“Türkçe konuşacağız”
16 Mayıs 2020 - Yeni Şafak
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Devletin temeli, millî kültürdür” sözünü, içerdiği anlamın çok katmanlı yapısı nedeniyle sık sık hatırlatıyoruz… Bu hatırlatmalarımızda, ‘millî’ ifadesinin ülkemizin bağımsızlığını temsil ettiği düşüncesi de hâkim… ‘Kültür’ kavramının kapsamının genişliği de…
Güncel siyasi yaşamımızda ya da kısaca yaşamımızda bu sözü şiar edinmenin önemini vurgulayan o kadar çok örnekle karşılaşıyoruz ki…
Bu örneklerden biri de ‘dil meselesi’… Geçenlerde katıldığımız bir toplantıda, bizi artık şaşırtmasa da üzmeye devam eden türden bir konuşma dinledik… Konuşmacı, üst düzey bir yöneticiydi… Kullandığı ifadeler ve kelimelerin, abartısız dörtte üçü yabancı dildeydi… Hani ‘plaza dili’ denen dili konuşuyordu… Bu dil yalnızca yabancı kelimeleri içermiyor, aynı zamanda Türkçe’de olmayan ifade biçimlerinin yabancı dilden birebir çevirisini de kapsıyor… Mesela “yapıyor olacağım”… Türkçe’de biz buna “yapacağım” deriz; başka bir şey değil…
Bir zamanlar, özellikle de TRT günlerinde en düzgün Türkçe’yi haber sunucuları konuşurdu… Bugün ana haberleri bir de bu gözle izlemenizi öneririm… “Dışişleri Bakanı Rusya’ya gitmiş olacak”, “Bilim Kurulu öğle saatlerinde toplanmış olacak.” … Daha neler duyacaksınız neler…
Oysa, nasıl ki “Devletin temeli, millî kültürdür”; ‘Kültürün temeli de dildir.’ Dil ile ilgili yapılmış akademik çalışmalara bir göz atarsanız, bilim insanlarının ‘dil’ ile ‘ideoloji’ arasında ayrılmaz bir bağ kurduğuna şahit olabilirsiniz…
Dilin yalnızca toplumsal yaşamı yansıtan, değerleri, anlamları, düşünceleri ve dönüşümleri ifade eden yapısından bahsetmek bizi eksik bırakır… Çünkü bunun tersi de mümkün olabilir… Yani, nasıl ki dil toplumu yansıtıyorsa, dili değiştirmenin de toplum üzerinde etkileri olabilir…
Gündelik hayatımıza yerleşmiş bu “Toplantı set etmek” (Türkçesi ‘toplantı düzenlemek’), “geliyor olacağım” (Türkçesi ‘geleceğim’) gibi ifadeler yalnızca dilin kirlenmesi, bozulması anlamına değil, zihinsel süreçlerin ve toplumsal yaşamın ekseninin de kendi merkezinden çıkarak Batı’ya kayması anlamına geliyor…
Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pek çok uyarısına ve yabancı isimli tabelaların kaldırılması gibi uygulamasına memnuniyetle şahit olduk…
13 Mayıs Türk Dil Bayramı nedeniyle yaptığı açıklama ve sosyal medya hesabındaki paylaşım da konunun önemini bir kez daha hatırlattı…
Bir video paylaşmış Cumhurbaşkanı… 90’lı yılların sonlarında İstanbul Belediye Başkanı olduğu günlerden üniversite öğrencileriyle yaptığı bir sohbetle başlıyor…
Bir öğrenci soruyor: “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olursanız diğer ülke liderleriyle iletişim kurmak için hangi dili tercih edeceğinizi merak ediyorum?" … Erdoğan’ın cevabını göremeden aradan geçen yıllarda Erdoğan’ın dünya liderleriyle yaptığı görüşmeler geliyor ekrana… Birleşmiş Milletler, Dünya Ekonomik Forumu gibi kurumların uluslararası toplantıları… Erdoğan hepsinde Türkçe konuşuyor… Videonun sonunda ise beklediğimiz cevabı yine 90’lı yıllara dönerek görüyoruz: “Türkçe konuşacağım.”
