkü “Canlı Para” aklıma gelip kendimi programlayarak düzenli bir şekilde izlediğim değil ama karşıma çıktığım zaman da bir türlü bırakamadığım programlardan. En iyiler listemde olmamalarına rağmen bir yerinden yakalasam mutlaka sonuna kadar izlemekten nedense kendimi alıkoyamadığım Baba (Godfather) filmleri gibi… Güzel Bir Gün (One Fine Day) gibi… Göl Evi (The Lake House) gibi…
Yine takılıp kaldığım bir Canlı Para’da, programın benden farklı nesi olduğunu anlayamadığım, kızların kendilerini fena halde kaptırdığı garip isimli (!), saçları da bir tuhaf sunucusu Engin Altan Düzyatan, iki tane gereksiz hata yaptı. Tonlamasından belliydi. Emin değildi. Tereddüt etmişti… Susacak, ‘sollamayacaktı’… Şeytanın detaylarda gizlendiğini unuttu ve konuştu:
“Kurmay yüzbaşı yoktur… Kurmaylık albaylıkla başlar…”
Sanki sana sormuşlar… Karizmayı çizdirmenin ne âlemi var?…
Arkasından ikinci gaf. Karşısındaki iki bayan ikide bir ‘erkânıharp’teki ‘erkân’ı ‘Erkan Yolaç’taki ‘erkan’ gibi söyleyip durunca dayanamadı. Onlara acımış olmalı. Ya da empati kurdu... Bir yandan iki bayanın telaffuzunu düzeltip, ‘erkân’ demeleri konusunda uyarırken diğer yandan da Türkiye’de pek çok okur yazarı yanıltan, bir dönem yarı aydın bir yayınevinin, çıkardığı imla kılavuzu ile kafaları karıştırdığı o hatalı tespiti yapıverdi:
“Türkçe’de a’ların üzerindeki şapkalar kaldırıldı ya…”
Tam o sırada kamera Düzyatan’ın arkasındaki dev ekranda yer alan soruyu gösterdi. Tabii ki, ‘erkânıharp’ yazıyordu… Sözcüğün ‘şapkalı a’ ile yazılı halini…
Ben de böylelikle, üzerine kitap yazacak kadar yetenekli bir gaf üstadı olduğumu unutup, yakışıklı delikanlıdan gizli gizli intikam almanın keyfini çıkarırken, anılarımda 40 küsur yıl geriye gidip, aslında hiç unutmadığım o sloganı bir kez daha evirip çevirdim kafamda:
“Tereddüt ânında, sollama!”
Bu deyiş, o gün bugün, benim kulağıma küpe olmuştur. Felsefi pek çok anlam çıkarmış, hayatın nerdeyse bütün alanlarına uygulamaya çalışmışımdır. Uygulamadığım zaman, hayıflansam da faturasını ödemek durumunda kalmışımdır… Tıpkı siyasette de olduğu gibi…
Şöyle demek isteniyordu: “Herhangi bir karar ânında, eğer ciddi tereddüt söz konusu ise, tercihini aksiyonu almaktan değil almamaktan yana kullan!”
Şimdi dilerseniz, bu tavsiyeyi, Ronin adlı filmin o biricik sahnesinde Robert De Niro ile Jean Reno’nun unutulmaz diyaloglarından birindeki saptamayla birlikte değerlendirin. De Niro diyordu ki:
“Şüphe varsa, gerçektir!”..
Nasıl?.. ‘Bin git!’ türünden laflardan biri değil mi…
Deneyimlerin tornasından geçerek hayat tarafından tescillenen bu değerli iki kelâmı birleştirdiniz mi, ortaya çıkan ‘dünya görüşü parçası’ sizi pek çok ‘melanetten’ korur… Sadece siyasette mi?.. Hayır. İlişki ve iletişimin tüm boyutlarında, tüm biçimlerinde…
Bu çerçeveden bir bakıp değerlendirin isterseniz… Sayın Kılıçdaroğlu İzmir’deki raylı sistemin (İzban) açılışı sırasında o kare fotoğrafı vermeli miydi, vermemeli miydi? El sıkışma, yan yana oturma, birlikte trene binme ânını görüntüleyen kareleri değil… Başbakan’ın dümene geçtiği, kendisinin de Tayyip Bey’in bir adım arkasında ayakta durup Ak Parti Genel Başkanı’nın treni kullanmasını seyrettiği ânı tespit eden kareyi… Eminim o anda Kılıçdaroğlu’nun içinden bir tereddüt de geçmiştir… Geçmediyse, daha da garip bir durum söz konusudur, zaten…
Engin Altan Düzyatağan kardeşimiz üzülmesin. Daha çok gaf yapacak; hataya düşecek… Hareket eden, çalışan, üreten herkes hata yapar. Hata yapmamak için durmak lazım… Ya da daha kolay bir yolu var. Hatalardan öğrenmek, mesela… Kuruntularınızın değil ama mutlaka şüphelerinizin sesine kulak vermek ve tereddüt ânında sollamamak…