Lider 'dipçik gibi' olmalı!
17 Kasım 2008 Akşam Gazetesi
Demokrat Parti Başkanı Süleyman Soylu yatsın kalksın siyasi liderlik davasını Türkiye'de sürdürdüğüne şükretsin. Algılama, yerel - ulusal yanı ağır basan bir iletişim süreci ya... İşte Soylu bu olgunun nimetlerinden yararlanıyor.
Lafı Sayın Başkan'ın DP'nin kongresinde kürsüye çıkıp konuşma yaparken fenalaşmasına getireceğiz. Liderleri 'beşeri' zaaflarıyla tanıtmaya, tanımaya çalışmak, şu sıra pek moda ya, diyebilirler ki: 'Ne var kardeşim bunda? Adamın tansiyonu düşmüş. Herkesin düşebilir!'...
Evet doğru... Ancak herkes bir ülkenin ve on milyonlarca insanın kaderini tayin etmeye soyunmuyor ki!..
Allah'ı var, Baykal 70 yaşında; ancak 'Avrupa Yakası'ndaki Dilber halanın deyişiyle 'Dipçik gibi maşallah!'... Soylu, Deniz Baykal'dan 31 yaş küçük... Siyasi mücadele müthiş stresli bir iş. Korkunç enerji gerektiren bir tempoda geçiyor günlük hayat.
Tesadüfî bir sohbetimizde DSP'nin dünya efendisi Başkanı Zeki Sezer'e demiştim ki, 'Sayın Başkan; sahnede çok terliyorsunuz; mavi gömleğinizin rengi değişiyor, koyulaşıyor. Sezen Aksu gibi sahneye iki tane vantilatör koydursanız ne olur ki?'
'Ne var kardeşim bunda? Adam terliyor. Herkes terleyebilir!' mantığı burada da devreye girebilir. Hani beşeri zaaflarıyla bilmeliyiz ya liderleri... Bir de gece korkudan gözüne uyku girmese, ufuktaki davar sürülerini düşman kuvvetleri falan sansa, hiç çekinmeden getir devleti yönetsin...
Her ne kadar ülkemizin insanı bu durumlarda lider adayını bir kalemde silip atmasa da, siz siz olun Sayın Soylu, sağlığınıza ve fiziğinize dikkat edin. Sorun çıkarsa da 'Bu sevgiye dayanamıyorum' şeklinde sizi zora sokacak açıklamalarda bulunmayın. Yoksa insanlar o salondaki bir-iki bin kişiden heyecanlanıp fenalık geçiren başkanlarının yüz binlerin karşısında ne yapacağını sorgulamaya başlayıverirler...
Algılama gerçektir biliyorsunuz, ne olduğunuz, ne söylediğiniz, nasıl söylediğiniz değil...
//c
Adidas'ı 'mozaiklemeye' gerek yok
DÜN gazetelerde katilin fotoğrafı çarşaf çarşaf yayınlandı. Adam 7 aylık hamile karısını beş yaşındaki kızının gözünün önünde bıçaklayarak öldürmüş. Karnındaki bebek de kurtarılamamış.
Adamın üstünde bir 'sweatshirt' var. Göğsünde de kocaman bir marka ve amblemi: Adidas!
'Reklamın kötüsü olmaz; bu Adidas'ın işine yaramıştır' türünden 'publicity'ye (medyada görünürlük) tapınan salakça görüşlere en azından bizim köşenin okurlarının itibar etmediklerini varsaydığımız için, konunun o boyutunu bir kenara bırakıyor ve şu yanını sorguluyoruz: Bu durum iletişim açısından Adidas'ın itibarına olumsuz bir etki yapar mı?
Benim yanıtım çok net: 'Hayır yapmaz!'
İletişim cinleri hemen şu soruyu patlatabilir: 'O zaman dizi ve filmlerdeki 'ürün yerleştirmeler' (product placement) nasıl oluyor da pozitif etki yapıyor?'
Buna da cevabım net: 'Onların da bir etkisi yok ki!'
Etki, ancak o konsept çerçevesinde yürütülen ek iletişim çalışmalarıyla ya da sürekli tekrarlanarak sağlanıyor. Bond'un son filmiyle birlikte Coca-Cola'nın Zero için yürüttüğü o çok etkili çalışma ya da Swatch'un aynı doğrultudaki '007 Villains Collection' kampanyası olmasa, paralar boşa giderdi. Tekrar konusuna örnek olarak tabii ki Bond'un Aston Martin'i verilebilir... Bir ara BMW de kareye girdi çıktı... Bugün kim hatırlıyor?..