Bu öylesine söylenmiş bir söz değil… Bu, dilin kültürün temelini oluşturduğu, millî bağımsızlığın dilden başladığı bilinciyle takınılmış bir tavır…
Bizde her konuda çatlak ses çoktur… Türkçe kuralları konusu açıldığı zaman da böyle olur… Oysa Almanya, Fransa gibi ülkeler kendi dillerini, dolayısıyla kültürlerini korumak, gelecek nesillere aktarmak için dil konusunda otorite sayılan kurumlarına sarılarak sahip çıkıyorlar…
Almanya’da Duden Sözlüğü, imla kuralları ve sözlük konusunda söz sahibidir… Hatta bazı yayın organları, Duden’de yoksa ortaya yeni çıkan kullanımları yok sayar… Fransa’da Académie Française, kurulduğu 1634 yılından beri yabancı kelimelerin Fransızca’yı istila etmesini engellemeye, Fransızca karşılıklarını oluşturmaya ve lisanı öz şekliyle korumaya yönelik çalışmalar yapar…
Bizde durum ne derseniz?...
Bu konuda en yetkili hatta tek yetkili organ, Türk Dil Kurumu’dur (TDK)… Ancak, millî kültürümüzle ilgili tam bir temel mutabakat sağlama konusundaki didişmeyi TDK gibi kurumlar üzerinden de yaşadığımız için olsa gerek dilimizin kullanımında da ciddî sıkıntılar var.
“Türkçe’de şapkalar kaldırıldı!” diye bir iddia var mesela… Bunu iddia eden arkadaşlara soruyorum, “TDK’ya baktınız mı?” diye… “Yok ama öyle demişlerdi” diyorlar… Kim demiş?! Ne demiş?! Hangi yetkiyle demiş?! Herkes kafasına göre dil kurallarını değiştirebiliyor mu?! Kabul edilebilir gibi değil!
Uzmanlarının bile şapka dediği düzeltme işareti meselesinin kökeni, bir yayınevinin bastığı sözlüğe dayanıyor… Türkçe dilinin geçmişi ve geleceği kendi kendine yetki vermiş bir sözlüğe bırakılabilir mi hiç?!
Hayır, ısrarla bu sözlüğün iddiasını gerçek kabul edip kullanıyorsunuz madem, Hadi bir dergiye ya da gazeteye, “Bilmem ne Holding kârı seviyor”, diye başlık atın ve düzeltme işareti kullanmayın bakalım!..
Kuralın aslını merak edenler, TDK’nın ‘Yazım Kuralları’ kısmına bir göz atabilirler…
Altını çizmekte yarar görüyoruz. “Devletin temeli millî kültür” ise; millî kültürün temeli de millî dildir. Dilini kaybeden bağımsızlığını, ülkesini yani her şeyini kaybeder.
Güncel siyasi yaşamımızda ya da kısaca yaşamımızda bu sözü şiar edinmenin önemini vurgulayan o kadar çok örnekle karşılaşıyoruz ki…
Bu örneklerden biri de ‘dil meselesi’… Geçenlerde katıldığımız bir toplantıda, bizi artık şaşırtmasa da üzmeye devam eden türden bir konuşma dinledik… Konuşmacı, üst düzey bir yöneticiydi… Kullandığı ifadeler ve kelimelerin, abartısız dörtte üçü yabancı dildeydi… Hani ‘plaza dili’ denen dili konuşuyordu… Bu dil yalnızca yabancı kelimeleri içermiyor, aynı zamanda Türkçe’de olmayan ifade biçimlerinin yabancı dilden birebir çevirisini de kapsıyor… Mesela “yapıyor olacağım”… Türkçe’de biz buna “yapacağım” deriz; başka bir şey değil…
Bir zamanlar, özellikle de TRT günlerinde en düzgün Türkçe’yi haber sunucuları konuşurdu… Bugün ana haberleri bir de bu gözle izlemenizi öneririm… “Dışişleri Bakanı Rusya’ya gitmiş olacak”, “Bilim Kurulu öğle saatlerinde toplanmış olacak.” … Daha neler duyacaksınız neler…
Oysa, nasıl ki “Devletin temeli, millî kültürdür”; ‘Kültürün temeli de dildir.’ Dil ile ilgili yapılmış akademik çalışmalara bir göz atarsanız, bilim insanlarının ‘dil’ ile ‘ideoloji’ arasında ayrılmaz bir bağ kurduğuna şahit olabilirsiniz…
Dilin yalnızca toplumsal yaşamı yansıtan, değerleri, anlamları, düşünceleri ve dönüşümleri ifade eden yapısından bahsetmek bizi eksik bırakır… Çünkü bunun tersi de mümkün olabilir… Yani, nasıl ki dil toplumu yansıtıyorsa, dili değiştirmenin de toplum üzerinde etkileri olabilir…
