“Vur, kır, parçala, bu maçı kazan!”
01 Ağustos 2019 - Yeni Şafak
Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe, Trabzonspor’un başında ‘Demokles’in kılıcı’ gibi duran UEFA…
‘Finansal Fair Play’ (Finansal dürüstlük) nedeniyle GS’nin bir kez Avrupa kupalarından men edilmiş olması, FB’nin neredeyse men edilecekken bundan bir hafta önce -çeşitli yaptırımlar olsa da- neyse ki sürecin lehine sonuçlanması…
Bütün bunlar tesadüf mü?
Yıllarca feodal ilişkiler içinde yürümüş bir futbol sahnemiz var. Şirketler sonradan kurulmuş, derneklerin iktisadi teşekkülleri olarak faaliyet gösteriyorlar.
Futbol kulüpleri kapitalizmin semtine uğramamış, burjuva kültürleri gelişmemiş, bu nedenle de finansal yapıları olgunlaşmamıştı.
Kayıtlı, kurallı kapitalist sistemin bir parçası olmadıkları için ‘haksız rekabet’e yol açabilecekleri, ‘fair play’e aykırı sonuçlar doğabileceği öngörüldüğünden de haklarında UEFA bu yasakları, yaptırımları, men cezalarını getirebilmişti…
UEFA, kulüplerin bütçelerinin dengelenmesini ve borç batağından kurtulmalarının sağlanmasını talep ediyor. Bu nedenle de satın alınan ve satılan futbolcu arasında dengesizliğe, bireysel yapılan yüklü bağışlara ve yüksek miktarda borçlanmalara izin vermiyor. Buna rağmen basında astronomik rakamlarla transfer yapıldığı haberlerinden geçilmiyor.
Galatasaray, Ryan Babel, Adem Büyük, Valentine Ozornwafor, Jimmy Durmaz, Jean Michael Seri ve Şener Özbayraklı’yı kadrosuna katmış. Emre Mor’u aldığını KAP’a bildirmiş. Fernando ile de yollarını ayırmış.
Beşiktaş, geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında transfer ettiği Tyler Boyd’dan sonra bu kez Barcelona’dan Douglas’la anlaşmış.
Fenerbahçe, Emre Belözoğlu, Murat Sağlam, Max Kruse, Allahyar Sayyadmanesh, Vedat Muriqi, Altay Bayındır ve Garry Rodrigues’le el sıkışmış.
Trabzonspor’un da en son Erce Kardeşler, Gaston Campi ve John Obi Mikel’i transfer ettiği yazıldı.
Ayaklar yorgana göre mi uzatıldı; yoksa yine ‘finansal fair play’ sınırları zorlandı mı göreceğiz.
Bir de seyirciler şu bilimsel gerçeği anlasalar: Büyük kulüpleri büyük yapan, onların altyapıdan yetiştirerek hem kendi takımlarında oynattıkları hem de başka takımlara sattıkları oyunculardır. Bunun bir sistem hâline gelmedir.
Bizimkilere sordum: 25 kişilik A Takımı’a altyapıdan UEFA’nın mecbur tuttuğu kadar futbolcu aldıkları doğru. Alıyorlar ama bunları oynatmıyor, kenarda oturtuyorlarmış.
Yabancı futbolcu oynatmak tabii doğrudur. Rekabeti artırır. Küreselleşmenin bir unsurudur. Ancak İtalya, Almanya, İspanya gibi liglerde yerli oyuncu sayısı bir hayli yüksektir.
Bazen kendi kendime soruyorum: Örneğin, 11 yabancıyla sahaya çıkan şampiyon GS’nin seyircisinin tezahüratını 11 kişiden kaçı anlıyordur?
“Vur, kır, parçala, bu maçı kazan!” diye inleyen seyircilerin ne dediğini mesela? “Bileğimi kesseler sarı-kırmızı akar”, “sarı-lacivert akar”, “siyah-beyaz akar” anlayışı kaç futbolcuda var? Kaçı forma aşkıyla oynuyor?