O yüzden reklamı oluyor diye Adidas'ı televizyoncu tabiriyle söyleyelim 'mozaiklemeye' gerek yok...
//c
Cem Özdemir 'Alman' Yeşili
MÜPTEZELLİK, derler büyüklerimiz... Al Obama kampanyasını, yanlış yunluş kopyala yapıştır... Yes we can, olsun Yes we Cem!.. Aman ne yaratıcı... Sonra da Yes Cem did it...
Bizimkiler orada bırakır mı işi?.. Türkler Almanya'da iktidara gelmiş sanki... Başlıklar şöyle: 'Bir Türk tarih yazdı!', 'Almanya'da Türk Obama'sı'. Alman basını daha 'cool' (ağır abi) takılıyor...
Deniz Gökçe 27 Ekim'de Özdemir'in seçileceğini yazmış. Etraflıca da bir biyografi vermiş. Okuyun. Orada ipuçları var. Bizim kat görevlisi Ömer Bey'e sormuştum: 'Obama'nın seçilmesine sevindin mi?'..
'Amerikalılar sevinsin!' demişti, 'Bize ne?'..
Cem Özdemir'in durumu da benzer. Alman Yeşilleri sevinsin... Bizimkiler niye sevindirik oluyor ki?
Cem Özdemir her zaman bir Alman politikacı gibi davrandı... Kürt meselesine, Ermeni meselesine, Kıbrıs konusuna, Silahlı Kuvvetler'e, AK Parti iktidarına, Türkiye'de yeşertilmeye çalışılan demokrasiye bakışı, tipik bir Alman Yeşili gibiydi... Doğrusu da buydu zaten. Onu Alman Yeşili olduğu için seçtiler, Türk Yeşili olduğu için değil...
Benim itirazım Özdemir'e değil. Tam tersine onu anlıyorum. Anlamadığım, itiraz ettiğim, Cem Özdemir'i Türk Yeşil'i gibi görenler...
Aynen Obama'yı Türk zencisi gibi görenlere itiraz ettiğim gibi...
Demokrat Parti Başkanı Süleyman Soylu yatsın kalksın siyasi liderlik davasını Türkiye'de sürdürdüğüne şükretsin. Algılama, yerel - ulusal yanı ağır basan bir iletişim süreci ya... İşte Soylu bu olgunun nimetlerinden yararlanıyor.
Lafı Sayın Başkan'ın DP'nin kongresinde kürsüye çıkıp konuşma yaparken fenalaşmasına getireceğiz. Liderleri 'beşeri' zaaflarıyla tanıtmaya, tanımaya çalışmak, şu sıra pek moda ya, diyebilirler ki: 'Ne var kardeşim bunda? Adamın tansiyonu düşmüş. Herkesin düşebilir!'...
Evet doğru... Ancak herkes bir ülkenin ve on milyonlarca insanın kaderini tayin etmeye soyunmuyor ki!..
Allah'ı var, Baykal 70 yaşında; ancak 'Avrupa Yakası'ndaki Dilber halanın deyişiyle 'Dipçik gibi maşallah!'... Soylu, Deniz Baykal'dan 31 yaş küçük... Siyasi mücadele müthiş stresli bir iş. Korkunç enerji gerektiren bir tempoda geçiyor günlük hayat.
Tesadüfî bir sohbetimizde DSP'nin dünya efendisi Başkanı Zeki Sezer'e demiştim ki, 'Sayın Başkan; sahnede çok terliyorsunuz; mavi gömleğinizin rengi değişiyor, koyulaşıyor. Sezen Aksu gibi sahneye iki tane vantilatör koydursanız ne olur ki?'
'Ne var kardeşim bunda? Adam terliyor. Herkes terleyebilir!' mantığı burada da devreye girebilir. Hani beşeri zaaflarıyla bilmeliyiz ya liderleri... Bir de gece korkudan gözüne uyku girmese, ufuktaki davar sürülerini düşman kuvvetleri falan sansa, hiç çekinmeden getir devleti yönetsin...