Gündelik hayatımıza yerleşmiş bu “Toplantı set etmek” (Türkçesi ‘toplantı düzenlemek’), “geliyor olacağım” (Türkçesi ‘geleceğim’) gibi ifadeler yalnızca dilin kirlenmesi, bozulması anlamına değil, zihinsel süreçlerin ve toplumsal yaşamın ekseninin de kendi merkezinden çıkarak Batı’ya kayması anlamına geliyor…
Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pek çok uyarısına ve yabancı isimli tabelaların kaldırılması gibi uygulamasına memnuniyetle şahit olduk…
13 Mayıs Türk Dil Bayramı nedeniyle yaptığı açıklama ve sosyal medya hesabındaki paylaşım da konunun önemini bir kez daha hatırlattı…
Bir video paylaşmış Cumhurbaşkanı… 90’lı yılların sonlarında İstanbul Belediye Başkanı olduğu günlerden üniversite öğrencileriyle yaptığı bir sohbetle başlıyor…
Bir öğrenci soruyor: “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olursanız diğer ülke liderleriyle iletişim kurmak için hangi dili tercih edeceğinizi merak ediyorum?" … Erdoğan’ın cevabını göremeden aradan geçen yıllarda Erdoğan’ın dünya liderleriyle yaptığı görüşmeler geliyor ekrana… Birleşmiş Milletler, Dünya Ekonomik Forumu gibi kurumların uluslararası toplantıları… Erdoğan hepsinde Türkçe konuşuyor… Videonun sonunda ise beklediğimiz cevabı yine 90’lı yıllara dönerek görüyoruz: “Türkçe konuşacağım.”
Bu öylesine söylenmiş bir söz değil… Bu, dilin kültürün temelini oluşturduğu, millî bağımsızlığın dilden başladığı bilinciyle takınılmış bir tavır…
Bizde her konuda çatlak ses çoktur… Türkçe kuralları konusu açıldığı zaman da böyle olur… Oysa Almanya, Fransa gibi ülkeler kendi dillerini, dolayısıyla kültürlerini korumak, gelecek nesillere aktarmak için dil konusunda otorite sayılan kurumlarına sarılarak sahip çıkıyorlar…
Almanya’da Duden Sözlüğü, imla kuralları ve sözlük konusunda söz sahibidir… Hatta bazı yayın organları, Duden’de yoksa ortaya yeni çıkan kullanımları yok sayar… Fransa’da Académie Française, kurulduğu 1634 yılından beri yabancı kelimelerin Fransızca’yı istila etmesini engellemeye, Fransızca karşılıklarını oluşturmaya ve lisanı öz şekliyle korumaya yönelik çalışmalar yapar…
Bizde durum ne derseniz?...
Bu konuda en yetkili hatta tek yetkili organ, Türk Dil Kurumu’dur (TDK)… Ancak, millî kültürümüzle ilgili tam bir temel mutabakat sağlama konusundaki didişmeyi TDK gibi kurumlar üzerinden de yaşadığımız için olsa gerek dilimizin kullanımında da ciddî sıkıntılar var.
“Türkçe’de şapkalar kaldırıldı!” diye bir iddia var mesela… Bunu iddia eden arkadaşlara soruyorum, “TDK’ya baktınız mı?” diye… “Yok ama öyle demişlerdi” diyorlar… Kim demiş?! Ne demiş?! Hangi yetkiyle demiş?! Herkes kafasına göre dil kurallarını değiştirebiliyor mu?! Kabul edilebilir gibi değil!
Uzmanlarının bile şapka dediği düzeltme işareti meselesinin kökeni, bir yayınevinin bastığı sözlüğe dayanıyor… Türkçe dilinin geçmişi ve geleceği kendi kendine yetki vermiş bir sözlüğe bırakılabilir mi hiç?!
Hayır, ısrarla bu sözlüğün iddiasını gerçek kabul edip kullanıyorsunuz madem, Hadi bir dergiye ya da gazeteye, “Bilmem ne Holding kârı seviyor”, diye başlık atın ve düzeltme işareti kullanmayın bakalım!..
Kuralın aslını merak edenler, TDK’nın ‘Yazım Kuralları’ kısmına bir göz atabilirler…
Altını çizmekte yarar görüyoruz. “Devletin temeli millî kültür” ise; millî kültürün temeli de millî dildir. Dilini kaybeden bağımsızlığını, ülkesini yani her şeyini kaybeder.