‘Finansal Fair Play’ (Finansal dürüstlük) nedeniyle GS’nin bir kez Avrupa kupalarından men edilmiş olması, FB’nin neredeyse men edilecekken bundan bir hafta önce -çeşitli yaptırımlar olsa da- neyse ki sürecin lehine sonuçlanması…
Bütün bunlar tesadüf mü?
Yıllarca feodal ilişkiler içinde yürümüş bir futbol sahnemiz var. Şirketler sonradan kurulmuş, derneklerin iktisadi teşekkülleri olarak faaliyet gösteriyorlar.
Futbol kulüpleri kapitalizmin semtine uğramamış, burjuva kültürleri gelişmemiş, bu nedenle de finansal yapıları olgunlaşmamıştı.
Kayıtlı, kurallı kapitalist sistemin bir parçası olmadıkları için ‘haksız rekabet’e yol açabilecekleri, ‘fair play’e aykırı sonuçlar doğabileceği öngörüldüğünden de haklarında UEFA bu yasakları, yaptırımları, men cezalarını getirebilmişti…
UEFA, kulüplerin bütçelerinin dengelenmesini ve borç batağından kurtulmalarının sağlanmasını talep ediyor. Bu nedenle de satın alınan ve satılan futbolcu arasında dengesizliğe, bireysel yapılan yüklü bağışlara ve yüksek miktarda borçlanmalara izin vermiyor. Buna rağmen basında astronomik rakamlarla transfer yapıldığı haberlerinden geçilmiyor.
Galatasaray, Ryan Babel, Adem Büyük, Valentine Ozornwafor, Jimmy Durmaz, Jean Michael Seri ve Şener Özbayraklı’yı kadrosuna katmış. Emre Mor’u aldığını KAP’a bildirmiş. Fernando ile de yollarını ayırmış.
Beşiktaş, geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında transfer ettiği Tyler Boyd’dan sonra bu kez Barcelona’dan Douglas’la anlaşmış.
Fenerbahçe, Emre Belözoğlu, Murat Sağlam, Max Kruse, Allahyar Sayyadmanesh, Vedat Muriqi, Altay Bayındır ve Garry Rodrigues’le el sıkışmış.
Trabzonspor’un da en son Erce Kardeşler, Gaston Campi ve John Obi Mikel’i transfer ettiği yazıldı.
Ayaklar yorgana göre mi uzatıldı; yoksa yine ‘finansal fair play’ sınırları zorlandı mı göreceğiz.
Bir de seyirciler şu bilimsel gerçeği anlasalar: Büyük kulüpleri büyük yapan, onların altyapıdan yetiştirerek hem kendi takımlarında oynattıkları hem de başka takımlara sattıkları oyunculardır. Bunun bir sistem hâline gelmedir.
Bizimkilere sordum: 25 kişilik A Takımı’a altyapıdan UEFA’nın mecbur tuttuğu kadar futbolcu aldıkları doğru. Alıyorlar ama bunları oynatmıyor, kenarda oturtuyorlarmış.
Yabancı futbolcu oynatmak tabii doğrudur. Rekabeti artırır. Küreselleşmenin bir unsurudur. Ancak İtalya, Almanya, İspanya gibi liglerde yerli oyuncu sayısı bir hayli yüksektir.
Bazen kendi kendime soruyorum: Örneğin, 11 yabancıyla sahaya çıkan şampiyon GS’nin seyircisinin tezahüratını 11 kişiden kaçı anlıyordur?
“Vur, kır, parçala, bu maçı kazan!” diye inleyen seyircilerin ne dediğini mesela? “Bileğimi kesseler sarı-kırmızı akar”, “sarı-lacivert akar”, “siyah-beyaz akar” anlayışı kaç futbolcuda var? Kaçı forma aşkıyla oynuyor?