Her ne kadar ülkemizin insanı bu durumlarda lider adayını bir kalemde silip atmasa da, siz siz olun Sayın Soylu, sağlığınıza ve fiziğinize dikkat edin. Sorun çıkarsa da 'Bu sevgiye dayanamıyorum' şeklinde sizi zora sokacak açıklamalarda bulunmayın. Yoksa insanlar o salondaki bir-iki bin kişiden heyecanlanıp fenalık geçiren başkanlarının yüz binlerin karşısında ne yapacağını sorgulamaya başlayıverirler...
Algılama gerçektir biliyorsunuz, ne olduğunuz, ne söylediğiniz, nasıl söylediğiniz değil...
//c
Adidas'ı 'mozaiklemeye' gerek yok
DÜN gazetelerde katilin fotoğrafı çarşaf çarşaf yayınlandı. Adam 7 aylık hamile karısını beş yaşındaki kızının gözünün önünde bıçaklayarak öldürmüş. Karnındaki bebek de kurtarılamamış.
Adamın üstünde bir 'sweatshirt' var. Göğsünde de kocaman bir marka ve amblemi: Adidas!
'Reklamın kötüsü olmaz; bu Adidas'ın işine yaramıştır' türünden 'publicity'ye (medyada görünürlük) tapınan salakça görüşlere en azından bizim köşenin okurlarının itibar etmediklerini varsaydığımız için, konunun o boyutunu bir kenara bırakıyor ve şu yanını sorguluyoruz: Bu durum iletişim açısından Adidas'ın itibarına olumsuz bir etki yapar mı?
Benim yanıtım çok net: 'Hayır yapmaz!'
İletişim cinleri hemen şu soruyu patlatabilir: 'O zaman dizi ve filmlerdeki 'ürün yerleştirmeler' (product placement) nasıl oluyor da pozitif etki yapıyor?'
Buna da cevabım net: 'Onların da bir etkisi yok ki!'
Etki, ancak o konsept çerçevesinde yürütülen ek iletişim çalışmalarıyla ya da sürekli tekrarlanarak sağlanıyor. Bond'un son filmiyle birlikte Coca-Cola'nın Zero için yürüttüğü o çok etkili çalışma ya da Swatch'un aynı doğrultudaki '007 Villains Collection' kampanyası olmasa, paralar boşa giderdi. Tekrar konusuna örnek olarak tabii ki Bond'un Aston Martin'i verilebilir... Bir ara BMW de kareye girdi çıktı... Bugün kim hatırlıyor?..
O yüzden reklamı oluyor diye Adidas'ı televizyoncu tabiriyle söyleyelim 'mozaiklemeye' gerek yok...
//c
Cem Özdemir 'Alman' Yeşili
MÜPTEZELLİK, derler büyüklerimiz... Al Obama kampanyasını, yanlış yunluş kopyala yapıştır... Yes we can, olsun Yes we Cem!.. Aman ne yaratıcı... Sonra da Yes Cem did it...
Bizimkiler orada bırakır mı işi?.. Türkler Almanya'da iktidara gelmiş sanki... Başlıklar şöyle: 'Bir Türk tarih yazdı!', 'Almanya'da Türk Obama'sı'. Alman basını daha 'cool' (ağır abi) takılıyor...
Deniz Gökçe 27 Ekim'de Özdemir'in seçileceğini yazmış. Etraflıca da bir biyografi vermiş. Okuyun. Orada ipuçları var. Bizim kat görevlisi Ömer Bey'e sormuştum: 'Obama'nın seçilmesine sevindin mi?'..
'Amerikalılar sevinsin!' demişti, 'Bize ne?'..
Cem Özdemir'in durumu da benzer. Alman Yeşilleri sevinsin... Bizimkiler niye sevindirik oluyor ki?
Cem Özdemir her zaman bir Alman politikacı gibi davrandı... Kürt meselesine, Ermeni meselesine, Kıbrıs konusuna, Silahlı Kuvvetler'e, AK Parti iktidarına, Türkiye'de yeşertilmeye çalışılan demokrasiye bakışı, tipik bir Alman Yeşili gibiydi... Doğrusu da buydu zaten. Onu Alman Yeşili olduğu için seçtiler, Türk Yeşili olduğu için değil...
Benim itirazım Özdemir'e değil. Tam tersine onu anlıyorum. Anlamadığım, itiraz ettiğim, Cem Özdemir'i Türk Yeşil'i gibi görenler...
Aynen Obama'yı Türk zencisi gibi görenlere itiraz ettiğim gibi...